15 Ağustos 1984 Atılımı’nda Zihinlerdeki karakol vuruldu


Komutan Mahsum Korkmaz (Agît) öncülüğünde gerçekleştirilen 15 Ağustos Atılımı’nın 30. yıldönümü.
Kürdistan, Türkiye, Suriye, İran ve Irak’ta ortaya çıkan bugünkü gelişmeler, 15 Ağustos Atılımı’nın her zamankinden daha çok halkların ve ezilenlerin kurtuluş umudu olduğunu gösteriyor.
O günkü zor şartlarda gerçekleştirilen 15 Ağustos Atılımı, bugün halkların kurtuluş projesine dönüşmüş durumda.
Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirilen bu başkaldırı, sömürgeciliğin zihinlerde inşaa ettiği karakollara yapılan bir saldırı olarak görülüyor.
KCK Genel Başkanlık Konseyi üyeleri Ali Haydar Kaytan ve Sozdar Avesta, KCK Yürütme Konseyi üyeleri Mustafa Karasu, Sabri Ok ve Fatma Adır ile 15 Ağustos Atılımı’nı bütün boyutlarıyla konuştuk.
15 Ağustos 1984 Atılımı öncesi Kürt toplumunun siyasal ve toplumsal durumu ve Türkiye’de genel siyasi atmosfer neydi?
Ali Haydar Kaytan: Atılım öncesi Türkiye’de korkunç faşist bir zulüm, zorbalık sistemi hüküm sürüyordu. Ordu iktidarı ele geçirmişti ve dört dörtlük faşizm uyguluyordu. Bunun adı da toplumu şiddet temelinde yeniden düzenlemekti. Binlerce insan tutuklanmış, işkencelerden geçiriliyordu. Kürdistan’da durum daha da kötüydü. Daha önce gelişen işgalleri aratan şekilde yeni bir işgal yaşanıyordu. Toplumda pasifikasyon uygulamaları sonucu devlet sessizliği hakim kılmıştı.
PKK’nin bu süreç içindeki öngörüsü tuttu. PKK ve Önder Apo böyle bir darbenin gelişebileceğini öngörüyordu. Bu öngörüye bağlı olarak Önder Apo, Filistin güçlerinin olduğu Lübnan topraklarına çekilmişti. 80’e yakın arkadaşlarımız da kısmi geri çekilmişti. Ancak darbe gelişir gelişmez diğer güçlerimiz de, daha güvenli alanlara, Ortadoğu’nun sıcak mücadele alanlarına çekildi. Bu, darbenin saldırıları karşısında bir gücün varlığını koruması anlamına geliyordu. Ancak aynı başarı diğer güçler açısından uygulanmadı. Bu nedenle darbe sol, sosyalist güçlere yönelik birçok açıdan sonuç aldı. Özellikle Türk solundaki örgütsüzlük darbenin sonuç almasını kolaylaştırdı, sistem tüm örgütleri dağıttı.
Yine bu dönemde Kürdistan’da saf şiddet hakim kılınmıştı. İşkence altındaki tutsakların çığlıklarından başka çığlık duyulmuyordu. Cezaevlerinde müthiş bir direniş vardı. 15 Ağustos öncesi, devlet tam pasifikasyonu geliştirmek için zindanlarda idam politikalarını başlattı. 60’a yakın tutsak idam edildi. Bunlar arasında birkaç tane sağ milliyetçi de vardı ama ağırlıklı sol güçlerdi. Bu koşullarda geleceği düşünerek bu zulüm ve zorbalığı durdurmak, direnişe geçmek anlamında PKK’nin hazırlığı vardı.
Maraş Katliamı olduğunda Önder Apo, ilk değerlendirmesinde bunun darbe hazırlığı olduğunu söyledi. Bunu dikkate almadan Kürdistan’da mücadele etmenin sonuçları korkunç olacaktı. Bu amaçla Önderlik, 1979 sonlarında yurtdışına çıktı. Diğer güçlerimiz hazırlık için geri çekildi. Daha sonra güçlerimiz, mevcut güçleri örgütleyerek darbeye karşı mücadele edebilmek için geri dönmüşlerdi. Gerilla mücadelesi başlatılmak istendi. Bu hazırlıklardan Kemal Pir arkadaşın yakalanması, Delil Doğan arkadaşın şehit düşmesi nedeniyle sonuç alınamadı. Delil Doğan arkadaşın şehadeti üzerine, darbeden bir ay sonra tüm alanlardan güçlerimizin çoğunluğu geri çekiliyordu. Amacımız darbenin amaçlarını boşa çıkarmak ve direnişi tüm alanlarda hakim kılmaktı.
