Kastik Katil: Kavramın kökeni, anlamı ve ideolojik haritası
Forum Haberleri —

Toplumsal çöküş
Kastik katil üzerine-2
- Kastik katil, bir mücadele çağrısıdır. Özgürlük, ancak içimizdeki kastik yapının teşhiriyle mümkün olabilir. Kastik katile karşı yaşamı savunmanın en güçlü hattı, kadın özgürlüğü, toplumsal etik ve hakikat ısrarıdır.
- “Kastik katil,” sadece politik bir slogan değil, aynı zamanda eleştirel düşüncenin kavramsal cephaneliğine ait çok katmanlı bir teşhis aracıdır. Yepyeni bir sosyal bilimin yapı taşlarından ilkidir.
- Kastik Katil, toplumun en derinindeki görünmez tahakküm biçimlerini görünür kılar. Modern çağın görünmez şiddetini, içselleştirilmiş tutsaklık biçimlerini ve düşüncenin nasıl çürütüldüğünü gösterir. Kadına yönelik sistemsel yok saymayı politik-ontolojik bir kırım olarak tanımlar.
NİMET SEVİM
Kastik katil kavramı, yalnızca bir metafor değil; modern tahakküm biçimlerini içselleştiren, görünmezleştiren ve sistemleştiren bir şiddet modelini açığa çıkarır.
“Katliam” kelimesi kulakta yankılanan bir çığlıkken, “kastik katil” sessizce içeri sızar. Sadece öldürmez; düşünceyi eritir, direnişi siler, belleği çürütür. İşte bu nedenle “kastik katil”, modern tahakküm çağının en sinsi figürlerinden biridir. Peki, bu kavram nereden doğdu? Ne anlatır? Neyi görünür kılar? Ve neden bu kadar derin bir zihinsel yıkım metaforudur?
1. Etimolojik köken: Yakıcı, aşındırıcı, geri dönüşsüz
“Kastik” (İng. caustic) sözcüğü, Yunanca kaustikos (καυστικός) kelimesinden türemiştir; bu kelime “yakıcı, bastırıcı-yok edici” anlamına gelir. Kökeninde yer alan kaiein fiili “yakmak” anlamındadır. Modern kullanımda bu kavram, kimyasal maddelerin fiziksel yapıları içten eritici etkisini tanımlar: Örneğin kastik soda (sodyum hidroksit) gibi maddeler dokunduğu organik yapıyı çürütür. Ama bu çürüme hızlı değil; yavaş, görünmez ve geri dönüşü zor bir süreçtir.
İşte bu yüzden, kavram politik ve ideolojik düzleme taşındığında, yalnızca fiziksel bir yıkım değil; zihinsel, kültürel ve etik bir tahribat biçimini tanımlar, zihinsel-sosyolojik bir yıkım metaforu olarak anlam kazanır.
2. Önder Öcalan’ın kavramsal inşası: Politik bir duruş
“Kastik katil” terimi, klasik akademik veya politik literatürde doğrudan yer almaz. Feminist düşünürler, kadına yönelik şiddet ve öldürmeyi erkek egemenliğinin tarihsel varoluşu olarak kodlarlar. Öldürmeye “kast” etme (bilinçli ve planlı cinayet) fiili, kastik katil kavramlaştırmasıyla aynı ve benzer anlamlar taşır. Erkek iktidarını, bu katillik ve katliam tarihi olarak yapılandırmak da teoriye önemli katkılardır. Fakat “kast etmeyi,” yani bilerek planlı yapma anlamını bir sosyoloji olarak kavramsallaştırmak, toplumsal parçalanma ve eril egemenliği tanımlamaya yetmiyor. Geri dünüşümü zor bir yakma ve çürütme eylemi ile kasıtlı öldürme aynı içerikte birleşmez.
Kastik katil toplum kavramsallaştırması Önder Öcalan’ın devletli uygarlığın doğasına, eril zihniyete ve sömürgeciliğe yönelik eleştirileri içinde metaforik bir kavramsallaşma olarak gelişmiştir. Öcalan, “tarih artık kastik katil toplum ile komün arasındaki mücadelenin eseri haline geliyor” derken[2], kastik katili yalnızca dışsal bir baskı figürü değil, sistemin içselleşmiş yıkım gücü olarak tanımlar. Bir zihniyete ve bir sistemin içselleşmiş yıkıcılığına dikkat çeker.
Bu anlamda “kastik katil”, görünmeyen ama her yere sirayet eden bir tahakküm aracıdır. Klasik “düşman” imgelerinden çok daha tehlikelidir. Çünkü dışarıda değil, içeridedir: Akademide, dilde, eğitimde, sevgide, medyada, dinde, gelenekte, ailede ve hatta devrimci yapının içinde bile…
Erkeğin kanlı avcılığından başlayarak tanrı ve tanrıçaların öldürme ayinlerine, köleleştirme ve yamyamlık ritüelinden ulus-devletlerin savaş ve katliam çarklarına, pogrom uygulamalarına uzanan; doğayı, canlıları, kadınları ve bütün toplumu yok eden sınırsız bir şiddet sarmalını anlatır. Modernite çağında ise artık bu şiddet eklemlenerek üç katmanlı bir mekanizma olarak çalışır. Görünmezdir; zihinsel ve ideolojik bir tahribat yaratır. Aşındırıcıdır; direnişi, hafızayı ve bağları yavaşça çözer, bağımsızlığı içten çürütür. Süreklidir; bireysel değil, kurumsal ve sistemsel bir alışkanlıktır. Kurumsal yapılara, dile, davranışa sinmiştir.
