1 film 1 kitap

Proletarya üçlemesi

Finlandiyalı yönetmen Aki Olavi Kaurismäki’nin yönettiği ve senaryosunu yazdığı “Proletarya Üçlemesi” (diğer isimleriyle “İşçi Üçlemesi” veya “Tutunamayanlar Üçlemesi”), 1986’da çekilen “Varjoja Paratiisissa” (Cennetteki Gölgeler), 1988’de çekilen “Ariel” ve 1990’da çekilen “Tulitikkutehtaan Tyttö” (Kibritçi Kız) filmlerinden oluşuyor.

Yönetmen Kaurismäki, kendisi gibi ülkesinin büyük yönetmenlerinden biri olan abisi Mika Kaurismäki’nin yanında sinemaya başladı ve “Leningrad Cowboys Go America” filmiyle dünya çapında tanınırlık elde etti. “The Man Without a Past” filmi ise Cannes gibi birçok festivalden ödülle döndü ve Oscar’a aday gösterildi.

Proletarya Üçlemesi, adından da anlaşılacağı üzere, işçi sınıfının hayatı ve sorunlarını odak alıyor. En uzunu 75 dakika olan üç film, “kendi halinde insanların” kurduğu “küçük dünyaları” konu alıyor. Özellikle karakterleri ile meşhur olan üçlemede Kaurismäki, en korkunç ve sıra dışı olayları dâhi yalın ve donuk bir anlatım ile izleyiciye sunuyor.

Yönetmenin bu üçleme dışında Finlandiya Üçlemesi ve mülteci sorununu konu edindiği Liman Kenti Üçlemesi başlıklarına sahip iki üçlemesi daha bulunuyor. Yönetmen, bir röportajında, şaka ile karışık, “Üçlemelere başlamak beni film çekmeye itti. Bu işi tembelliğimi yenmek için kullanıyorum” diyor.

Tütün: Yeni bir dünyanın romanı

Dimitar Dimov, 1909 yılının Haziran ayında dönemin Bulgaristan Krallığı’na bağlı Lofça’da doğdu. Babası, 2. Balkan Savaşı’nda yaşamını yitirmiş bir subaydı; yine subay olan üvey babası ise bir tütün uzmanıydı. Yazarın annesi ise tam bir edebiyat düşkünüydü. Bu denklem içinde Dimov’un “Tütün” romanı ile dünya çapında ün kazanmasına şaşmamalı.

Dimov’un “Tütün”ü, Bulgaristan’da Nazilerle işbirliği yaparak büyük bir ekonomik ve siyasal odak haline gelen tütün tröstünün ve bu fabrikadaki direnişçi işçilerin birbirlerinden derin bir uçurumla ayrışan çıkarlarına odaklanıyor. Dimov, faşizmin ekonomik ve siyasal yayılmacılıkla başlayıp açık işgale dönüşen egemenliğine karşı Bulgar işçi ve emekçilerinin verdiği partizan mücadelesini betimliyor.

Faşist işgal gibi çelişkilerin hayli keskinleştiği bir dönemde sınıf çatışmasında aldıkları konuma göre ayrı kamplara düşen kardeşlerin, aşıkların, kararsızlık içindeki orta sınıf aydınlarının düşünsel çalkantılarını ustaca sergileyen Dimov, romanı ile yeni ve insani bir dünyanın öyküsünü ortaya koyuyor.

Ne ki bu roman da, başka birçok benzeri gibi, reel sosyalist devlet aygıtı tarafından bir taraftan ödüllendirilse de, bir taraftan hoşnutsuzluklarla karşılaşıyor. Sovyet edebiyat çevreleri, romanın resmi sanat görüşü “sosyalist gerçekçiliğin” gereksindiği mantığı içermediği ve hatta “reaksiyoner felsefeden” muzdarip olduğu eleştirisi yapıyorlardı. Dimov, 1954 yılındaki yeniden baskı öncesinde kitabı önemli ölçüde elden geçirecekti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.