14 Temmuz direnişi devam ediyor!


Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın Diyarbakır Cezaevi’ndeki insanlık dışı uygulamalara karşı bedenlerini ortaya koyduğu ölüm orucu direnişinin üzerinden 34 yıl geçti. Tarih sayfalarında unutulmayacak bir direniş olarak yerini alan 14 Temmuz direnişine tanıklık eden isimlerden biri olan Gani Alkan, bugün Cizîr, Sur, Nisêbîn’de verilen varlık mücadelesinin de “14 Temmuz direnişinin ruhundan cesaret alma, kararlı olma durumu” olduğunu ifade etti.
12 Eylül’ün kanlı günlerinde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde insanlık dışı işkencelere maruz kalan PKK’nin öncü kadroları, bu işkencelere karşı bedenlerini ortaya koyup 14 Temmuz 1982 tarihinde ölüm orucu direnişi başlattı. Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Mustafa Karasu, Muzaffer Ayata, Fuat Kav, Fuat Çavgun öncülüğünde başlatılan ölüm orucunda, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yaşamlarını yitirdi. Verilen bu kayıplara rağmen gösterilen direniş tarihin adeta seyrini değiştirdi.
8 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde kalan Gani Alkan, o zorlu direniş günlerinde mücadeleye ortak olan yüzlerce tutsaktan biri. Alkan, tanık olduğu 14 Temmuz direnişini, sonrasını, günümüzde ortaya konulan direnişi değerlendirdi.
Özel statü
Diyarbakır Cezaevi’ne 1980 yılında giren Alkan, kaldıkları cezaevinin özel bir statüye tabi tutulduğunu ve bu statüye göre uygulamaların olduğunu dile getirdi. Cezaevi idaresinin Kemal Yarmak, Esat Oktay Yıldıran ve onlara bağlı özel ekiplerden oluştuğunu belirten Alkan, cezaevinde kaba işkence değil, tutsakların onurunu kırmaya dönük bir saldırı olduğunu ifade etti.
Burada Kürdistan’da filizlenen hareketi bitirmeye dönük tutsaklara baskı uygulandığını söyleyen Alkan, bu yönelimle aslında Kürt Özgürlük Hareketi’nin hem içeride hem de dışarıda baskıyla, şiddetle, ölümle, teslim almakla bitirilmek istendiğini vurguladı.
Teslimiyete karşı direniş
O günlere kadar Diyarbakır Cezaevi’ndeki yönelimlere karşı tutsakların direniş geleneğinin olmadığını anlatan Alkan, alınan ölüm orucu kararı ile yeni bir direniş, yeni bir karşı duruş ortaya koyulduğunu söyledi.
Alkan, verilen bu direnişin dönem için taşıdığı anlamı ise şu sözlerle dile getirdi: “Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Mazlum Doğan, Akif Yılmaz ve diğer arkadaşlar büyük bir sorumluluk bilinciyle yaklaştı. Dört duvar arasında seslerimizin boğuk kalmaması için, seslerimizin dışarıya yansıması ve mücadelenin büyütülmesi için hep çaba içinde oldular. Bu çığlığın, mücadelenin dışarıya yansıması için de siyasi savunma yapılmasına karar verildi. Savunmalarla içerideki direniş dışarıya yansıtılabilirdi. Teslimiyete karşı direnişi örgütlemek anlayışıyla tarihi direnişe hazırlıklar yapıldı. PKK’deki yoldaşlık, fedakarlık, bir önderlik, beceri ve tarihi bir sorumluluk ister. Bu arkadaşlar o sorumluluğun anlayışı içinde oldular hep. Ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Kemaller, Hayriler, Aliler, hiç kimsenin birbirinden haberdar olamayacağı, insani ilişkilerin bile kesik olduğu bir alanda böylesi büyük bir direnişi tüm cezaevine yayarak bir direniş ortaya koydular.”
İlk kıvılcımı Mazlum yaktı
Alkan, direniş ateşini Mazlum Doğan’ın 3 kibrit çöpüyle yaktığını, hemen sonrasında 18 Mayıs 1982 tarihinde ise isimleri tarihe “Dörtler” olarak yazılan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in tutuldukları hücrede kol kola girerek bedenlerini ateş topuna çevirdiğini belirten Alkan, bu eylemlerin ardından ise 35’inci koğuşta kalan tutsakların 14 Temmuz örgütlenmesine hazırlık yaptığını kaydetti. Alkan, 35’inci koğuşta bulunan tüm tutsakların bu eyleme giderken kimseye şart koymadan ve sonuna kadar kararlı bir şekilde sürdüreceklerini ortaya koyduğunu ifade etti.
