12 Eylül anayasası restore edilmek istenmektedir

Haberleri —

Birkaç yıldır Türkiye halkları yeni bir anayasa ile oyalanıyor. AKP’nin yeni ve demokratik bir anayasa yapma zihniyeti yoktur. AKP Hükümeti, 12 Eylül anayasasını restore etmek istiyor. 12 Eylül askeri faşist cuntasının yapamadığı başkanlık sistemini bu anayasayı da ekleyip tam da 12 Eylül anayasasının ruhuna uygun bir otoriter sistem kurmayı hedefliyor. Aslında başkanlık sistemini Kenan Evren de getirmek istedi. Ancak otoriter faşist yönetimini kalıcılaştırmak istiyor suçlamasına muhatap olmamak için başkanlık sistemini gündeme getirmemişti. Kenan Evren faşist bir cuntanın lideridir. Türk devletinin resmi ideolojisi temelinde Kürtleri tümden kültürel soykırıma uğratmak istemektedir. Türk egemen sistemlerinin çıkarları doğrultusunda hareket eden bir cunta lideridir. Zihniyeti şovenist ve faşisttir. Ancak şunu söylemek gerekir. Tayyip Erdoğan bu cunta liderinden daha faşist bir kişiliğe sahiptir. Kenan Evren’in düşüncesi, ideolojisi, siyasi programı faşisttir. Ancak kişilik şekillenmesi karşılaştırılırsa Tayyip Erdoğan, Kenan Evren’den daha otoriter ve faşist kişilik özelliklerine sahiptir. 

Şimdi böyle bir faşist kişilik bir anayasa yaparak başkan olmak istiyor. Faşist bir lider olmak istiyor. Anayasayı da bu faşist liderliğini yürüteceği biçimde tanzim etmek istiyor. Kesinlikle yeni bir anayasa yapacağız derken kastettiği budur. Hiçbir biçimde demokratikleşmeyi hedeflemiyor. Kürtlerin kimliğini, dilini ve kültürünü anayasal güvenceye alıp özgür ve demokratik yaşamını kabul edecek ne zihniyeti, ne politikası ne de niyeti bulunmaktadır. 

Kuşkusuz Türkiye’yi 12 Eylül anayasasından kurtaracak yeni ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır. Türkiye’nin temel sorunu budur. 35 yıldır faşist bir anayasayla yönetilmek çok ağır bir durumdur. Bu bile Türkiye’nin mevcut gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu anayasanın ruhu, özü, esas öngördüğü rejim değişmemiştir. Sadece bu anayasanın ömrünü uzatacak yamalar yapılmıştır. Şimdi yamalama değil, restore edilmek istenmektedir. 

AKP ve ittifakı olan güçler 12 Eylül anayasasını restore etmek için böyle bir gündem yaratmışlarsa, toplumun temel gündemlerini saptırmadan; ya da AKP’nin gündemine ve tartışma zeminine takılmadan demokrasi güçleri de kendi demokratik anayasa perspektiflerini, nasıl bir anayasa istediklerini ve bu yönlü demokratik anayasa taslağını kamuoyuna sunabilmelidirler. Bu konuda meydanı AKP’ye bırakmamaları ve AKP’nin nasıl bir anayasa öngördüğünün teşhirini yapmalıdırlar. Demokrasi güçlerinin hem demokratik anayasa argümanları güçlüdür, hem de AKP’nin öngördüğü anayasayı çok etkili biçimde teşhir edebilirler.


Demokratik anayasaya ihtiyaç var

Kuşkusuz Türkiye’nin acil demokratik bir anayasaya ihtiyacı vardır. Ancak şu anki siyasi zihniyet ve meclis oluşumu nedeniyle demokratik bir anayasa yapmanın imkanı yoktur. Türkiye’nin ihtiyacı olan bir demokratik anayasayı yapacak siyasi bir irade ortada bulunmamaktadır. Hatta anti-demokratik bir anayasa yapmak isteyen gerici faşist Erdoğan ve AKP vardır. Bunlara karşı mücadele edilmeden, bunlar teşhir edilip siyasi olarak etkisizleştirilmeden demokratik bir anayasa yapma imkanı bulunmayacaktır. Ancak AKP’ye karşı bir mücadele demokratik bir anayasa yapmanın önünü açabilir. Bu açıdan yeni ve demokratik bir anayasaya ulaşmak için AKP’ye karşı mücadele şarttır. 

