1453: Çok beğendik devamını bekleriz!


Her zaman söylerim, ben bu memlekette milliyetçi olsam önce Cüneyt Arkın’ın ensesine çökerim; Türk tarihini komediye çevirdiği için. Küçük kızım hiçbirini kaçırmıyor yıllardır; her seferinde yerlere yatıyor gülmekten; iyi de oluyor, böylece şovenizm zehrine komik yoldan bağışıklık kazanıyor. O gırtlaktan mızrak pörtletme sahnesi olmasa bu filme de götürürdüm ama akla da paraya da ziyan. Ben vazife uğruna yanmışım, hiç olmazsa sabi sübyan yanmasın!Veni vidi feci! Gittim, gördüm, hangi akla hizmettir bilmem yazdım!
Adettir, sinema yazılarının ikinci paragrafında konu biraz çıtlatılır ama ben çatladıktan sonra neyini çıtlatayım bilmiyorum ki. Olaylar İstanbul’da geçiyor sanırım; Fetih ordusu yürürken arkada Everest’e benzer bir şey var ama o vakitler jeolojik ortam başka tabii. Bir Fatih var, milyonlardan oluşan dijital bir ordusu var; ben diyeyim Amed Newroz’u, siz deyin Kazlıçeşme, öyle bir şey! Bir de Ulubatlı var ki, padişahtan daha önemli; nasıl oluyorsa Fatih’e kılıç öğretiyor, akıl veriyor; bir yandan da top yapımcısı Urban ustanın evlatlık kızına -uysa da uymasa da- yanıp tutuşuyor; bu arada Sergen, Hürrem Sultan’la birlikte ceza sahasına giriyor, Nihat Doğan da Survivor’da Pascal’la kavga edip Dördüncü Murat’ın twitter’ından ağzını bozuyor, vs. vs... Netice itibarıyla, heyecanınızı kaçıracağım ama İstanbul fethediliyor! Benim anam, biri gereksiz bir iş yapıp da bunu marifet sandı mıydı, hep aynı lafı söylerdi: „Fethettin gari!“ Hakikaten öyle, yönetmen Aksoy, fethetmiş gari! Tamam, böyle anlatınca çok sulu görünüyor ama yapacak bir şey yok, insan senaryo yerine ilkokul düzeyindeki tarih bilgisini türlü tevatürlerle süsleyerek „ortaya karışık“ servis ederse ne yapılabilir ki?
Oturup bir tarihsel film yaparsınız; anlarız. Tarihsel fonda gerçek insanların öykülerini öyle bir anlatırsınız ki, Angola’da filmi izleyen adam da anlar. Ama bildiğimiz Malkoçoğlu hikayelerine deli gibi para döküp dijital efektlerle yeniden yapınca, kızımın ciddiye almadığını biz nasıl ciddiye alacağız? Tasla şarap içip sapık kahkahalarla hamamda kadın oynatan „Kahpe“ Bizanslılara aynen devam edip rahmetli Erol Taş’a haksızlık ederseniz, Çatlı sıfatında küffar ilinden adam kaçıran, Fatih’i bile sollayıp geçen bir Ulubatlı’yı karşımıza dikip Cüneyt’e haksızlık ederseniz, ne diyeceğiz? Memlekette dijital vardı da Cüneyt mi kullanmadı?
Bu bir film değil!
Tamam, ideolojik boyutu anladık, Türk’üz, asarız keseriz, herkes bizden üç buçuk atar, ama bu sinema değil ki! Öyle „efektler çok iyi ama konu zayıf kalmış“ gibi laflar yumurtlayan oportünist sinema yazarları kendilerine de sinemaya da hakaret ediyorlar. Bu bir film değil, iyi bir film değil. Film, iyi kötü bir öyküdür; tevatür cümleleri Fatih’e söyletmek için art arda skeçler yazıp, araya bol bol aksiyon eklemek değil. İlle de efekt istersem Avatar’ın suyu mu çıkmış? 15 dakika boyunca bana Ulubatlı ile Guistiniani’nin Matrix’ten çakma cebelleşmesini seyrettiriyorsan, sekiz köşe mi olmam gerekiyor? Jackie Chan’ın suyu mu çıkmış? Bizans’a çocuk katlettirip Fatih’e Ayasofya’da „Clinton Sakarya’da“ pozu yaratan Aksoy, Ertürk Yöndem’in kaçıncı göbekten torunudur? Ağır çekimde gömlek patlatıp kan foşurdatmayı Sam Peckinpah icat edeli kaç yüzyıl oldu sahi? Toprağı bol olsun, Ömer Lütfü Akad, bel çekiminden daha yakın çekimi kusur sayarmış derler, şimdi anlıyorum bilgisayar icat olunca mertliğin ne cehenneme gittiğini.
Fethettiniz gari!
Netice itibarıyla, anamın dediği gibi fethettiniz gari! Salondan çıktık, Taksim’den Kağıthane’ye bir buçuk saat ayakta yolculuk, evde de elektrikler kesik, İgdaş faturası kapıda 180 kaat... Fethettiniz gari! İyi ki de fethettiniz; yoksa Konstantiniyye sefaletten kırılıyor olurdu!
E artık devamını da bekleriz bunun. Mesela „1071“ olabilir önce; sonra „1930 Zilan“ gelebilir; sonra „1938 Dersim“ olur; Uludere’ye kadar yolu var! Türk’ün ne kadar kahramanlık macerası varsa bence art arda çekilmeli ki çocuklarımız tarih öğrensin! Allah Aksoy’a daha çok versin, İvedik 3 ve 4’ü de yapsın arada boşluk olmasın diye. Ama bu sefaleti bize film diye yutturmayın. Ben yine safımdır yutarım da, kızım yutmaz, haberiniz olsun! Bu arada, sevgili Yeni Özgür Politika okurları; benimkisi bir vazife, sıktım dişimi katlandım; sizin böyle bir mecburiyetiniz yok, rahat olun...
M. ENDER ÖNDEŞ
