'Bedenim bana ait' diyebilmek önemli

Haberleri —

Evlilik içi tecavüz her ne kadar kanunlar nezdinde suç sayılsa da, kadınlar yaşadıkları travmanın etkisinden kolay kolay kurtulamıyorlar. Röportajımızın ikinci bölümünde Psikiyatri Asistanı Mehtap Erol ile, evlilik içi cinsel saldırının kurbanlarda yol açtığı yıkımları, travmadan kurtulmak için izlenmesi gereken yol ve yöntemleri konuştuk.


Evlilik içi tecavüz hangi şekillerde gerçekleşiyor?

Sözkonusu olan sadece fiziki tecavüz değil elbette. Duygusal boyutta da tecavüzden bahsedebiliriz. Kadını aşağılama, hor görme, yeterli görmeme; bunlar da bir nevi tecavüzdür. Fiziksel tecavüzü erkek hangi biçimlerde gerçekleştiriyor? Bunu gayet normal olarak görüyor. Eve geldiğinde kendi malı, mülkiyeti olarak gördüğü kadının ona her an hazır olması gerektiğini düşünüyor; kadına sorma gereği bile hissetmiyor.
Grup seanslarında kadınlar bunu konuşmaktan çekiniyor, utanıyor. Ama biz terapistler ortamdan ayrıldığımızda, olayı bizzat yaşayan kadınlar kendi aralarında bunu daha cesurca dile getirebiliyorlar. Konuşmalarda tecavüz kelimesi geçmiyor. "Benim eşim çok istiyor, ısrar ediyor" türünden konuşuluyor. Eşi eve geliyor, kadının çoluk çocuğa, ev işlerine koşuşturmaktan hali kalmıyor. Dolayısıyla istemediği halde "erkektir, mecburuz" diyor.  Bu yaklaşım tecavüz olgusunu görmemeye götürüyor. Erkeğin kadına sahip olma arzusu, bir meta gibi ele alıp 'istediğim her an kullanabilirim' zihniyeti, kadının ise bu durumu kabullenmek zorunda bırakılmışlığı, aşılması gereken en önemli sorunlar olarak duruyor.

Evlilik içi cinsel saldırı kurbanlarda ne tür yıkımlara sebep oluyor?

Öncelikle mağdurun kendisini sevmemesine yol açıyor. Huysuzlaşıyor giderek. Gördüğü şiddettin acısını çocuklardan çıkarıyor. Komşularıyla problemli hale geliyor. Bilinç altında da olsa üslubu farklılaşabiliyor. Yoğun korku, kaygı ve endişelerle boğuşur hale gelebiliyor. Uykusuzluk, iştahsızlık, cinsel işlev bozukluğu, isteksizlik baş gösterebiliyor. Kendisi problemlerinin neden kaynaklandığını da bilmiyor ve çözülmeyen problem gittikçe daha da katmerleşiyor. Bu giderek içine kapanmaya, depresyona yol açıyor. Kendine yönelik şiddete de dönüşebiliyor yani. Herhangi bir hastalığını ciddiye almamasına, ölümü kurtuluş olarak görmesine yol açabiliyor ki bu, olayın son raddeye geldiğini gösterir.

Eşi tarafından tecavüze uğrayan bir kadın ne yapmalı?

İlk olarak yapabileceği şey, hemen bir doktora başvurmaktır. Tecavüzü dile getirmek kolay değil kadın için. Maalesef yerine getirilmesi gereken bazı prosedürler var ve bunları yerine getirmeli. Vücunda morartılar, çürükler, özellikle vajina bölümündeki kızarıklıklar, morartılar bir doktor tarafından not edilmeli ve rapor haline getirilmeli. Mümkün mertebe kendi evine gitmemeli. Varsa tanıdığı, güvenebileceği biri, ona gitmeli. Sanırım bu adım son radde olduğu için, bir daha geri dönmeme gibi bir düşüncesi var ise, Avrupa’nın bütün şehirlerinde kadın sığınma evleri var. Hemen bir avukatla iletişime geçilmeli. Bu konuda kadın dayanışma dernekleri var, Kürt Kadın Meclisleri var; bunlar aracılığıyla da destek görebilir.
Kimi erkekler kendi üzerlerinde herhangi bir tehdit hissettiği zamanlar, kadını toplum ve sistem gericiliğinin yoğun olduğu ülkelere (İran, Afganistan gibi) götürmeleri söz konusu. Bu nedenle kadın gittiği yerde, ilk fırsatta kendisinin ve çocuklarının kimlik kopyalarını çekmeli, biliyorsa gideceği yerin adresini, herhangi bir tanıdığının ilişkisini, güvendiği birine ya da kadın sığınma evine bırakmalı.

Almanya sisteminde bu tür sorunlara nasıl yaklaşılıyor? Çözümü köktenci olabiliyor mu?