Sayın Mustafa Karasu, Sayın Kaytan zindanlardan darbeye karşı ilk direnişin geliştiğini belirtti. Zindanlarda 12 Eylül sonrası yaşanan durum neydi?
Mustafa Karasu: 12 Eylül darbesi belirli bir plan ve projeyle gelmişti. Bu da Kürt Özgürlük Hareketi’nin kökünü kazımaktı. Çünkü PKK’nin gelişimini ve Kürdistan’da toplumsallaşmasını kendisi için tehlike olarak görmüştü. Ağrı direnişi sonrası kendi gazetelerinde çıkan bir karikatürde “Hayali Kürdistan burada meftundur” algısını, ki ülkede bu algı vardı, bunu PKK kırdı. Kürdistan’ın hayali olmadığını, mezara konulamayacağını gösterdi. PKK’nin Kürt toplumunda yarattığı özgürlük düşüncesi, özgür ve demokratik yaşam düşüncesi çok gelişmişti. Buna karşı 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bütün PKK kadro ve taraftarlarını zindanlara alarak, zindandaki önder kadrolar şahsında PKK’yi zindanın betonlarına gömmek ve Kürdistan’da gelişen özgürlük umudunu tekrar bitirmek istiyorlardı. Zindanlar bunun için bir alan olarak kullanıldı. Tabii Kürdistan başlı başına bir zindan haline getirildiği gibi Amed Zindanı da Kürt Özgürlük Hareketi’nin boğulacağı bir mekan haline getirilmek istendi, böyle bir politika izlendi.
Özellikle hareketimizin geliştiği Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Batman başta olmak üzere her tarafta tutuklamalar yapılarak zindanlara konuldu. Bu yönüyle Amed Zindanı tutsakların teslim alınıp pasifikasyonun tümden Kürdistan’a yayılacağı bir merkez yapılmak isteniyordu. Tabii Amed Zindanı’nda PKK’liler teslim alınsa, itirafçılık, pişmanlık geliştirilecek, zaten bu konuda önemli adımlar atılmıştı, bunu tüm tutsaklara yayarak, Amed Zindanı şahsında Kürt toplumunda teslimiyet yaygınlaştırılıp geliştirilecekti. Amed Zindanı’nda gerçekten bu politika vahşice uygulandı. Orada Kürt halkının umudu zindana gömülmek isteniyordu. Şöyle bir politika izleniyordu: “İşte PKK özgürlükten, bağımsızlıktan, sömürgeciliği yıkıp Kürt’ün özgür ve demokratik yaşamını kurmaktan bahsediyordu, bunu militanca büyük özgürlük tutkusuyla söylüyordu. İşte bakın en yiğitleriniz, en militanlarınız pişmanlık gösterdi, teslim oldu” denilerek topluma olumsuz model yaratılmak ve Türkleştirme politikasını etkili bir şekilde pratikleştirmek istiyorlardı.
Sayın Ok, 15 Ağustos 1984 hamlesinde hem hazırlık sürecinde hem de o birliklerin içinde yer aldınız. Biraz o süreci anlatır mısınız?
Sabri Ok: 15 Ağustos kararı birden alınmadı. Güçlerimiz Ortadoğu’ya çekilmişti, tabi buraya çekilme de tesadüf değildi. Birçok hareket de bilinçli veya bilinçsiz kendilerini zorlanmış hissederek geri çekildiler. Ama bizim hareket, Ortadoğu’yu seçti, çünkü Ortadoğu mücadele alanıydı, Filistin hareketi vardı. Dünya ulusal kurtuluş hareketlerinin merkeziydi. Önderliğin Ortadoğu’yu seçmesi bilinçlidir ve zaten sonuçlar da görüldü. Baştan itibaren bütün eğitimler, 1. Konferans’tan sonra yönümüzü Kürdistan’a dönmek, okuduğumuz halk kurtuluş mücadelesinden çıkardığımız derslerle kendi özgürlük mücadelemizi geliştirmeye dönüktü tüm hazırlıklarımız. Bu süreçte Vietnam, Çin ve birçok ülkelere dair bir çok kitap okundu. Bunlar olumlu etki yapsa da biz kendimizi tam olarak bu kitaplarda bulamadık. Kürdistan daha ayrıydı, özgünlükleri vardı. Hareketimiz, Önderliğimiz bunları değerlendirdi, örgütlenme sorunlarını, ulusal kurtuluş cephesini, silahlı mücadele stratejisini, ittifaklar sorununu, bütün bunları kadro yapımıza yedirerek, eğitim vererek, 1982 Ağustos ayında gerçekleştirdiği 2. Kongre ile resmileştirdi, hareketin görüşleri haline getirildi.
