'Babamın Sesi'nde asimilasyon yarası


İki Dil Bir Bavul adlı film ile tanınan Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan yeni bir projeye daha imza attı. Zeynel Doğan’ın gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanan, filmin adı “Babamın Sesi.” Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan filmin Türkiye’deki ilk gösterimi, 31. İstanbul Film Festivali kapsamında 11 Nisan'da yapacak. 5. Köprüde Buluşmalar’da iki ödül kazanan “Babamın Sesi”, İstanbul Film Festivali “Ulusal Filmler” bölümünde de yarışıyor. Kürt-Alevi bir ailenin 30 yıllık tarihini inceleyen “Babamın Sesi”, babasının gurbetten gönderdiği kasetlerden kendi sesini arayan bir oğulun hikayesini konu alıyor. Filmde, Maraş Katliamı’ndan kaçarak Elbîstan’a göç etmek zorunda kalan bir aile ve onların kişisel ses arşivi üzerinden yaşananlar beyaz perdeye yansıyor. “Babamın Sesi” ve “İki Dil Bir Bavul” filmlerinin birbirinin devamı olduğunu, ilk filmde asimilasyonla karşı karşıya kalan Kürt çocukları gerçeğini, yeni filmlerinde ise asimilasyon kıskacında büyüyen çocukların travmaları anlattıklarını söyleyen filmin yönetmenlerinden Zeynel Doğan ile film hakkında konuştuk.
‘Babamın sesi’, Maraş Katliamı’ndan kurtulmuş bir ailenin başından geçen bir öyküyü anlatıyor. Bu aynı zamanda sizin hikayeniz... Filmin oluşum sürecinden bahseder misiniz?
Babam 1979’dan 1990’lı yıllara kadar Arabistan’da işçi olarak çalışıyordu. O zamanlar köyde telefon yoktu. Hem babamın hem de mektubu okuyacak kişinin okur-yazarlığı olmadığından babam bize söyleyeceklerini ses kasetlerine kaydeder gönderirdi; biz de ona cevaben toplanıp teybin başına sesimizi kaydederdik. Filmin çıkış noktası bu kasetlerdi aslında. Film ilk olarak bir belgesel olarak oluştu. Memet’in babasını tanıma çabası, annesinin sakladığı ve ondan gizlediği kasetlere ulaşma çabası üzerine kurulu bir belgesel. Daha sonra Orhan Eskiköy’le birlikte kurmaca bir film yapmaya karar verdik. Orhan senaryoyu yazdı ve birlikte yönettik. Kurmacanın olanaklarından faydalanıp, gerçeğin de gücünü kullanarak daha güçlü bir film yapabileceğimizi düşündük. Ailem Maraş Katliamı’nı filmde anlatılan düzeyde yaşamamıştı; ama filmdeki anlatılan öykü gerçekte yaşanmış bir olaydı. Gurgum’da (Maraş) yaşayan Kürt-Alevi bir ailenin öyküsü anlatılacaksa Maraş Katliamı’ndan bahsedilmeliydi. Biz de öyle yaptık.
Film aynı zamanda bir arayış filmi. Anne filmde sürekli Hasan’ı arıyor. Önce şunu soralım Hasan kimdir?
Hasan, Maraş Katliamı’nı yaşamış, ailesinin katliamdan kurtuluşuna tanıklık etmiş Kürt ve Alevi bir ailenin çocuğudur. Katliamdan sonra ailesi Elbîstan’a döner. Hasan, burada okula devam eder. Maraş, Türk ve Müslüman çoğunluğun kendini yoğun olarak hissettirdiği bir yerdir. Katliam, yasaklı bir dil, lise kavgaları... Bütün bu yaşananlar Hasan’ın gerillaya katılmasına sebeptir. Annenin tek beklentisi, Hasan’ın her çocuk gibi annesinin yanında olması ve diğerleri gibi bir hayat yaşamasıdır.
