'Kontrol dışı Gladio'da yalan

Çünkü, AKP iktidarında ordusu, polisi, MİT’i, adliyesi ve "derin devlet" denilen "yeraltı suç örgütlenmesi" olan "Gladio"suyla hiç bir kurum kontrol dışı, denetimsiz değildir.
Gladio, Genelkurmayın komutasında, ancak komuta kolları, dalları, etekleri, tetikçileriyle, "birinci sınıf Türk-İslam milliyetçisi", kargaşa personeli, hukukı kamuflajcı, koruyucular, "birinci sınıf Türk-İslam milliyetçisi" askerler, polis ve MİT’çilerden oluşmaktadır. Adliye ayağı korugan, "vatanseverliği" tescilli siviller de, en son Sinop’ta seyredildiği üzere, "galeyana gelmiş vatandaş" sıfatlı, sokakdaki katil adaylarıydı.
TC tarihi bir bakıma, Tan olayları, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarıyla galeyancı "vatanseverler" galerisidir. AKP rejiminin kimi "büyük Türk büyüğü" sima, mesela, Mehmet Şevki Eygi’nin çağrısıyla camilerde toplandıktan sonra tornadan geçmiş sopalarla saldırıya geçen "galeyancı sivillerden"dir.
Kimi personel, bugün Suriye'de ırza geçip, soygun da yapan "özgürlük neferi"dir.
Ama her şey kontrol altındadır. Eğer Paris’e katil, Kandil’e suikastçı, casus, gönderilecekse, "galeyancılar” Kürtleri Karadeniz'e sokmamak için öne fırlıyacaksa, mutlaka besleyen gücün onayı vardır.
Gladio’nun askeri unsurları, isteseler de iktidardan gizli ve ona rağmen entrika döndüremiyorlar. Teşkilatın polisi, adliyesi, MİT ayağı zaten dümdüz iktidara payandadır. Orduya gelince; biat etmeyen askerler içerde, komuta, "gürbüz çocuk Özel Paşam"dadır.
AKP sığı ve deriniyle devlet, devlet AKP’dir.
Onun için, AKP duruma hakimken, Sinop’daki yol kesmeyi (eşkıyalığı) kontrol dışı Gladio’ya yüklemek magalata, abesle iştigaldir.
Ayrıca, her şey açıkta, gözler önünde cereyan etmiştir. "Kürtler geliyor" rüzgarı estirildikten sonra evlere, dükkanlara saldırı fişeği niyetine bayraklar asılmış, çevreden katil adayları taşınmış, 1993 Sivas'ında olduğu gibi, taarruz havaları hazır edilmiş, polis de seyretmişti.
Kürtlerin öncülük ettiği Halkların Demokratik Kongresi'nin heyeti, şehre vardıktan hemen sonra, Öğretmen evinde kuşatmaya alınmış, dokuz saat boyunca taş yağmuru, molotof kokteyleri altında mahsur, polis haydut adamlarla adeta gülüşme halinde kalmıştı. İnsanlık yok, vicdanlar tatilde, Başbakan uzaktan seyirciydi.
"Hadi lan" dese polis harekete geçecek, kuşatma kırılacak, içerdekilerin ölüm korkusu bitecekti. Ama olmadı. Kuşatma dokuz saat sürdü. Neyse ki, "vatanseverlerin" diri diri insan yakma şenliği olan ikinci bir Sivas yaşanmadı.
Bir gerçek daha: Sinop, 35-40 bin kişinin yaşadığı bir yerdir. Saldırganların sayısı ise bin kişiyi geçmedi. Demek ki, olay Sinop’luların galeyanı değildi.
Yerli halkların, hukuk yerine geçen gelenekleri vardı. Mesela, Kürtlerin geleneklerinde işgalci, eli kanlı barbar ile temsilcileri değil, ama masum misafir kutsal dokunulmazdı.
Karadeniz şeridinin insanları, bazı istisnalar hariç yerliydi. Zayıfı, masum esiri esirgeyen gelenekleri olmalıydı, değil mi? Çünkü onlar, kadim Fenike, İon uygarlıklarının izlerini taşıyorlardı. Pontus devletinin acı çekmiş insanlarıydı, onlar. Folklorlarında (giyim, kuşam dahil) hala kadim Yunan’ın figürleri vardı. Ölüm tehdidi altında kafalarına vurula vurula aslını, köklerini, dinini inkar etmiş, Müslüman ve Türk yapılmıştır. Kendisi olmak için direnen Kürtleri, bu bakımdan anlamaları gerekirdi. Ama işte…
Öteki yanıyla onlar, dünyanın en eski göçmen işçileridir. 1750’lerden itibaren, keserlerini omuzlayıp, ta İskandinavya'ya kadar gidiyor, inşaatlarda, kanal kanalizasyonlarda çalışıyorlardı.
Osmanlı kulları, onların Rusya’dan getirdikleri kara lahanayla tanışıyor, kaliteli ekmek yiyor, pastan tadıyorlardı. 1970’lerde kimi yazarlar tarafından ironik deyimle "Laziko mimari" diye adlandırılan sakil apartmanlar da onların eseriydi.
Kürdistan’a fırıncı, pastacı ve inşaat ustası olarak kabul gördüler. İyilik, güzellikle karşılandılar. Arazi kiralayıp tarım işine, bal, peynir üreticiliğine girip, para kazandılar.
Rejim, 1960’lardan itibaren bölgenin genleriyle oynamaya, sola karşı duvar örme adına, dini fanatizm ve ırkçılık yaymaya başladı. 1970’lerde Rize’den, Sinop’tan, "Türk-İslam" sentezcisi ırkçı dincilere yüz sürme gezileri çoğaldı. 1990’larda JİTEM akını başladı. General Veli Küçük, çeteci katil olan Topal Osman’ın heykelini dikti. Kızıl Elmacı, Ergenekon denilen ırkçı akım taban buldu. AKP, tahrip edilmiş bu tabana kondu.
Kürdistan’dan büyük iyilik gören Karadenizliler, onlar devletin cinayet seferleri ve yangın akınlarında da, beklenen vicdani damarı gösteremediler. Varlıklıyken ekmeğe muhtaç olmuş, fındık işçiliğine başlamış Kürtleri sopayla karşalayıp, insani kapıları kapadılar. Yer yer, "hak yok, insanlık ölü, vicdan tatilde" diyen barbara yaranmak istercesine, parasıyla, ekmek, su bile esirgediler.
Son sözü söylemek gerekiyorsa eğer, iktidarın "bize rağmen Gladio" söylemi büyük yalan, başı sonu olmayan palavradır.
Nitekim can almaya çıkan, bunu başaramayan, ama hırsızlık ve talan yapanlar, poliste çayla ağırlandıktan sonra serbest bırakıldılar.
Buna karşılık, sokakta yürürken çekilen fotoğrafta ağzı açık görünen Kürt genci, kimsenin gölgesine basmamış, ama slogan bağıran terörist suçlamasıyla tutuklu.
34 insanı bir arada katledilmiş Roboskî halkı, sesini çıkardı diye ceza üstüne cezayla baskı cenderesindeydi. Kürtler için insaniyetin "i"sine dair bir jest yok ama, Başbakan, "süreç hassas" diyordu. Kürtleri linç seferlerine dokunup "katil adayları nerede?" demek, dağların bombalarla yarılması, Paris'te katliama laf söylemek hassasiyeti bozmaktı.