Aslında Türkiye 7 Haziran seçimleriyle demokratik bir anayasanın yapımı için bir adım atmıştı. Tüm Türkiye’yi temsil eden bir meclis bileşimi ortaya çıkmıştı ancak 12 Eylül ruhu 7 Haziran ruhunu kabul etmedi. Siyasi bir darbe yapılarak 7 Haziran seçim sonuçları yok sayılmıştır. 

AKP Hükümeti anayasayı otoriter başkanlık sistemi için istemektedir. Bunu da aslında itiraf etmektedirler. Tüm faşist liderler gibi önümüzde engel olmamalı, hızla karar almalı, hızla uygulamalıyız; otoriter olursak sorunları hemen çözeriz, demektedirler. Yani hiçbir demokratik mekanizma ve denetim olmasını istememektedirler. Bunları faşist liderliğinin önünde ayak bağı olarak görmektedirler. Bir zamanlar Demirel 1961 anayasasının Türkiye’ye bol geldiğini söylerdi. Bu anayasanın Türkiye’nin gelişimi önünde engel olduğunu sık sık vurgulardı. Aslında bugün Tayyip Erdoğan’ın söylediği ile Demirel’in söylediği birbirine yakın şeylerdir. Ancak Demirel örgütlenme özgürlüğü, sendikal özgürlüklerin olduğu bir anayasadan şikayet ederken; Tayyip Erdoğan faşist bir anayasadan bile şikayetçidir. 


Başkanlık sisteminin amacı

Kuşkusuz 1961 anayasası Kürtçülük, komünizm ve şeriat tehlikesini vurgulayan bir anayasadır. Dünyada sol etkisizleşince 141. ve 142. maddeler kaldırıldı. 12 Eylül’de dinin devlet içine alınması kararlaştırılarak 163. madde (şeriatla ilgili) kaldırıldı. Aslında bu adımlar demokratikleşme için değil, gelişen Kürt Özgürlük Hareketi’ni yalnızlaştırmak için yapılmıştı. Solun artık tehlike olmadığı düşünülüyordu. Zaten devrimci mücadele ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi için terörle mücadele yasası çıkarılmıştı. Artık eskisinden daha kolay devrimcileri, özgürlük ve demokrasi isteyenleri tutuklayabiliyorlardı. 10 bin kişinin KCK’lidir diye tutuklanması bunun en somut ifadesidir. Yani 12 Eylül anayasasına göre devlet istediği zamanda 1980 ve 1970’ler öncesinde olmadığı kadar kolay tutuklamalar yapabiliyordu. İşte Erdoğan tüm bu faşist yasaları yeterli görmemektedir. Faşist uygulamaları önünde engel olabilecek her şeyi ortadan kaldırmak istemektedir. Faşist karakteri ve politikaları önünde hiçbir engel görmek istememektedir. Başkanlık sisteminin esas amacı budur.

Biz, Türkiye demokratikleşmeyle uçar derken, Tayyip otoriterleşmeyle Türkiye uçar demektedir. Aynı Hitler’in Almanya’yı Avrupa’da uçurması gibi Tayyip de Türkiye’yi benzer yol ve yöntemlerle uçurmak istemektedir. Tayyip’i 1930’lar dünyasının faşist liderleriyle karşılaştırmak gerekir. Geç kalmış bir faşist karakterdir. Aynı zihniyetin geç doğmuşudur. Zaten düşünce kapasitesi; olayları ele alışı gerçekten de çok kaba bir kasaba politikacısını hatırlatmaktadır. Eski çağların kurnaz siyasetçilerinin yeni karakteridir. Ne düşüncede, ne yöntemde, ne üslupta, ne tarzda bir kalite ve derinlik vardır. Cehaletin tehlikeli hali olarak da görülebilir. Binmiş Türkiye halklarının yarattığı değer ve imkanlar atına, kör emellerine koşturmaktadır. Bir yerde koşturduğu at çakılıp kalacak ve baş üstüne yere çakılacaktır. 

Başkanlık sistemi tehlikelidir. Türkiye’yi otoriterleştirmekten başka bir sonuç vermez. Ahmet Hakan’ın kendine göre bir başkanlık yumurtlaması, bu gerçekliği gözlerden kaçırmak isteyen bir işlevden başka bir iş göremez. Tayyip Erdoğan otoriter faşist rejim sistemine sadece gaz verir. Zaten Tayyip böyle gevşemeler ve destekçiler bulunca başkanlık sistemini daha fazla dillendirmeye başlamıştır. Hem de eskisinden daha fazla ve cesaretle. Ne diyelim, Ahmet Hakan’a hayırlı olsun! Yumurtadan tam da Tayyip Erdoğan’ın istediği bir kuş çıktı. Ahmet Hakan o kadar zorlamış ki, basit karşılaştırmalar ve akıl yürütmeler yaparak çok büyük bir tez ortaya atmıştır. Marks’ın belirttiği zorun ebelik rolü böyle değildir. Karşı devrimci zorun ebeliği de böyle olmaktadır. Ne diyelim, o düşündüğü başkanlığın hayrını görsün!