‘Taleplerimizi canımızla alacağız’
Eylemin nasıl başlatıldığını ise Alkan, şöyle anlattı: “14 Temmuz günü Hayri arkadaş ölüm orucuna başladığını mahkemede söyledi. Bu, 14 Temmuz direnişinin zirveleştiği bir eylem oldu. Mahkemenin asker olan hakimi, ‘Hayır Hayri, yapma, vereceğiz kalem ve kağıtları’ dedi. Hayri arkadaş ise ‘Artık çok geç. Veremezsiniz siz. Sizin evet ve hayırlarınızla hareket etmem. Taleplerimizi kendi canımızı ortaya koyarak alacağız. Kendi kazandığın, kanını vererek aldığın hakları hiçbir güç elinden alamaz. Kürt halkı bir gün bizi yargılarsa, düşmanımızın ne kadar acımasız olduğunu göz önüne alırlarsa bize hak verirler’ dedi. Onun arkasından Kemal Pir de ölüm orucuna katıldığını söyledi. Ali Çiçek, Mustafa Karasu, Muzaffer Ayata, Fuat Kav, Fuat Çavgun da ölüm orucuna katılacaklarını mahkemede söyledi. Daha sonra da eylem yayıldı.”
‘15 Ağustos’a yansıması oldu’
14 Temmuz direnişinin anlamının teslimiyete karşı direnişi örgütlemek, fedakarlığı geliştirmek olduğunun altını çizen Alkan, direnişin yansımasının günümüze kadar devam ettiğini söyledi. Diyarbakır Cezaevi’nde yok etmeye karşı direnişle karşı konulduğunu söyleyen Alkan, 14 Temmuz hamlesinin 15 Ağustos 1984 atılımına vesile olduğunun altını çizdi.
Alkan, şöyle devam etti: “14 Temmuz’da direnişi büyüten arkadaşlar her şeylerini ortaya koydular. İşkenceye, saldırıya inat büyük bir moral, her an direnişe hazır olma durumu vardı. 14 Temmuz direnişine karar veren arkadaşlara dönük büyük bir fiziki işkence uygulandı. Sonrasında ise uzun bir süre sessizlik hakim oldu. Cezaevinde sahiplenme gün geçtikçe arttı. 14 Temmuz direnişi açıklanırken, mahkemede diğer koğuştan arkadaşlar da olduğu için haberimiz oldu. Günlerce süren bu direniş sonucunda arkadaşlarımız canlarını ortaya koydular ama kaybedenler hiçbir zaman onlar olmadı. O günden bugüne direnişin devam ettiğini görüyoruz.”
‘14 Temmuz direnişi devam ediyor’
O günkü ruhun günümüzde de yaşatıldığını, 14 Temmuz’un hem direnişin hem de dirilişin tarihi olduğunu ifade eden Alkan, yok olmaya karşı var olmanın direnişle ortaya konulduğunu söyledi. Diyarbakır Cezaevi’nde cezaevi direniş geleneğinin temelinin atıldığını da vurgulayan Alkan, bugün Cizîr, Sûr, Nisêbîn ve Gever’de aynı ruhun yaşatıldığını dile getirdi.
Alkan, sözlerini şöyle noktaladı: “Şu anki AKP zihniyetiyle o günkü zihniyet arasında hiçbir fark yok. 12 Eylül zihniyeti Kürtleri yok etmekti, bugün de AKP zihniyeti Kürtleri yok etmek istiyor. 14 Temmuz direnişinin ruhundan cesaret alma, kararlı olma durumudur, Cizîr, Sûr, Nisêbîn. Yok etmeye karşı bir varlık mücadelesi veriliyor. Bugün sergilenen direniş, geçmişte Diyarbakır Cezaevi’nden, kadrolardan cesaret, örnek alma durumudur. Bugünkü kazanımlar, teslimiyeti yok etmektir. Cizîr, Sûr, Nisêbîn, tıpkı 34 yıl önce kazanıldığı gibi kazandı. Kentler yıkıldı ama direniş sürdü. İnsanlar katledildi ama mücadele devam etti ve devam ediyor. Bugün de AKP’nin cezaevlerindeki uygulamalarına karşı bir karşı duruş ve direniş ortaya konuluyor. İlk zamanlar cezaevi direniş geleneğimiz yoktu. Ama şimdi Mazlumlardan Hayrilere, Alilerden Ferhatlara değin bir direniş geleneği, bir miras var. Bu miras ışığında sistemin baskılarına karşı konuluyor. Bugün Türkiye ve Kürdistan’daki tutsaklar 14 Temmuz geleneğine sahip çıkarak teslimiyete karşı koyuyor. Bugün de içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye dönük büyük bir direniş sergileniyor. İçerdeki direniş dışarıyı, dışarıdaki direniş içeriyi besliyor. 12 Eylül’ün belini Amed’teki direniş kırmıştır. AKP’nin de bugün yaptıklarını da Kürdistan kentlerinde ve cezaevlerindeki direniş kıracak.”
