Bebeği annesinin göğsüne çivilediler

Dosya Haberleri —

21 Aralık 2022 Çarşamba - 20:30

Döne Tıraş

Döne Tıraş

Diri diri yakılarak katledilen 14 yaşındaki Ali Tıraş’ın annesi Döne Ana, Maraş’taki vahşeti ilk kez gazetemize anlattı.

  • Maraş ana-baba günüydü, her yerde kan ve cenazeler vardı. Evden telaşla çıktığım için üzerimde pijama, ayağımda terlik vardı. Ali'yi arıyordum. Bir kadın geldi yanıma, 'Benim oğlumu öldürdüler. Kızlarımın da bacaklarını kestiler ve bana yedirmeye çalıştılar. Karşı çıkınca da beni bu hale koydular' dedi. 
  • Sonra Maraş Doğum Hastanesi’ne gittim. Bir kadını hamileyken öldürmüşler ve karnını deşerek bebeğini çıkartmışlar annenin göğsüne çivilemişler. Evimizin demirini yapan Cuma adındaki kişi Cennet ablayı o evin tuvaletine koydu gözünü diri diri şişle çıkarttılar. 

DENİZ BABİR/SCHWENNINGEN

Maraş Katliamı’nın üzerinden 44 yıl geçti. 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında örgütlü bir şekilde hayata geçirilen katliamın gerçek failleri bilinmesine rağmen hiçbir zaman ortaya çıkarılmadı. Katledildikten sonra bedeni yakılarak, cenazesi bir kazan içinde ailesine teslim edilen 14 yaşındaki Ali Tıraş’ın 92 (kimlikte 87) yaşındaki annesi Döne Tıraş, “Aradan 44 yıl geçse de unutamıyorum, her gün o günü yaşıyorum ve bunu yapanlara lanet yağdırıyorum” diyor. Katliam ardından iki yıl boyunca mahkeme kapılarını aşındıran Döne Ana, tanıklığıyla katliama ortaklık eden onlarca kişinin tespit edilmesini ve tutuklanmasını sağlamış. Yaklaşık 42 yıldır Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinin Schwenningen kentinde yaşıyor.

O günden sonra konuşmamış

Katliamın yarattığı travma hayatına o kadar tesir etmiş ki, o günden bu yana susmayı yeğlemiş. Kızı Ayşe, gazeteciler, çevresindeki insanlar daha önce çok ısrar etmiş gördüklerini, bildiklerini anlatmasını ancak Döne Ana, “Ya Türkiye’deki kardeşlerime de bir şey olursa” kaygısı ile anlatamamış. 44 yıl boyunca her gün oğlu Ali’nin ses kaydının olduğu kasedi dinleyen, acısı ilk günkü gibi taze olan Döne Ana, Maraş’taki vahşeti ilk kez gazetemize anlattı.

Dilinde evladına ağıtı var

Sözü konuşmamız arasında “Yerimiz  Bağlarbaşı, yüreğimize vurdular kara taşı, benden gitti ciğer, geriye kaldı can kardeş…” mısraları dökülen, Kanlı Maraş’ta sokak sokak gezip Ali’yi ararken kan donduran vahşete tanıklık eden Döne Ana’ya bırakıyoruz…

Maraş’a 4 ay önce taşınmıştık

"Maraş’ın Elbistan köyüne bağlı Ambar köyünde doğdum. Eşim Mehmet 1968’de Avusturya sonra Almanya’ya işçi olarak gitti. Büyük kızım Maraş’da kalıyordu ben çocukları alarak 1976’da köye geri döndüm. Ali de bizimle geri geldi. Köyden Maraş’a taşınmak istiyorduk. Kanlı Maraş olayları olmadan 1978 Ağustos ayında Maraş’a bağlı Bağlarbaşı mahallesine taşındık. Maraş’a taşınmamızın üzerinden dört ay geçtikten sonra katliam oldu.

Ali Tıraş

Silahlar tabutla camiye taşındı

İlkin evlerimize kırmızı çarpılar atıldı. Biz ne olduğunu bilmiyorduk. Hatta o çarpılar atıldığında birine sormuştum ‘nedir bunlar’ diye. O çarpıları atanlar bize ‘sayım yapıyoruz’ diyerek cevap verdiler. Katliamdan 3 gün önce Bağlarbaşı Mahallesi'ndeki cami imamının öncülüğünde bir tabut camiye götürüldü. Kalender Toklu, Hüseyin Toklu tabutun taşınmasına yardımcı olmak için koşarak gitti ve tabutu omuzladılar. Fakat Kalender Toklu sonradan geldi ve 'Bu tabut normal değil hiç bu ağırlıkta bir ölü şimdiye kadar taşımadım' dedi. Tabut mahalleye getirilmeden önce bir helikopterin sürekli alçaktan uçuş yaptığını görenler de olmuştu. Meğerse helikopter ile silahlar yakın bir yere indiriliyor, sonradan tabuta yerleştirilerek Bağlarbaşı Camisi’ne getiriliyor. O günün akşamı cami imamı, 'herkes gelsin, emanetini alsın' anonsunu geçti ve o geceden sonra Kanlı Maraş yaşandı.