ABD’deki örnek dışında hiç kimsenin savunacağı ve savunduğu bir başkanlık sistemi yoktur. Tayyip Erdoğan Rusya’dakinden çok çok otoriter başkanlık sistemi istemektedir. Rusya modeli, AKP’nin düşündüğü model yanında zemzem suyuyla yıkanmış kalır. 


Yerel otoriteler ve başkanlık sistemi

Türkiye’nin bir siyasi tarihi ve kültürü vardır. Ortadoğu’nun bir siyasi tarihi ve kültürü vardır. ABD’nin bir siyasi tarihi ve kültürü vardır. Bunları ortaya koymadan başkanlık sistemi istemenin kötülüğü nerededir; başkanlık deyince hemen otoriterizm, diktatörlük akla geliyor gibi şeyler söylemler bir demagojidir. Türkiye’nin siyasi tarihi, Ortadoğu’daki yönetim geleneği, başkanlık denildiğinde akla demokrasiyi değil, otoriterleşmeyi getirir. Bu doğru bir düşünce tarzıdır. 

ABD tarihine bakalım. ABD coğrafyası 19. Yüzyıla kadar bir devlet görmüş müdür? Otoriter bir yönetim geleneği var mıdır? Her şeyi kuruluşu ve kökleriyle açıklamak doğru değil midir? Siyaset sosyolojisi ve bilimi buna fazlasıyla önem vermektedir. 

ABD’nin kuruluşunda kuşkusuz Yerlileri yok etme gibi çok olumsuz bir gelenek, gen ve damar vardır. ABD siyasetinin ve sosyolojisinin bunu sürekli sorgulaması gerekir. Hiç kimse bu durumun yarattığı olumsuzluklar tümden aşılmıştır diyemez. Kültürel kodlara şöyle veya böyle yerleşmiştir. 

Ancak ABD devletin olmadığı bir coğrafyada kurulmuştur. Toplum örgütlenerek kendi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamını kurmuştur. İlk önce bir devlet yoktur. Toplumun desteğini alan ve toplumla seçilen özyönetimler vardır. ABD’nin birçok yerinde böyle yerel otoriteler oluşmuştur. Her yerelin kendine göre kuralları ve yönetim tarzı olmuştur. Çünkü hepsinin ayrı ayrı kuruluş hikayesi vardır. Bugün bile farklı eyaletlerde farklı kanunlar var. En temel yasa olan insan yaşamı konusunda bile farklılıklar vardır. Bazı eyaletlerde idam kararı vardır; bazılarında bu yönlü yasalar farklıdır. 

ABD köklü devlet ve iktidar geleneği olmadığı için bu durum doğrudan demokratikleşmeye yatkın bir toplum gerçeği ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle birçok kurum demokratik temelde oluşmuştur. Örneğin adalet ve yargı sistemi tamamen toplumun seçtiği kurumlar tarafından yürütülmektedir. Yasalar toplum tarafından çıkarılmaktadır. Yerel meclislerde toplumun etkisi ve denetimi güçlüdür. Aslında Rönesans ve reform sonrası Avrupa’da gelişen halk devrimleri kültürünü, etkisini ve özünü en fazla da devlet otoritelerinin olmadığı; yeni otoriter olan güçlerin de zayıflığı nedeniyle en fazla Amerika’da göstermiştir. Bu nedenle ABD’nin siyasal ve toplumsal kültüründe belli düzeyde demokratik değerler vardır. 