‘Bizim yönümüz Kürdistan dağlarıydı’
Kongrede ülkeye dönüş kararı alındı. Bizim yönümüz Kürdistan dağlarıydı. Şu an bulunduğumuz Xinere, Lolan bilinçli seçilmiş alanlardı. Zagrosların önemli yeriydi. Önderlik bu alanları mücadele alanları olarak önümüze koydu. Öncelikle ilişkiler geliştirilmeye çalışıldı. Çünkü ilişkilerimiz yoktu, Karasungur arkadaşın öğretmenlik yaptığı dönemlerde Hakkari’de tanıdığı kimi kesimler vardı, sınırlı sayıdaydı. Kuzey’de nasıl ilişki geliştireceğiz, nasıl bir coğrafyaya yerleşeceğiz, bunun çalışmasını, tartışmasını yürütüyorduk. Hatırlıyorum; Lolan’da 83’ün Mart ayında günlerce yaptığımız toplantılarda önümüzde bir harita vardı, harita üzerinden yoğunlaşıyorduk, hazırlıklar yapıyorduk. Tabi ondan sonra öncü gruplar oluşturularak, Kürdistan’ın birçok alanına gönderildi. 15 Ağustos Atılımı daha önce yapılmalıydı, hazırlıklar buna yeterliydi, ki Önderlik bunu eleştirdi. 1983 yılında Önderlik bu atılımın yapılmasını istiyordu, ama bizim yetersiz yaklaşımlarımız nedeniyle geç kaldı, 15 Ağustos 1984 tarihinde yapıldı.
Peki, 15 Ağustos bilinçli bir tarih miydi, tercih miydi?
Bu karar alındığında ben yoktum, Heval Agît ile birlikte Botan’daydım. Bu karar, Lolan’da alındı. Aslında 14 Temmuz hedeflenmiş, ancak zamanın yetmeyeceği düşünülerek uzatılmış. Yani sanırım çok bilinçli değil, yani 14 Temmuz’dan 15 Ağustos’a kaydırılıyor. Çünkü Botan’daki güç ancak kendini hazırlayabilirdi. Hedefler bilinçli seçildi. Eruh ve Şemdinli bilinçli seçilen hedeflerdi. Aslında Çatak da vardı. Eruh’ta 14 Temmuz Silahlı Propaganda Birliği’nin başında Agît arkadaş vardı, Şemdinli’de 21 Mart Silahlı Propaganda Birliği başında Abdullah arkadaş vardı. Çatak’ta da başka birlik vardı başında Terzi Cemal vardı, ama bunlar farklı gerekçeler ile yapmadılar. Yani bilinçli yapmadılar.
Hazırlıklarımız öyle çok yüksek silahlarla değildi. Silah hiçbir zaman belirleyici değil, biz bunu Giap’tan biliyoruz. Meşhur 34 kişilik silahlı propaganda birliği vardı, elinde sopası olan bile vardı. Buna rağmen 3 emperyalist gücü dize getirmeye başardılar. Yani bu nedenle silah belirleyici değildi. Bizim daha çok iç hazırlıklarımız, zamanı geriye çekmek, daha önce başlatma gibi bir gecikmemiz oldu. Zaten tarihi eylemlerde yer alanların çoğu milislerdi, yurtseverlerdi. Böyle iyi bir hazırlık vardı. Halkın bu atılımla birlikte 12 Eylül faşizmine karşı gösterdiği direniş ve bize katılımı yükseldi. Harekete karşı o zamana kadar yapılan anti propaganda, “Türkiye’de silahlı mücadele başlatılamaz, PKK Kürt gençlerini Kürdistan dağlarında öldürtecek” şeklindeydi. Bu anlamda da hareket zamanında tarihsel bir çıkış yapmak ve pratikte bu tür yalan yanlış propagandaya cevap vermek açısından önemli bir atılım yaptı.