3. Kavrama anlam kazandıran tarihsel arka plan
Bu kavramlaştırmanın anlam çerçevesi dört tarihsel örnekle derinleştirilebilir:
a. Kadına karşı ilk saldırı (Anacıl toplumun çözülüşü): Kadının kutsal, üretken, yönlendirici rolü bastırılmış; Katil-avcı erkek ve eril zihniyet ile “kadınlık değerleri” yok edilmiştir. Kastik katil burada, kadına karşı işleyen sistematik baskının başlangıcında yer alır ve bu eğilim tanrı-devletten ulus-devlete uzanarak kurumsal bir kimlik kazanır.
b. Sömürgeciliğin içselleştirilmesi: Fanon’un “siyah bedenin beyaz bakışla içten parçalanması” çözümlemesiyle uyumlu olarak, kastik katil, artık halkın içinde işlemektedir. Kendi dilinden utanma, kendi hafızasından kopma bir kastik etkidir.
c. Modern ulus-devletin ideolojik aygıtları: Althusser’in deyimiyle ideoloji, bireyi özneye dönüştürür. Ama bu özne artık iktidarın hizmetindedir. Kastik katil, bireyin özünü çalar, onu sistemin bir taşıyıcısına dönüştürür.
d. Neo-liberalizmin simülatif şiddeti: Zuboff’un “dijital denetim kapitalizmi” tanımıyla paralel olarak kastik katil, dikkat ekonomisi, simülasyon, ekran kültürü ve algoritmik yönlendirme biçimlerinde bedenleşir.
4. Kavramın fikirsel yolunda dolaylı katkılar
Foucault’nun iktidar anlayışı, kastik katilin sistem içi yerleşikliğini anlamada kritik bir katkı sunar. Ona göre modern iktidar artık doğrudan baskı uygulamaz; bedenleri eğitir, zihinleri biçimlendirir, davranışları normalize eder. Disiplin toplumu, bireylerin iç dünyasına yerleşerek onları “kendi kendini denetleyen” varlıklar hâline getirir.
Hannah Arendt, “şiddet” üzerine düşünürken doğrudan “kastik katil” terimini kullanmaz. Ancak özellikle şiddetin doğası ve işlevi üzerine yaptığı analizler bu kavrama güçlü bir zemin hazırlar. Şiddet araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiğinde, insan artık kötülüğün faili olduğunu fark etmeden sisteme hizmet eder. Şiddet ortak alanı ve ilişki alanlarını yok eder; bireyleri atomize eder, hafızayı ve ortak eylemi çözer.
Günümüz neoliberal çağını “şeffaflık diktatörlüğü” olarak tanımlayan Byung-Chul Han’a göre modern bireyler artık dışsal baskıyla değil, sürekli üretme, gösterme, performans sergileme zorunluluğuyla ezilir. Bu şiddet biçimi, görünmez ama aşındırıcıdır; “benliği bir proje hâline getirir ve onun tükenişiyle sonuçlanır.” Kastik katil, bu tükenişin failidir.
Zygmunt Bauman’a göre ise modernite artık sabit ve tanımlı yapılarla değil, akışkan ve belirsiz ilişkilerle işler. Bu akışkanlık, bireyin aidiyetini, belleğini ve bağlarını eritir. Kastik katil bu akışkan modernitede görünmez sınıflar, geçici kimlikler ve içsel güvensizlikler üretir, bireyi sürekli bir eksiklik ve kontrol duygusu içinde tutar.
Achille Mbembe’nin kavramsallaştırdığı “necropolitika” (ölüm siyaseti), ölüme hükmetme yetkisine sahip iktidar biçimlerini tanımlar. Kastik katil, sadece bedeni öldüren değil; belleği, dili, sevgiyi, hakikati de öldüren bir düzenin taşıyıcısıdır. Özellikle kolonyal şiddet sonrası içselleştirilen ölümcül etkiler, kastik katili tarif eder.
Sonuç olarak, Önder Öcalan’ın kastik katil kavramsallaştırması; Foucault’nun içselleştirilmiş iktidar çözümlemesiyle, Byung-Chul Han’ın dijital-şeffaf tahakküm eleştirisiyle, Bauman’ın akışkan ve güvencesiz modernite analizleriyle, Mbembe’nin ölüm siyaseti kavramıyla ve Arendt’in şiddetin görünmezliğine dair çözümlemeleriyle yakın kuramsal zeminde yankılanır. “Kastik katil,” sadece politik bir slogan değil, aynı zamanda eleştirel düşüncenin kavramsal cephaneliğine ait çok katmanlı bir teşhis aracıdır. Yepyeni bir sosyal bilimin yapı taşlarından ilkidir.
5. Sonuç: Kastik katil ne söyler, ne sağlar?
Kastik katil, toplumun en derinindeki görünmez tahakküm biçimlerini görünür kılar. Modern çağın görünmez şiddetini, içselleştirilmiş tutsaklık biçimlerini ve düşüncenin nasıl çürütüldüğünü gösterir. Kadına yönelik sistemsel yok saymayı politik-ontolojik bir kırım olarak tanımlar.
Ama aynı zamanda bir uyarı yapar; zihinsel yıkım fiziksel zorun önüne geçtiğinde, direniş yeni bir etik, dil ve kolektif hafıza üzerinden kurulmak zorundadır.
Ve nihayetinde kastik katil, bir mücadele çağrısıdır. Direniş, sadece fiziki değil, zihinsel ve etik bir saflaşma süreci olarak örgütlenmelidir. Özgürlük, ancak içimizdeki kastik yapının teşhiriyle mümkün olabilir. Kastik katile karşı yaşamı savunmanın en güçlü hattı, kadın özgürlüğü, toplumsal etik ve hakikat ısrarıdır.