AZİZ ORUÇ/DEVRAN TOPTAŞ/DİHA/AMED
Kürtler küllerinden doğdu!
14 Temmuz direnişini “Kürt halkının kendi küllerinden yeniden doğması” olarak tanımlayan o dönemin tanıkları, çöküşün içinde bir direnişin yaratıldığını ve zafere ulaştırıldığını kaydetti. Tanıklar, çöküşün içinde bir direnişin yaratıldığını ve zafere ulaştırıldığını anlattı.
12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde olan Mersin 78’liler Derneği Yöneticisi Ahmet Şelemet, darbe ile birlikte kendisinin de aralarında bulunduğu çok sayıda devrimci ve demokratın cezaevine koyulduğunu söyledi. Cezaevinde insanlık dışı uygulamalar ile karşılaştığını ifade eden Şelemet, “Burada bizleri korkutma, pasifize etme ve insanlıktan arındırmak için her yolu denediler. İnsanlar lağımların içine atılıyordu ve dışkı yediriliyordu. Koğuşların içi pislik doluyordu ve biz bu pisliklerde yaşamak zorunda kalıyorduk” dedi.
Cezaevindeki hücrelerde özellikle insanlık dışı uygulamaların yaşatıldığının altını çizen Şelemet, bu hücrelerin başında 5 No’lu zindanın geldiğini belirterek şöyle devam etti: “Burada insanlara itirafçılık ve teslimiyet dayatılıyordu. Türk tarihini, Osmanlı tarihini sana zorla öğretiyorlardı. İstiklal Marşı, Nutuk gibi şeyler bize dayatılıyordu. Bunları öğretmek için işkence yapma, günlerce aç bırakma, günlerce hücrelerde lağımın içinde bırakma gibi insanlık dışı şeyler uygulanıyordu. Ayakkabılarımız, elbiselerimiz alınıp çırılçıplak bırakılıyorduk. Arkadaşların koltuk altları ateş ile yakılıyordu. Bunları öğrendiğin takdirde seni koğuşa alacaklarını söylüyorlardı. Bu şekilde insanların iradesi teslim alınmak isteniyordu.”
‘Direniş kültürü gelişmeliydi’
O dönemde koğuşlarda yaşananı ve direnişin koğuşlara yayılmasını anlatan dönemin tanıklarından biri de Mersin 78’liler Derneği Dönem Sözcüsü İbrahim Bilen.
Yaşadıkları işkencelerin anlatmakla bitmeyeceğini, dolayısıyla işkencelerden ziyade gelişen direnişin önemli olduğunun altını çizen Bilen, bu direnişi ise şöyle tanımladı: “Kürdistan’da ilk defa böyle vahşi bir işkence ile karşı karşıya kalmıştık. Bu vahşete karşı bir direniş kültürünün gelişmesi gerekiyordu. Dünya devrim hareketlerinde bunun gibi örnekler vardı ama Kürdistan’da bu ilk olduğu için biraz daha farklıydı. Arkadaşlar direnişi geliştirmeye çalışırken mahkemelere gidip gelmeler vardı. Mahkemelerde cezaevinde yaşananları anlatıyor ve bu uygulamalar son bulmazsa devrimciler olarak müdahale edeceklerini açıkça beyan ediyorlardı. Son olarak Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz mahkemeye çıkarak cezaevlerinde vahşetin uygulandığını ve bu vahşet ile Kürt halkının iradesinin teslim alınmaya çalışıldığını belirterek ölüm orucuna gireceklerini beyan etti.”
Kararın cezaevine yayılması
Bilen, alınan bu kararın cezaevinde duyulmasının ise başlı başına bir sıkıntı olduğunu ifade etti, nasıl duyduklarını da şöyle anlattı: “Cezaevinde bilgi almak neredeyse imkansızdı. Hücrede ölüm orucunun başladığının 36’ncı koğuşta haberini aldık. Şehit Ali Temel arkadaş bağırsak enfeksiyonundan hastaydı. O zaman eğitime çıkarıyorlardı bizi. Ali arkadaş hastalığı nedeniyle iki gün çıkmayınca bunların dikkatini çekti. Bir gün birden büyük bir gürültü ile koğuşun kapısı açıldı. Esat Oktay Yıldıran ve 40 tane gardiyanla birlikte koğuşa girdi. ‘Nerde o ölüm orucuna giren’ diye bağırmaya başladı. Ali Temel arkadaşı getirdik, ‘Burada arkadaş, hasta’ dedik. Yanında bir doktor da getirmişti. Doktora ‘Bunun nesi var’ dedi. O da bağırsak enfeksiyonu geçirdiğini söyledi. ‘Ölüm orucunda değil mi’ dedi. Doktor ‘yok’ dedi. Ancak bu şekilde haber aldık arkadaşların ölüm orucu başlattığını.”