15 Ağustos hakkında çok değerlendirme var. İlk kurşun gibi. Bu atılım daha sonra büyük askeri, siyasi ve toplumsal gelişmelere yol açtı.
Sayın Kaytan, biraz o dönemki ruhtan bahsetmenizi istiyoruz. Motivasyon ve kararlığı neydi PKK kadrolarının?
Ali Haydar Kaytan: Ben çok iyi hatırlıyorum. 14 Temmuz Direnişi olduğunda Amed Zindanı’ndan çıkan arkadaşlar vardı. Kongreye geldiler. Bu direnişin başladığını onlar söyledi. Üzerinden bir ay gibi bir süreç geçmişti. Tabii 14 Temmuz Direnişi bir yönüyle yurtdışına çıkan PKK kadrolarına direniş bayrağını devralma, Kürdistan dağlarına taşıma çağrısıydı. Bu çağrıya aynı anda yanıt veriliyordu. Güçlerimiz Kürdistan’a dönmeye başlamıştı. Kongreye bu mesaj gelince tüm arkadaşlar Kürdistan’a gitmek istiyordu.
Kürtlerde cesaret, fedakarlık var, ama bu yetmez. Ahmet Arif’in şiirinde de var; teke tek dövüşte yenilmediler, diye. Tamam, ama işgalci devletleri yenecek bir direnişi geliştirebilir misin? Sorun budur, Kürdistan tarihinde daha büyük isyanlar vardır ama bunların ömrü 3 ayı geçmemiştir. Yani uzun soluklu bir mücadeleyi ortaya çıkaran ruh nasıl bir ruhtur? PKK’ye, Kürt gençlerine bu ruhu kim vermiştir, onu sorgulamak lazım. Bizi maceraperest olarak değerlendirenler vardı. Ama öyle değil. Önder Apo’nun deyimiyle iğne ile kuyu kazar gibi bu gelişmeler yaratıldı. Gerçekten de öyleydi, yani macera falan değil. Sistem her şeyi vaat ediyor, bugün bile sıradan bir ücret için ülkelerini bırakıp el aleme çalışıyorlar. Peki aynı sistem içinden çıkan bir genç sisteme karşı direnen bir noktaya nasıl getirilmiştir? Önemli olan her türlü zulüm ve zorbalığa, baskıya karşı ısrar, irade ve kararlılığa getirmekti. İşte bu başarılmıştır. Apocu ruh dediğimiz de budur. Başarıya götüren de budur.
‘Atılım 1982’de yapılmalıydı’
Normalde bakıldığında Önderliğin son değerlendirmeleri ışığında, aslında atılım 1982’de yapılmalıydı. 1981’de Birinci konferansta güçlerin ülkeye geri dönüşü kararı alınmıştı. Öyle olsa belki 14 Temmuz olmayacaktı. Birinci Konferans parti tarihimizde hazırlık ve toparlanma durumu olarak değerlendiriliyor. İdeolojik, siyasi, askeri çizgi netleşiyor. Ciddi bir netleşme yaşanıyor. Politik rapor var. Bugün için bile önemli bir belge. O dönemde grupların ülkeye geçişi kararı var. Gerçekten o zaman başarabilsek belki yoldaşlarımız şu anda yaşıyor olacaktı. Ama Önder Apo neden o zaman göndermedi? Çünkü güçlerin durumuna bakıyor, mücadeleyi süreklileştirecek bir yapının ortaya çıkmadığını, hazır olmadığını görüyor.
Sayın Ok, bu eylem Eruh’ta planlandığı gibi oldu, Şemdinli’de kısmen gerçekleştirildi. Bu eylemlerde yer alanlar olarak o an duygularınız neydi?
