1 FİLM, 1 KİTAP


FİLM:
Sen yine de şarkılarını söyle!
Havalı ve kusursuz kahramanların yerini edebiyatta, sinemada hatta müzikte de hanidir antikahramanlar aldı. Doğum, ölüm yaşam grafiği içinde çizilen rolleri ellerinin tersiyle itenler 60’tan beri 'Yolda'lar ama bu ekibe bir de bu dünyanın içinde kahraman olmayı 'beceremeyen'ler eklendi.
Bu yıl ilk olarak 66’ncı Cannes Film Festivali’nde gösterilen ve orada Jüri Özel Ödülü alan 'Inside Llewyn Davis/Sen Şarkılarını Söyle', 1960’lı yılların başındaki New York’ta folk müziğinin yükseliş dönemini anlatıyor. Fakat Coen kardeşlerin, hikâyede anlattığı nokta müziğin yükselişi değil, aksine bu yükselmeye karşın tutunamayan bir adamın öyküsü.
O da anti-kahraman
Coen’leri yakından takip edenler bilecektir, ikilinin anlatmayı sevdiği antikahraman bu filmde de başrolde. Fakat baştaki tanımlamanın ikincisine giriyor bu antikahraman. Amerikan rüyasını elinin tersiyle itmiyor. Tam tersine bu müzik piyasasında tutunmaya çalışıyor ama beceremiyor. Tabii yine bir ret edişi var. Llewyn Davis, yükselen ikili üçlü, partnerli müzik anlayışının aksine tek kişi kalmakta ısrarcı. Tek başına yükselmek istediğinden değil. Bir zamanlar partneri olan Mike, kendini kimsenin atmadığı George Washington Köprüsü’nden atarak intihar ettiği için tek başına. Ama bu zamanla piyasanın koşullarına karşı bir duruş hâline de gelmiş durumda.
Ama bir yanıyla Llewyn’nın tek kalmakta ısrarı zamansız terk edilişene karşı bir duruş da taşıyor içinde. Bu ona herhangi bir şey kazandırmasa da, etrafındakilerin ondan beklediklerine bu anlamda ayak diremiş oluyor.
Bir kanepe yeter
Coen’ler kara mizahı oluştururken, karikatürize etmeme başarısının bir kez daha altından kalkıyor. Llewyn, kimilerine göre “beceriksiz” kendisine göre “hayalleri” olan bir adam olsa da bu hayallerin hamuruna bir tutam “kibir” katıyor Coen kardeşler. Bunu da, Llewyn’in kaybedişinin sebebinin, sadece dönemin şartları ya da arkadaşının intiharı olmadığını göstermek istercesine yapıyorlar.
Çünkü her şeyin ötesinde diğer birçok karakterin de belirttiği gibi Llewyn “bencil” bir adam. İnsanların “sorumluluk” olarak baktıkları şeylere onlar gibi yaklaşmıyor.
Babasını ziyaret etmeyişi, iki yıl sonra bir çocuğu olduğunu öğrenişi ki yine bu anlamda başı beladayken...
Garip bir şekilde sorumluluk duyduğu tek şey, evinden kaçan ve uzun süre adını bile bilmediği bir kedi oluyor.
Ki bunlara bağlantılı olarak da bu kaybeden adamın kedi dışında tutunduğu tek şey farklı farklı evlerde gecelediği kanepeler oluyor...
Özellikle müzikleriyle yarattığı atmosferi ustalıkla tamamlayan film, oyunculuklarıyla da senenin en iyi filmlerinden biri.
Inside Llweyn Davis/Sen Şarkılarını Söyle
Yönetmen: Ethan Coen, Joel Coen
Senaryo: Joel Coen, Ethan Coen
Görüntü Yönetmeni: Bruno Delbonnel
Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, John Goodman, Justin Timberlake
KİTAP:
Dağın yüreğiyle buluşmak...
"Eğer bir kafese alıştırılmamışsa, her insan özgürlüğü aramaya eğilimlidir. Dersim’de, özgürlükten başka hemen hiçbir şeyin hakim olmadığı dağlarda, özgür doğmuştum. Orada yaşayan herkes gibi benim de çocukluğumda sonsuz bir gökyüzüm, onun yüzünde sayılamayacak kadar yıldız ve aşağıda her yönde bilinmeze açılan, belki de dünyanın en güzel toprakları vardı. Bu topraklarda insanın hayatla ilişkisi içtendi. insanların dağlarda, dağ gölleriyle, ırmaklarla, zorlu geçitlerle büyülü ilişkisi vardı. Dağların, ırmakların, ormanların, geçitlerin kişilikleri vardı. Bu topraklarda, çevremdeki insanların kutsal bildikleri bu doğa kişilikleriyle ilişkilerinin, hayatlarını sağladığının ve güzelleştirdiğinin tanığı ve bazen öznesi oldum. Daha genç bile sayılmayacak bir yaşa erdiğimde bu özgürlüğün ve doğal hayatın düşmanlarının çok uzak olmadıklarını anladım."
Politik tutsak Hayati Kaytan, bu cümlelerle giriş yapıyor, 'Dağın Yüreği - Mavi Ada' anı/roman kitabına. Kaytan’ın 'cihanda ve Kürdistan’da, özgürlük uğruna toprağa düşen tüm yıldızlara, yıldızları doğuran analara ve annesi Gülizar'a ithafen 2015 yılında kaleme aldığı kitap, aynı yılın Eylül ayında Aram Yayınevi tarafından çıktı.
Kürt özgürlük gerillaları ve Türk ordusu arasında savaşın kıran kıran yaşandığı bir dönemecin ('93-'94) bizzat tanıklığının bir solukta anlatıldığı Dağın Yüreği'nde elbette bundan çok daha fazlasını göreceksiniz. Sırtını Serhat’ın yüreği Çiyayê Agirî’ye vermiş ve 'modern zamana' meydan okuyan bir grup gerillanın hayat karşısındaki imtihanı kadar özgürlük arayışlarının, savaşın çıplak yüzünün, "…çok eski zamanlardan bu yana halk topluluklarının korunaklı ülkesi, sömürgeci güçlerin zulmüne, baskısına, talan ve saldırılarına karşı ezilenlerin, direnenlerin sığınağı olan dağların" sade anlatımı yapılmakta.
Deneyimli gerilla Derya’nın komutasındaki gerillaların üç devletin sınır boylarında aylarca süren tehlikeli yolculuğu sadece küçük bir kesit...
'Ağrı Dağı’nın uçurumlarına yaslananlar…'
Kitabın basımını yapan Mezopotamya Yayınevi ise şu notu düşüyor arka kapağa:
“Bu kitapta sevdanın, aşkın, arayışın, direnişin, feda edişin, adanmanın, özgür yaşamı arayan yüreklerin direnişlerinin sınırlı hikayeleri vardır, özgür yaşamak için başka çaresi kalmayan insanların, dünyanın en gelişmiş silahlarına karşı çıplak yürekleriyle verdikleri mücadele vardır. Hayati Kaytan, insanın doğasıyla, canlı ve cansız hayatın bütün görünümleriyle nasıl büyülü bir ilişki kurabildiklerini ve nasıl, bir parçası olduğu hayatları özdeş olarak, bütün bir hayat gibi davranabildiğini de anlatmaktadır. Bir yanda bir avuç egemen savaş zengininin, hayatın bizzat kendisini yok etmek üzere yürüttükleri savaş, öte yanda hayatı savunmak için Ağrı Dağı’nın uçurumlarına yaslanarak, ondaki kadim güçle özdeşleşerek, hayatı savunanların savaşı…“