Eyaletlerin birliği de bir sözleşme temelinde olmuştur. İlk önce merkeziyetçi yapı, sonra eyalet sistemi gündeme gelmemiştir. Bu nedenle devlet oluşumuna birleşik devletler denmiştir. Bu açıdan yerelin yetki alanı güçlüdür. Kuşkusuz bir iç savaş olmuştur, ama yine de sonunda eyaletler arasına bir sözleşmeyle birleşik hale gelmişlerdir. Birleşik hale yerel değerler kabul edilerek varılmıştır. Başkanlık, bir yönüyle bu eyaletleri koordine eden siyasi bir figür olarak ortaya çıkmıştır. İlk başkanların demokratik, eşitlikçi, adaletli karakteri öne çıkar. Zaten böyle olmazsa yerel otoriteleri bir araya getiremez. Zapturapt ve diktatörce yaklaşımlarla değil, demokratik ve adil davranışlar eyaletleri bir araya getirmiş ve birleşik devletler olmuştur. Bu nedenle ilk kurucu, birleştirici başkan olarak bilinen Abraham Lincoln’ın karakteri hep anlatılır. Bu nedenle de ABD’de başkan olmada ölçü hep Abraham Lincoln’dır. Toplum böyle başkan ister. Dış politikada farklı olsa da iç politikada demokratik tutum göstermeye özen gösterirler. Yoksa başkanlıkları sorgulanır. Özcesi ABD başkanlık kültürüne demokratik, adil ve hümanist değerlerle başlangıç yapmıştır. 

ABD’de otoriterleşme, merkeziyetçi eğilim ulus-devlet zihniyetinin dünyada hakim olduğu 20. Yüzyılda gelişme eğilimi gösterse de, eyaletlerin birleşik devlet kuruluşunda daha güçlü ve etkili geleneğe sahip olması bu eğilimlerin istediği gibi hakim olmasını engeller. Kapitalizmin çarpıcı gelişmesi bu eğilimi güçlendirse de, demokratik eğilimi kırması ve etkisizleştirmesi mümkün olmamıştır. Demokratik değerler toplumda varlığını hep sürdürmüştür. Kuşkusuz kapitalizmin toplumu dağıtması bu değerlerin toplumsal temelini zayıflatsa da, geleneği ortadan kaldırmak kolay değildir. Gelenek varlığını ve direnişini sürdürür. 

Dikkat edilirse bugün dünyada kutlanan çok önemli günler ABD kaynaklıdır. 19. Yüzyılda demokratik ve sol mücadelenin en güçlü olduğu yer ABD’dir. 1 Mayıs gibi sola ait en önemli gün ABD kökenlidir. Bunun gibi daha birçok örnek vardır. Emekçilerin mücadelesini anlatan ilk önemli romanlar ağırlıklı olarak ABD toplumundaki mücadeleyi anlatırlar. Bu açıdan ABD’nin siyasal ve sosyal mücadeleler tarihini çok iyi bilmek gerekir. 

ABD 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra emperyalizmin başı ve gericiliğin merkezi haline gelmiştir. Ama Vietnam’a karşı mücadelede ABD toplumu ayağa kalkmış Vietnam’daki savaşı sonlandıran önemli etkenlerden biri olmuştur. Bu açıdan kapitalizmin hakim olduğu ABD’de asker-sivil bürokrasi, burjuva sınıfı dünya gericiliğini beslemeye devam etse de, ABD’yi sadece bunlardan ibadet saymak da doğru değildir. Bir de hala toplumsal geleneğin sürdürdüğü değerler vardır. 


Erdoğan, Kenan Evren olmak istiyor

Bunları şunun için belirtiyoruz; ABD’de başkanlık sistemi otoriter bir eğilimin isteğiyle gelişmemiştir. Başkanlık sistemi böyle gündeme gelmemiştir. Demokratik değerlerin güçlü olduğu bir siyasal süreçte başkanlık sistemi gelişmiştir. Hem toplumsal demokratik değerler vardır, hem de yerel demokrasiler güçlüdür. Dolayısıyla o zaman bir koordinatör başkan önemli olmuştur. Ama yerel meclisler güçlüdür; genel kongreler ve meclisler güçlüdür. Türkiye’de istenen başkanlık bir toplumsal koordine için istenmiyor; başta Kürtler olmak üzere farklı topluluklar ve yerel demokrasi eğilimleri ezilmek isteniyor. Meclislerin güçlenmesini değil, meclislerin baypas edileceği bir sistem öngörülüyor. Özcesi diktatörlük yetkileri isteniyor. Bu açıdan Türkiye’de başkanlık daha fazla baskı ve toplumu zapturapt altına almak için isteniyor. Türkiye’de 90 yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yarattığı demokratik değerler ve mevziler yok edilmek isteniyor. Bu nedenle Türkiye’de gündeme konulan başkanlık sistemini tartışmaya bile gerek yoktur. Aslında sadece Tayyip Erdoğan’ın zihniyetine, kültürel altyapısına, üslubuna ve politikasına bakarsanız istenen başkanlığın ne olduğu anlaşılır. Erdoğan Kenan Evren olmak istiyor. Kenan Evren sadece içeride otoriter olup Türkiye’yi düzene sokmayı istiyordu. Tayyip Erdoğan ise başkanlığı ya da otoriterleşmeyi sadece içerideki demokrasi güçlerini bastırmak için değil, bölgesel demokrasi güçlerini bastırmak için istiyor. Yani otoriter faşist karakterini daha ileri götürüyor. Osmanlı dağılırken Enver Paşa’nın hamlesini şimdi Erdoğan yapıyor. 

