1 film 1 kitap


1 FİLM
İster kum tanesi olsun, ister kaya;
ikisi de aynı şekilde batar suya
"Gülersen bütün dünya seninle birlikte güler, ağlarsan tek başına ağlarsın."
Oldboy'un akıllara kazınan birçok repliğinden yalnızca biri bu.
Aynı hikayenin iki farklı versiyonu mevcut; esası Güney Kore, çakması ABD yapımı.
Chan-Wook Park'ın yönettiği Oldboy (Orijinal adıyla Oldeuboi; Türkçe'ye çevirenlerin layık gördüğü adıyla İhtiyar Delikanlı) 2004 yılında Cannes Film Festivali'nde Grand Prix Ödülü kazandı. Film, ünlü yönetmen Quentin Tarantino'nun da övgüsüne mazhar olmuştu.
Pek çok kişi, 'rahatsız edici' olarak tanımlıyor Oldboy'u. Hikaye kısaca şöyle:
Eşi ve yeni doğan bebeğiyle birlikte yaşayan Oh Dae-Su adında herhangi bir adam, 1988 yılının herhangi bir gününde, evinin önünden kaçırılır. Uyandığında küçük ve karanlık bir hücrede yapayalnızdır. Hücre derken, içeride muntazam bir düzen, yatak, televizyon ve diğer lüzumlu eşyalar vardır ve her gün kapı aralığından yemek verilmektedir; fakat ne birini -konuşmayı bırakalım- görmesine ne de biraz olsun dışarı çıkmasına müsaade vardır. Üstelik anlaşılan odur ki, oda kamerayla gözetlenmektedir.
Oh Dae-Su, tam 15 yıl sonra, herhangi bir günde, herhangi bir anda, damdan düşer gibi serbest bırakılır. 'Spoiler' vermemek adına uzatmayalım anlatımı; fakat ardından olaylar gelişir. Tecritin insan psikolojisinde yaratması muhtemel sonuçlardan daha fazlası vardır üstelik. Kalabalık nedir, yalnızlık nedir, insan neden yaşar ve nihayetinde aşk nedir? Birçok soruya dair oldukça cesur bir yanıt arayışını içeriyor Oldboy.
Birçok kişi izlemiştir kuşku yok ki ve izleyenlerin bazıları da beğenmez. Ama hiç değilse 'sorgulayıcı' bir gözle, ilgiyle izlenebilecek bir film Oldboy.
Filmden hatırımıza kazınan birkaç repliği de buraya yazmamız, sanıyoruz seyir zevkinize zeval getirmez:
* Sıradan bir hayat geçirdiğimi sanardım ama çok günah işlemişim.
* Avcının elindne kurtulmuş bir geyik gibi, tuzaktan kaçmayı başarmış bir kuş gibi, kaç kurtar kendini.
* İster kum tanesi olsun, ister kaya; ikisi de aynı şekilde batar suya.
* Bir hayvandan daha aşağı olsam bile benim de yaşamaya hakkım yok mu?
* Ne olduğum önemli değil, 'niçin' önemli.
* 15 yıl süreceğini söyleselerdi, dayanmak daha kolay olabilir miydi?

1 KİTAP
Dağlar konuştuğunda
her şey yeniden yazılır
"Dağlar yeri geldiğinde bir barınak ya da sığınak; yeri geldiğinde ona sığınanı koruyacak sıcak bir kucaktır. Ve yeri geldiğinde bir siper; içinde yağmurun, kanın ve gözyaşının gölünde bir savaşın resmini berrak bir ay ışığında yüzeye getirir.
Garzan dağları bir halaya tutuşurcasına sıralı, kendisine sığınanı bu coşkulu halaya katar. Hozan Mizgin'in de şarkı söyleyerek başını çektiği bu halaydan kopanlar ve bitmez bir türkü gibi katılarak halayı daha da güzelleştirenler vardır. Dağlar konuştuğunda ise anlatılmamış her şey yeniden yazılır."
'Dağlar Konuşsun', Serbest Kiçî kod adlı Salih Gezer’in ‘Garzan’da yaşanmış olanların kaybolmaması için tarihe not düşmek için kaleme alarak arkadaşlarına teslim ettiği ve “İleride eğer imkanlar olursa, bu kitabın redakte edilip yayınlamasını” önerdiği bir vasiyet, yani tarihe not düşme kitabı.
Bahoz Erdal, kitabın önsözünde şöyle anlatıyor: "15 Ağustos Hamlesi başladığında bütün Kürdistan’da olduğu gibi özellikle Botan’da da büyük bir etki yaratmıştı. 15 Ağustos Atılımı’ndan etkilenip gerillaya katılan ilk Botanlı gençlerdendi Serbestê Kiçî, yani Salih Gezer arkadaş. İsminden de anlaşılacağı gibi Kiçî’ydi ve Koçer’di. Koçerlik kavga kültürüyle yetişmenin adıdır. Buralarda herkes silahşördür. Bu toplumlarda elbette bireysel kahramanlar da olur ancak yaşamın kendisi herkesi bir kahraman ve dövüşçü olmaya zorlamaktadır. Japon samurayları gibi bir kez bu yaşama adım atmışlarsa, bunun içinde doğmuşlarsa hayatın sertliği, direniş ve savaşçılığı belirlenmiştir.
Onu tanımam 1993 yılında Cûdî’de gerçekleşti. Çok ilginç bir olay yaşanmıştı. Serbest arkadaş, Garzan’dan firar edip tek başına kendi imkanlarıyla Cûdî’ye kadar ulaşmıştı. Herkesin dilini yutacağı bir ‘iç firardı’ bu.
Daha sonra, Serbest arkadaş Botan’a giderken, bu kitabı ham haliyle basınımıza teslim etmişti. İleride eğer imkanlar olursa, bu kitabın redakte edilip yayınlanmasını önermişti. Garzan’da yaşanmış olanların kaybolmamasını istiyordu. Tarihe not düşmek gerekiyordu. Serbest’in Botan’a giderken son isteği, bu kitabın hazırlanıp yayınlanmasıydı. Çok sonraları el yazılarıyla hazırlanmış olan bu çalışmayı arkadaşlar bilgisayar ortamına aktarıp, üzerinde çalıştıktan sonra okuma imkanı bulmuştum. Bu anı çalışmasını bir nefeste okudum..."