Direniş Kürdistan’a taşırıldı
Ölüm orucunun duyulması ile birlikte koğuşlarda bir direniş hareketinin başladığını ifade eden Bilen, tutsakların artık var olan koşulları kabullenmediklerini belirtti. Bunun üzerine cezaevi yönetiminin engellemek için koğuşları dağıttığını vurgulayan Bilen, şöyle devam etti: “Beni 32. koğuşa götürdüler ama artık kıvılcım çakılmıştı. Bütün arkadaşlar direnişin sahiplenilmesi gerektiğini ve bunun Kürdistan mücadelesi ile taçlandırılması gerektiğini bilince çıkardı. Özelikle Hayri arkadaşın mahkemedeki son konuşması olan ‘Ben bundan sonra mahkemeye gelmeyeceğim, her kim ki Kürdistan’da bir devrim gerçekleştirmek istiyorsa silahlı mücadeleyi esas almalıdır’ sözü, direnişi cezaevi dışına taşırdı.”
‘Çöküşün içinde direniş inşa edildi’
Dönemin tanıklarından Mersin 78’liler Derneği üyesi Tahir Ertürk ise 14 Temmuz’un teslimiyet ve çöküşün içinde direnişi inşa ettiğinin altını çizdi. Ertürk, şöyle konuştu: “Diyarbakır Zindanı, adeta 2. Dünya Savaşı’ndaki Nazi kampına dönüşmüş, hatta daha ötesine geçmişti. Zindandaki uygulamalarla amaç, zindanda kalan PKK kadroları, yurtseverleri ve taraftarları şahsında daha yeni bir diriliş içerisinde olan, yeni filizlenen bir hareketi ezmekti. Zindandakiler teslim olsaydı, her şey çok farklı olurdu. Bu nedenle 14 Temmuz, Kürt Özgürlük Hareketi için bir kırılma noktasıdır ve adeta Kürt halkının kendi küllerinden kendini yeniden yaratmasıdır.”
PKK’nin öncü kadrolarından Hayri Durmuş’un “Ben halkıma borçlu gittim” sözleri ile Kemal Pir’in “Tarihin bana verdiği görev burada yaşamak, burada direnmek ve burada ölmektir” sözlerini de hatırlatan Ertürk, Kemal Pir ve Hayri Durmuş‘un bu sözlerinin 14 Temmuz direnişinin önemini yeterince ortaya koyduğunu ifade etti.
‘Karar almak başlı başına başarıydı’
14 Temmuz’un Kürtlerin ters giden tarihinin tersine çevrilmesi olduğunu vurgulayan Ertürk, “Türkiye’nin hiçbir cezaevinde ‘Türkçe konuş, çok konuş’ sözleri yazılmamıştı ama Diyarbakır zindanında bu vardı. Buradaki amaç ise inkar ve imhadır. Hayri Durmuş arkadaş, şehit düşmeden önce bize, ‘Ne yaparsanız yapın, mahkemelerde siyasi savunma yapın’ diyordu. Bunu istemesindeki amaç ise Kürtlerin varlığını kanıtlamaktı” dedi.
Ölüm orucu kararını ilk olarak alan Hayri Durmuş’un, bu kararını Riha’da (Urfa) mahkemede aldığını belirten Ertürk, “Ölüm orucu kararını alan Hayri arkadaşa mahkemede bulunan diğer tutsaklar da katılıyor. Hayri arkadaş hücresine dönerken ‘Başardık, başardık’ diye bağırdı. Düşünsenize zindanda ölüm kararını almak dahi bir başarıydı. Zindanda bizim kendi ölüm kararımız dahi elimizden alınmıştı” diye belirtti.
Direnişin öncüleri olan Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ı tarif etmenin mümkün olmadığını dile getiren Ertürk, o dönemin öncülerini yine o dönem öncülerinden Ali Çiçek’in “PKK bize ihaneti değil direnmeyi öğretti” sözleriyle tarif etti.
SADIK TOPALOÐLU/DİHA/MERSİN