Anne gelen her telefonda oğlunun aradığını zannediyor ve ona hikayeler anlatıyor. Hikayelerin ortak noktası da yalnızlık ve öksüzlük... Annenin yaşadığının psikolojik arka planı nedir?
Filmi anlamak biraz da Basê’yi anlamakla mümkün. Yani Kürt annesinin yaşadıklarını anlayamıyorsan diğer bütün politikalar boşa çıkmış oluyor. Gerillaya giden çocuklarının ardından annelerinin yaşadıkları yoğun şeyler var. Bir gün çocuğu dönecek diye anne o evi terk etmez, telefon numarasını değiştirmez, bir an olsun telefonun başından ayrılmaz. Kapısının önünden geçen birilerini çocuğu sanır ve peşine düşer. Basê de bu annelerden biri, gelen telefonların oğlundan geldiğini düşünerek onunla iletişime geçer. Ve ona bir şeyler anlatır. Basê kullandığı dile hakim bir kadındır. Kendisini, seçtiği özel kelimeler ve deyimlerle ifade eder. Hasan’a olan sitemini böyle dışa vurur. Yalnızlığı anlatır, yurtsuzluğu anlatır, terk edilmişliği anlatır.
Filmde kuşaklar arasındaki çatışmayı baba ve oğul üzerinden anlatmışsınız. Babanın temsil ettiği rol nedir?
Bizim oralarda belki de biraz daha Kürt Alevi babaların ortak özelliğidir bu. Bizim köyde gördüğümüz bütün babalar çocuklarıyla çatışmışlardır. Babanın büyük hayali çocuğunun okuması ve “sağlam” bir işe girmesidir. Doktorluk, öğretmenlik ya da bir devlet kurumunda memurluktan daha iyisi yoktur babalarımız için. Kürtçe’nin dil olarak bir öneminin olmadığını düşünürler. Büyük bir gayretle çocukların Kürtçe’yi unutup Türkçe konuşmalarını isterler. Büyük bir devlet ve Kemalizm hayranlığı vardır. Neredeyse her evde bir Hacıbektaş Veli ve Atatürk fotoğrafı asılır. Çoğunluğun en büyük savunucuları ailede babalardır. Bu ülkede rahat yaşayabilmek için yaygın olarak yapılan Alevilik üzerinden Türklükle bağ kurmak oluyor. Kürtlük üstü kapatılması gereken sorunlu bir noktadır. Mümkünse bahsi dahi edilmeden yaşanmaya çalışılır. Kendi kültürüne sahip çıkan egemen kültürü reddeden bir çocuk elbette ilk önce baba tarafından müdahaleye maruz kalır, yasaklanır, sınırlandırılır.
Bir yanda Hasan diğer yanda Mehmet... Hasan’ın tercihi dağlar oluyor. Mehmet ise bir yandan modern hayatla buluşurken diğer yandan da eskiye özlem duyuyor... Mehmet’in bu duruşunu biraz açımlayabilir misiniz?
Bizim açımızdan etkisi yoğun hissedilen bir gerilla gerçeği var. Hasan bu sistemin içinde yaşamayı tercih etmeyen onunla mücadeleyi daha net yürüten Kürt’ü temsil ediyor. Dağa gidenleri büyük fedakarlıklar ve zorluklar beklerken geride kalanlar açısından da büyük çelişkiler var. Her şeye rağmen geride kalmak da zor. Mehmet Elbîstan’da doğmuş ama Diyarbakır’da yaşamayı tercih etmiştir. Diyarbakır elbette siyasi temsiliyeti olan bir şehirdir. Mehmet, ekonomik olarak bir sorunu olmayan, işi olan, evi olan biridir. Ama bu olanaklar onun yaşamış olduğu çatışmaları ortadan kaldırmamıştır. Hep derler ya Kürt sorunu işsizlik sorunudur, açlık sorunudur, fabrikalar yapılırsa, insanlar karnını doyurursa bu sorun çözülür diye... Memet’in durumu belli bir ekonomik düzeye sahip Kürt’ün de bu ülkede devletle, sistemle çatışabileceğini gösteriyor.