Türkiye’de bu zihniyete karşı mücadele verilip geriletilmeden yeni ve demokratik bir anayasa yapılamaz. Ancak sürekli toplumu aldatmak için yeni bir anayasayı gündemleştirdiklerinden bunların nasıl bir anayasa ve nasıl bir Türkiye istedikleri konusu da maskelerini düşürmek için demokratik bir anayasa taslağını topluma ve sivil toplum örgütlerinin tartışmasına sunmak ve bir demokratik anayasa taslağını ortaya çıkarmak önemlidir. 


Sorun demokratikleşmedir

Türkiye’nin temel sorunu demokratikleşmedir. Türkiye demokratik mi olacak, yoksa otirter bir ülke haline mi gelecek esas gündem budur. Yoksa parlamenter sistem mi olsun, başkanlık mı olsun tartışmaları bir gündem saptırmadır. Demokratikleşme gündemini berhava etmek ve böylece başkanlık amacına ulaşmak için böyle bir gündem ortaya atılmıştır. Kuşkusuz Türkiye demokratik olmadığı için en uygun sistemi getirseniz bile pek fazla bir anlam ifade etmez. Bu nedenle şu anda var olan sistemin eksikliği ve yetersizliğine bakarak başkanlık sistemini önermek bir saptırmadır. Türkiye’de var olan sistemin yetersizlikleri demokratik olmayan zihniyet ve amaca bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Şu anda Türkiye’nin sorunları demokratik olmamasından kaynaklanıyor. Ama Tayyip kafalılar otoriter başkanlık sistemi olsaydı bunlar olmazdı diyor. Hani toplumda söylerler ya “bir iki tanesini sallandır da bak ortalık nasıl süt liman oluyor” anlayışının daha genel bir biçimde ifade edilmesidir başkanlık. 

Sorunun demokratikleşme olduğunu ortaya koyup Türkiye’yi demokratikleştirecek bir anayasa ortaya koymak lazım. Bunun en temel noktası da meclislerin ve yerel demokrasinin güçlü olduğu bir sistem olmalıdır. Yeni anayasa bu temel değerler etrafında şekillenmelidir. Meclisleri güçlü kılmak her zaman toplumu güçlü kılma eğilimidir. Türkiye’yi yönetenlerin otoriterleşme eğilimlerini kısıtlayacak güçlü meclislere ve merkezin ceberutluğunu önleyen yerel demokrasilere ihtiyaç vardır. Türkiye için demokratik anayasa gerekiyorsa ihtiyaç olan budur. İlk önce meclislerin ve yerellerin güçlü olduğu bir gelenek yaratılırsa, toplumun siyaset üzerinde daha fazla etkili olduğu bir siyaset yaratılırsa o zaman sistemde aksayan düzeltme tartışmaları yapılabilir. Kaldı ki o zaman başkanlık tartışması yapılmaz. Çünkü demokratikleşme eğilimi geliştiğinde hiç kimse ve kurum Ortadoğu gibi bir coğrafyanın geçmiş tarihini düşünerek başkanlık sistemini önermez. Çünkü bu sistem eksiklikleri ortadan kaldırmaz; aksine sürdürür. 

Demokratikleşme yaşandığında hiç kimse meclisin, yerelin ve tabanın güçsüzleştiği bir sistemi kabul etmez. Aksine bu sistemin doğruluğu görülerek meclisin, yerelin ve toplumun güç olduğu sistemden geri adım attıramaz. Meclisler ve yerel demokrasinin güçlü olduğu, radikal ya da devrimci demokratlar rejimi toplum tarafından savunurlar. Biz radikal demokrasi derken, toplumun tabandan örgütlenmiş olduğu ve doğrudan demokrasinin gelişme zemininin güçlendiği doğrudan demokrasi kurumlarının geliştiği bir demokrasiden söz etmekteyiz. 

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.