100 yıllık zulüm!

Cafer TAR yazdı —

  • Tek Parti döneminin muktedirleri Şark Islahat ile yüz yıldır sürdürülen soykırım siyasetinin temel parametrelerini belirlemişler, geriden gelenler de bu soykırımcı siyaseti sürekli güncelleyerek sürdürmüşlerdir.

Vatandaş!
Türkçe konuş,
Konuşmayanı ikaz et!
 
Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye birden çok parçaya bölünmüş bir görüntü veriyor. Aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen insanlar her geçen gün daha fazla gelecekte de birlikte yaşama inançlarını yitiriyorlar. Eline iktidar sopasını alan diğerine şiddet uyguluyor; Türkiye Cumhuriyeti son yüz yıldır sürekli mağdur üreten bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. 

Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanların çok önemli bir kesimi diğerini öteki olarak görüyor ve ülkede yaşayan insanlar arasındaki duygusal mesafe her geçen gün daha fazla açılıyor.

Aynı mahallede hatta sokakta oturanlar bile kültürel olarak muazzam bir uyumsuzluk içerisindeler. Bu durum kimi zaman aralarındaki çok küçük sorunların çözümünü bile imkânsız hale getiriyor. Gazetelerin üçüncü sayfasında çıkan şiddet haberlerinin önemli bir kısmının nedenlerinden bir tanesi bana göre yukarıda sözünü ettiğimiz kültürel uyumsuzluktur. 

Devleti yönetenler sorunları sürekli şiddet yoluyla çözmeye çalıştığı ve kendi tekçi, insanlara yukarıdan bakan anlayışlarını topluma dayattıkları için aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen bu topraklarda bir türlü ortak bir değerler sistemi, duygudaşlık, kültürel uyum ortaya çıkamamıştır. 

Halbuki Türkiye Cumhuriyet’ini kuranlar daha 1918’den itibaren başta Kürtler olmak üzere bu topraklardan yaşayan bütün diğer halklara onların her türlü etnik, kültürel, inançsal, bölgesel haklarına saygılı olacakları konusunda güvenceler vermişlerdi.

Sivas Kongresi ve Amasya Protokolü’nde, daha sonra 1921 Anayasası olarak da adlandırılacak olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda ve Lozan Barış Anlaşması’nda Kürtlerin; başta dilleri olmak üzere her türlü haklarını kullanabilecekleri ifade edilmiş ve bunun üzerinden Kürtlerden rıza alınmıştır.

Özellikle ’21 Anayasası bu noktada oldukça önemlidir; bu metinde il yönetimlerinin özerk olacağı ve Kürtlerin de kendi bölgelerinde kendilerini özerk olarak yönetebilecekleri ifade edilmektedir. Söz konusu metinde resmi dilin Türkçe olduğu belirtilmekle birlikte ülkede konuşulan diğer dillerin kullanılmasına bir engel çıkarılmayacağı, herkesin kendi dilini mahkemelerde sözlü olarak kullanabileceği kayıt altına alınmıştır. 

Yine bizzat devleti yönetenlerin Türkiye Cumhuriyet’inin tapusu olarak nitelendirdiği Lozan Anlaşması’nın 39/4 maddesinde “Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticari işlerinde, din, basın yayın faaliyetlerinde veya açık toplantılarda dilediği dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır” diye net olarak ifade edilmiştir.

Aynı Anlaşma’nın 39/5. maddesinde ise “Devletin resmi dili bulunmasına rağmen Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır” hükmü vardır.

Bu belge ile aslında kendini bağlayan Türkiye Cumhuriyeti verdiği sözleri 1924 Anayasası ile inkâr etmiş ve altına imza attığı anlaşmaları yok sayarak yüz yıla yaygın bir baskı ve şiddet siyaseti ile Kürtleri asimile/yok etmeye çalışmıştır. 

Hemen arkasından Kürtler buna mukavemet etmiş ve tepkiler başlamıştır; bunun üzerine devlet Şeyh Sait’le başlayan Ağrı İsyanı ile devam eden süreci Dersim Soykırımı ile tamamlamak için insanlık dışı katliamlara girişmiştir.

Tek Parti döneminin muktedirleri Şark Islahat ile yüz yıldır sürdürülen soykırım siyasetinin temel parametrelerini belirlemişler, geriden gelenler de bu soykırımcı siyaseti sürekli güncelleyerek sürdürmüşlerdir. 

Buradan bakınca devletin son yüz yıldır Kürtlüğe karşı kimi zaman örtülü, kimi zaman açık bir savaş yürüttüğünü görüyoruz. Devletin başlattığı bu savaş Kürtlere çok zarar verdi; fakat bunu yapanlar da bu süreçten en az Kürtler kadar zarar gördüler.

Türkiye toplumu gelinen noktada Korkut Boratav’ın da geçenlerde söylediği gibi çürüyor; bozuluyor. Bu ülkenin insanı her geçen gün daha fazla özgürlüğünü kaybediyor, yoksullaşıyor, aynı ülkede yaşayan insanlar birbirlerine yabancılaşıyorlar. 

Türkiye’de devlet beklentili yaklaşımlar hiçbir zaman karşılık bulmadı; her zaman gelen gideni arattı. Bundan dolayı bir an önce Türkiye halkları kaderlerini kendi ellerine almalı, örgütlenmeli ve bu herkesi mağdur eden zalimliğe son vermelidir. 100. yılda bir dönem bitmeli ve halkların iktidarını esas alan yeni bir demokratik cumhuriyet dönemi başlamalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.