13 Eylül 1980’de ne oldu?

Haberleri —

Her Eylül ayı geldiğinde, içimde bir hüzün kulaklarımda bir uğultu başlar. Bir ay boyunca saldırganlaşırım. Zaman her şeyin ilacıdır diyenler yalan söylemişler. Ben 32 yıldır değişmedim. Bilmiyorum neden? 68’liler gibi kaşarlanmış bir kuşaktan olmadığımdan mı? Yoksa, sessizleştirilen, yok sayılan bir 78 kuşağından olduğumdan mı dır, bilmem. Ben içimdeki acıdan ve öfkeden hiç kurtulamadım. Yani zaman su gibi akıp geçsede, benim içimdeki yaralarıma derman olmadı, olamadı.
70 yıllarda, devrimci mücadelerle benim gibi sokaklarla tanışan gençler, sokakda yürümeyi öğrenmeden koşmaya başladılar. Olaylar, tutuklamalar, ölümler artıkca, yanlarında vurulup düşen yoldaşlarını gördükce koşdular. Yorulma nedir bilmediler. Kendilerine sunulan devrim aşkına ölesiye vurgundular. Devrim aşkıyla, gençlik enerjilerini birleştirip, her alanda olmaya çalıştılar. Hayatlarında okumadıkları kadar kitap okudular. Sınıf bilinçini, işci sınıfını, devrimci savaşları. Clara Zetkinleri, Rosa Luxemburglar o yıllarda öğrendiler. Felsefeyı dünya klasiklerını okudular. Marks’ı, Felsefenin Temel İlkelerini, o günlerde ezberlediler. Lenin’i, Mao’yu öğrendiler. Gruplara, farklı fraksiyonlara ayrıldılar. Bitmeyen bir enerjileri devrim idealleri vardı. Hızlandıkça hızlandılar. Birden 12 Eylül 1980  sabahı yolları aniden faşıst sistem tarafından kesildi. Önlerine kurulan barikatı devirmek için, o zamana kadar güvendikleri 68’liler kuşağının gücünü görmek için, arkalarına dönüp baktıklar, o güçlerin yok olduğunu, kaybolduğunu işte tam o anda anladılar.
Vebalı gibiydiler. İlk darbeyi ailelerden yediler. Onlara dair herşeyi, resimleri kitapları eşyaları aileler talan edip yok ettiler. Bu yetmiyormuş gibi, sistemi haklı bulan aileler kendi çocukları  suçlu ilan ettiler. TC kuruldu kurulalı herşeye boyun eğip, teslim olan aileler isyancı çocuklarına sistemden daha fazla eziyet edip, faşist TC cuntasının anayasasına yüzde doksan gibi bir “evet” verdiler.
Sokakları, ailelerini, işyerlerini kaybeden 78’liler sonra tek, tek ele geçirilerek zindanlara gömüldüler. Daha tazecik vücutlarına değmeyen sevgili eli yerine, polisin askerin elini vücudunda içleri kanayarak hissettiler. Aşağılık, iğrenç, insanlık onurunu inciten işkenceleri yaşamak zorunda kaldılar. Kimilerinın yaşı büyütülerek asıldı. Kimileri sorgulanmadan, kura çekilerek, göz dağı vermek için idam edildi. Kimilerinin üzerinde işkencehanelerde deneyler yapılarak, parçaları kullanıldı. Kimileri sakat bırakıldı, kimileri işkenceye dayanamayarak teslim alındı. Kısacası bir kuşak, yaşamın anlamını anlayamadan, yaşamdan canice, canavarca alınarak yok sayıldı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi o güne kadar, mücadele edinerek elde edilen tüm demokratik hakları geri aldı. Binlerce insan fişlenerek görevlerinden atıldı. Bilime, ilime, devrimci sanata dair, kemalizm öğretsi TC milliyetçiliğinin ve sünni dinin dışında hiçbir şey kalmadı.
TC’nin demokrat, sol ilerici muhaletine, dünyanın hiçbir sosyalist, sol ülkesinden, grubundan partisinden destek gelmemişdi. Aradan on yıl gibi bir süre geçip 1990 yılı geldiğinde de dünyadaki, sol sosyalist devletler sistemler partiler, gruplar kendilerini fes edip değişince; TC tarihinin, can çekişen sol hareketinin büyük bölümünün beyin ölümleri gerçekleşti.
1990’dan sonra tüm dünyada değişen konjöktürü göremeyen 68 kuşağının büyük erkek sol teorisyenleri, uzun vadeli politikalar üretemenin psikozuyla ya içine kapandı ya da sistemle uzlaşarak, gazete köşelerini kaptı. Geçmişine dair sol nostaljilerle bazen medyada, bazende kahvelerde, futbol maçı izleyerek, ama toplumada kendini büyük devrimciydim diye satarak bir otuz yılı geride bıraktı.
Bu arada TC’nin sol tarihi ilginçtir, hiçbir kadın lider yaratmadı, hatta 12 Eylül anlatılırken paneller, toplantılar, yapılırken hiçbir kadın militanı hatırlamadı. Sol ideolojilerin erkekleri kadınları, derneklerinin arka odalarında, kadının yeri olarak gördükleri mutfaklarda kilitli olarak bıraktı. Aslına bakarsanız “Kadın sorununu, ulusal sorunları” devrim sonuna bıraktıkları için de, devrim olmayınca da normaldir, kadınları  hiç mi hiç hatırlamadı.
Ama ne zaman sıra, para eden 12 Eylül dizi ve filmlerine geldi. İşte o zaman devrimci erkekler kadınları hatırladı. Her devrimci erkeğe bir kadın sevgili, bir eş bulundu. Sanki kadın sol ideolojileri anlamaz, devrim nedir, devrimci nedir bilmezmiş gibi, devrimci erkeği tamamlayan bir unsur olarak piyasaya sürülerek, kadının rolü, nostaljik solun “sevgili” malzemesi olarak belirlendi.
Herkes 12 Eylül’de ne olduğunu TC’de neler yaşandığını artık biliyor. Binlerce teorik yazılar, bilimsel tezler, romanlar, senaryolar yazıldı, çizildi. Hatta 12 Eylül faşizmi, aradan otuz yıl geçince AKP’nin, MHP’nin bile kullanacağı bir duygusal, dramatik bir seçim malzeme olarak topluma sunularak, kullanıldı. Erdoğan gibi dinci, ırkçı biri bile medyada çıkıp, utanıp sıkılmadan ağladı.
Ama, henüz kimse çıkıp, bir gün sonra, 13 Eylül 1980’de ne oldu? diye sormadı. Milyonlarca insanı sokağa döken, devrim naraları atan, mangalda köz bırakmayan, devrimi o örgüt yapamaz, biz yaparız diyen ve birbirlerini yiyen SOL, bir günde, hiç direnmeden, nasıl ortadan toz olup kaybolabildi..?
Not: Bu yazı kesinlikle devrimci mücadeleye inanan, bedel ödeyen, kurtuluşu sosyalizmde görenlere affen yazılmamıştır. Bu yazı teoride başka düşünen, pratikte başka davranan, sol hareketleri erkekleştiren, kadını köleleştiren, eşitliğe inanmayan, cinsler, diller, dinler arası ayırım yapan, sistemlere teslim olan, bazı örgütlerin erkek ‘lider’ ve ‘teorisyen’lere karşı kaleme alınmıştır. 


Yazar-Hamburg


paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.