‘İki Dil Bir Bavul’ filminde de asimile edilen Kürt çocukları temasını işlemiştiniz. ‘Babamın Sesi’nde de kararlılıkla kendi dilini konuşmaya çalışan bir çocuk gerçeği var...
İki film birbirini tamamlıyor. Memet ve Hasan 'İki Dil Bir Bavul'da çocukluklarını gördüğümüz, yüzbinlerce Kürt çocuğunun yetişkin halleri. Yani aslında bu dil sadece okullarda yok edilmeye çalışılan bir dil olarak kalmıyor. Unutturulmaya çalışılan dili konuşan çocuklar büyüyor ve bu ülkede yaşamaya çalışıyor. Asimilasyon insanların hayatında büyük yaralar açıyor. 'Babamın Sesi' de bunu gösteriyor. Buna ek olarak Kürt aileyi aynı anda Alevi olarak seçmemizin en önemli nedeni Kürtlerin ve Alevilerin toplumsal muhalefet açısından birbirinden ayrılmış olmalarının iki toplumu da güçsüzleştirdiğini söyleme ihtiyacımız. Maraş Katliamı’nın sadece Alevilere yönelik bir katliam olarak okunması ve tartışılmasını doğru bulmuyorum. 12 Eylül’ü yaratanların en önemli planı zirveye çıkmış olan sol hareketi bitirmek için toplumsal muhalefetin yan yana duran iki aktörü olan Kürtleri ve Alevileri birbirinden ayırmak oldu. Oysa iki toplumun üzerlerindeki baskıya karşı birlikte mücadele etmeleri gerekir. İki filmin gerçekliğinin örtüştüğü nokta bu siyasi gerçekliktir diyebiliriz.
Bu coğrafyada önce Dêrsim sonra Maraş, ardından da Çorum’da Kızılbaş katliamları yoğun olarak yaşandı. Sonrasında ise Sivas ve Gazi oldu... Tarihsel farkındalık yaratma adına filmin nerede durduğunu düşünüyorsunuz?
Maraş Katliamı olduktan bir yıl sonra doğdum. Orada büyüdüm. Çevremdeki herkes bir taraflara kaçmaya çalışıyordu. İmkanı olanlar varını yoğunu sattı, evlerini terk etti. Devlet, Maraş’ın Kızılbaşlar’dan temizlenmesi için elinden geleni yaptı. Katletti, kalanların da başka yerlere gitmesine kapı açtı. Bildiğim kadarıyla pasaport dairesi açılan ilk ilçelerden biri oldu Pazarcık. Aynı kaçış; Dêrsim, Malatya, Çorum gibi Kürt Alevilerin yoğun yaşadığı alanlarda da sürdü. Devlet, Kürt ve Alevi muhalefetinden korktuğu için yıllarca bu sınır hattı ile ilgili özel bir politika yürüttü. Bu iki doğal muhalefetin bir araya gelmesini engellemek niyetiyle bu katliamların önünü almadı. Kürt hareketinin geldiği düzeyden de anlaşılacağı gibi bu muhalefete Aleviler de katılsaydı bu sistem çökerdi. 33 yıl geçti katliamın üzerinden ve bunca yıl boyunca ne hesap veren oldu bize, ne de bizden birileri hesap sordu. Maraş Katliamı’na değinen bir film yaptık ve gördük ki bugüne kadar bu katliamla ilgili çok az yazı, kitap ve film var. Filmin bundan dolayı bir farkındalık yaratma rolünün olduğunu da düşünüyorum.
Zeynel Doğan Kimdir?
Elbîstan’da doğdu. Eskişehir’de iletişim fakültesi okudu. 2003-2005 yıllarında Amed’in yerel televizyonu Gün TV’de çalışan Doğan, 2006’da Amed Sinema Atölyesi koordinatörü olarak çalışmaya başladı. Şu an Amed Büyükşehir Belediyesi Aram Tigran Kent Konservatuarı’nda Sinema Bölümü’nde eğitmen olarak çalışıyor.
ÖNDER ELALDI