Evimizin inşaatını yapanlar saldırdı

Kapılara atılan çarpılar üzerinden üç gün geçtikten sonra mahallede şalvarlı, sarıklı, uzun sakallı kişiler dolaşmaya başladı. Ne olduysa o günden sonra oldu. Bağlarbaşı adeta kana bulandı. Evimizin tadilatını yapması için bir mühendise vermiştik. Sanırım adı Hüseyin’di, Elbistanlıydı, müteahhit ise İbrahim usta adında biriydi. Bu döneme kadar şu Alevidir, Sünnidir, Kürttür, Türktür diye bir şey bilmiyorduk. Bizim evin demirlerini yapan demirci ve evin betonunu döken kişilerin o gün yüz ifadeleri bir başkaydı. Bu adamların da içinde olduğu bir grup rastgele insanları dövüyordu. Satırlar, baltalar, kalaslar ile saldırıyorlardı. 

İlk ateşe verilen bizim ev oldu

Bağlarbaşı Mahallesi'nde ilk ateşe verilen bizim ev oldu. Evin betonunu döken adam, amca oğlumun asker arkadaşıydı. Demiri yapan kişi de uzaktan akrabamız oluyor. Dışarıdan adam getirdiler ve onları millete saldırttılar. Beni de öldüreceklerdi, bir komşumuz vardı Yusuf o kurtardı. Sanırım bir ninesi Türk olmalı. Ardından komşularım Hüseyin Toklu ve Kalo Toklu’nun evlerine hücum ettiler. Hiç kimsenin haberi yoktu, aniden saldırı oldu. 

Ali gitti bir daha gelmedi

Bizim bu sıralarda bir ineğimiz doğurmuştu. Ben ve 14 yaşındaki oğlum Ali o esnada bir yere gidecektik. Fakat Ali Duyar oğlum Ali’ye 'git anneni al getir' demiş. Ben de, 'İnek yeni doğurmuş, gelemiyorum, sen git' dedim. Ali gittikten sonra bir daha haber alamadık. Haber alamayınca da kendimi dışarıya vurdum. Sokaklar, cadde ve mahalle adeta insan avına dönüşmüş durumdaydı. ‘Bir Alevi öldürürsem cennete giderim’ diyorlardı. Herkesin gözünü kan boyamıştı. 

‘Oğlunu Karaoğlan’a kurban ettik’

Benim başım dönüyordu. Bu sırada birinin 'Sen ne zırlıyorsun, biz Ali’yi Karaoğlan’a kurban ettik' dediğini işittim. Ali, Maraş Katliamı öncesinde öğretmeninin baskısı nedeniyle okula bir türlü gitmek istemiyordu. Öğretmeni ona bir gün diyor ki, 'Artık namaz kılacaksın, yoksa kabul etmem seni.' Ali’yi bundan dolayı dövdüğünü ve hakaret ettiğini öğrendik. Ali’nin muhtemelen kaybolduğu ve öldürüldüğü yer okul çevresinde oluyor. 

Her yer kan ve cenazelerle dolu

Maraş ana-baba günüydü, her yerde kan ve cenazeler vardı. Evden telaşla çıktığım için üzerimde pijama, ayağımda terlik vardı. Maraş çok soğuk ve karlıydı. Maraş merkeze kadar gittim. Ama nasıl gittiğimi bilmiyorum. Çünkü şoktaydım. Ali, Ali diye hayıflanarak gitmişim. Çokyaşar Mahallesi'ne de gittim. Orada bir asker vardı. Ali Doğan adında biri bana dedi ki, 'Döne, bu rütbeli ve Tuncelili bir askerdir. Bununla beraber git.' Askere, 'oğlumu arıyorum' dedim. 

Kızının bacağını kesip yedirmek istediler

Asker, 'Bana fazla yanaşma, ben sana yardım ederim' dedi. Ayrıca bana, 'Ölmeyen ve yaralananları Adana’ya gönderiyorlar' dedi. Ben de sedyelerde yatanlara bakıyordum, acaba Ali olabilir mi diye. Sonra bir kadın geldi yanıma 'Kurban sen Kürt müsün' dedi. Ben de, 'Evet Kürdüm' dedim. 'O zaman gel halime bak, beni ne hale getirdiler' dedi. Kadın, 'Benim oğlumu öldürdüler. Kızlarımın da bacaklarını kestiler ve bana yedirmeye çalıştılar. Karşı çıkınca da beni bu hale koydular' dedi. Aile devrimciymiş. 'Siz yürüyüşlere gidiyorsunuz' diye kızların bacaklarını kesmişler. Annesini de kan içinde bırakıyorlar. Kadın kan içindeydi. Elbiselerine kızının bacaklarına ait et parçaları yapışmıştı. O kadar zorla yedirmeye çalışmışlar ki, Türkçe bilmediğinden dolayı onları anlamamış ve bunlara maruz kalmış.