Almanya'da da kadın sığınmaevleri dolmuş taşmış durumda. Personel sayısı ihtiyacı  karşılayacak düzeyde değil. Kadınlarla yeterince ilgilenilmiyor. Kadınlar bu ilgisizlikten dolayı, "Neden kendi dört duvarımdan çıkıp da buraya geldim ki" diyerek pişmanlık yaşayabiliyor, tekrar şiddet ortamına geri dönmeyi düşünebiliyor. Sunulan çözüm geçicidir.
Kadını sığınma evine yerleştirmekle bitmiyor işler. Çocuklar eve dönme isteminde bulunuyorlar. Psikolojik olarak da bir şiddete uğrama durumudur bu. Özellikle Ortadoğu'dan gelen kadınların alışık olmadığı bir hayat tarzı var buradaki sığınma evlerinde. ‘Korunayım, iyileşeyim’  derken farklı zorluklarla karşılaşabiliyorlar. Kadının bu yaşam tarzına karşı pes edip dönebildiğine de çokça şahit olduk.
Öte yandan mevcut sistemde belli bir bütçeyle çalışılıyor. Devletin fazla desteği olmuyor. Kadın sığınma evleri kendi kendilerini finanse etmek durumunda kalabiliyor. Devletin bütçe desteği sınırlı. Dolayısıyla sığınma evlerini kadının rahat yaşayabileceği bir alan haline getiremiyoruz. Dil, iletişimsizlik sorunu da kadının pes etmesini beraberinde getirebiliyor.
Köklü çözüm, kadının irade, dayanıklılık göstermesiyle mümkündür ancak.

Bu türden şikayetlerle size gelen hastalara uyguladığınız tedavi yöntemleri neler?

Tedavi süreci, tecavüzün kadında yarattığı psikolojik tahribatın oranına bağlı. Agresiflik, ağlama krizleri, içe dönük anlatamama varsa, uyku düzeni bozuksa ilaç tedavisi uygulanabiliyor. Psikolojik terapi, konuşma seanslarıyla rahatlaması sağlanıyor. En etkili tedavi yöntemlerinden biri grup seanlarıdır. Aynı acıyı, aynı zulmü görmüş kadınların grup seansları yapılıyor. Bu seanslarda birbirlerine kendi yaşadıklarını anlatmak, orada yalnız olmadıklarını görmek, hastada ruhsal gerginliği azaltıyor. Mağdur, bir psikologa, bir doktora anlatamadığını yanındaki kadına daha rahatlıkla anlatabiliyor. Biri daha değişik bir tecrübe yaşamışsa telkin etme olayı gelişebiliyor. Kadının kendisiyle yeniden barışmasını sağlamak çok önemli. Bu terapiler bunu sağlamaya dönüktür. Kadınlar yıllardır uğradıkları tecavüzün farkına, ancak dayak faslından sonra varabiliyorlar ne yazık ki. Bu da onulmaz ruhsal yaralanmalara yol açıyor.
Tedavi süreci uzun süreye yayılabiliyor. Terapistler açısından devamlılık, güç, irade gerektiren bir prosedür bu. Kurlara gönderiliyor. Eğer kadın bulunduğu ortamdan uzaklaştırmak, doğayla başbaşa kalmak, yapmak isteyip de gerçekleştiremediği bir hobisi varsa, kadını ona yöneltmek, orada motive etmek önemli.
Tabii her tedavi yöntemi, her kadın üzerinde işlev görmeyebiliyor da. Tedavi sürecinin kabul edilmesi gerekiyor hasta açısından. Korku, utanma, dile getirmekte zorluk, tedavi sürecinin başarıya ulaşmamasına neden olabiliyor. Terapi süreçleri uzun olduğu için ağırdır da. Kadının kendini burda bulması, tedaviyi istemesi çok önemli. ‘Kadının iyileşmesi' terimi de yanlış aslında. İyileşmek demeyelim de, hasta var olan durumla yaşayabildiğinde, acısını en aza indirgediğinde, 'Evet ben bunu yaşadım, ama devamlı yaşamak istemiyorum, artık kimse benim bedenim üzerinde söz sahibi değildir' duygusunu edindiğinde tedavi süreci başarıya ulaşmıştır diyebiliriz.

Mehtap Erol kimdir?
1978 yılında Dêrsim’den göçmen bir ailenin kızı olarak Almanya’ya geldi. Hemşirelik okuduktan sonra ikinci eğitimine devam etti ve Psikiyatri Bölümü‘nden mezun oldu. Refugio Kiel Folteropfer Fluechtlinge adlı kurumda cinsel taciz ve tecavüze uğramış ve işkenceye maruz kalmış insanlara altı yıl tercümanlık yaptı. 13 yıldan beridir de hastanede psikiyatri asistanı olarak çalışıyor. Şu anda Berlin'de ikamet eden Erol’un gelecekteki hedefi; Kürt kadınlar için Kadın Sığınma Evleri açmak.
Sığınma evlerinin her milliyetten kadına açık olması gerekmez mi“ şeklindeki soruma ise Erol, şöyle yanıt veriyor: “Kadın sığınma evlerinde en azınlık diyebileceğimiz halklar için bile anadilde hizmet verilebiliyorken, Kürtçe Avrupa'da henüz kabullenilmiş değil. Kürt kadınlar bu hizmetlerden yararlanamıyorlar. Hayalimdeki kadın sığınma evinde kadın kendisi üretecek, kendi dilinde kendisini ifade edecek, kendisi çekip çevirecek. Belki bu kooperatifleşme dediğimiz sistemin içinde kendini bulabilir. Kadın iradesine güveniyorum bu konuda. Kadının kendisi için hayat bulabileceği bir ev olmasını istiyorum. Utamara modeldir bu anlamda.“


SOZDAR DÊRSIM

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.