Sabri Ok: Ondan önce bir şey eklemek istiyorum. Heval Fuat da (Ali Haydar Kaytan) anlattı. Atılım aslında 82’de olacaktı. Gerçekten bu atılım 82 de olsa, hatta 83 de olsa bizim tarihimiz çok daha farklı olabilirdi. İçimizden çıkan Semir gibilere de cevap olacaktı. Yine cevap oldu, ama biraz gecikmeli oldu. Şimde sorunuza gelirsek, biz Botan’daydık. Eylemi koordine eden ve başında olan Heval Agît’ti. Biz o zaman başka yerde bekliyorduk, eylemde yoktum. Heyecanla bekliyorduk. Biz zozanlara gidiyorduk. Bildiriler hazırdı; Kürtçe ve Türkçe olarak. İşte, BBC haberi verecek, biz de dağıtacağız. Ama bir gün geçmesine rağmen BBC haberi vermeyince biz kaygılandık. 3 gün sonra Agît arkadaşlarla buluşunca eylemin çok başarılı geçtiğini öğrenince çok sevindik. Yani ilk eylemler çok önemlidir. Bu mücadelenin tutacağı, gelişeceği demektir. Arkadaşların kendine güveni, bu çizginin tutacağı, mücadele edilebileceği, kazanılabileceği inancı, kararlığı gelişiyordu. Tabii içimizde zayıf unsurlar da vardı, söylemek gerekir. Zorluğa dayanmayan, açlığa dayanmayan kişiler vardı. Ama genel olarak hareketin gerçekten toparlanması, yeni bir hamle başlatılması bilincindeydi. Başta bir rehavet de oluştu tabi.
‘Askerler korkudan mevzilerine çekilmişti’
15 Ağustos’un düşman üzerinde yarattığı etki gerçekten de şoktu. Bırakalım Kürdistan’da, metropollerde bile askerler korkudan mevzilerine çekilmişlerdi. Yani klasik bir isyan zannedenler de vardı. Korkuya kapılanlar da rehavete kapılanlar da bu temelde düşünüyordu. İşte daha önce de isyan oldu, bastırıldı gibi yaklaşım vardı. Nitekim Özal 3-5 çapulcuya pabuç bırakmayız demesi bu amaçlaydı. Tabi buna karşı biz tarihi bir eylem yaptık, önemli bir eylem yaptık, ama devamını getirmek yerine; düşman bir hışımla üzerimize geldi, kazanımları koruyalım yaklaşımı oldu. Daha da geliştirme imkanları vardı. Eksiklikti tabi. Buna rağmen 15 Ağustos eylemi tarihiydi. Kürdistan toplumunun zihinlerindeki korkuyu yıkan, kılıç vuran, ayağa kaldıran, kendine güvenini geliştiren etkisi oldu. Sonrasındaki diyalektiğini biliyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bugünlere kadar gelişi kolay olmadı. O zamanlarda gücü daha fazla arttırma imkanları vardı, büyümekten korkmak mı, gelişmeleri tam anlamamak mı diyelim gelişmelere tam cevap olamadık. Önderlik eylem nedeniyle bizi kutladı ama devamı gelmediği için de eleştirdi. Fuat arkadaş da söyledi; Zap’ta Şkefta Birindara’da ülkeye gidecek güçlerle tek tek görüşüldü, kararlılık düzeylerini anlamaya çalışarak mevzilendirmeye çalışıyorduk. Bir atılım yaklaşımı ile Kuzeye gönderme durumumuz vardı. Atılımın kararlaşması ise Lolan’da olmuştu.
‘Sabaha kadar kutlama yaptık’
15 Ağustos Atılımı’nı ilk duyduğunuzda bir kadın olarak ne hissettiniz? İlk nasıl duydunuz?
Sozdar Avesta: Bu dönemde ben Kürdistan’da, Beşiri’nin bir köyünde karşıladım 15 Ağustos’u. O zaman uçakların, helikopterlerin alana sevkiyat yapması ile bir şey olduğunu düşündük, televizyonda PKK’lilerin Eruh ve Şemdinli eylemlerini aktardı. Tabii o zaman yan yana olduklarını düşünüyorduk bu yerlerin, çünkü Kürdistan coğrafyasını bilmiyorduk. Önceki dönemlerde silahlı propaganda gruplarının olduğunu, gençlerin yardım ettiğini, bazı eylemlerin gelişebileceği bilgiler vardı. 15 Ağustos Atılımı olunca, içinde yer alan milisler bu eylemi “bizimkilerin” yaptığını söyledi. Bizimkiler denilince bunun Apocular olduğunu anlamıştık. Çünkü o zaman sadece onlar faaliyet yürütüyordu. Tabi büyük bir heyecan ve moral yarattı. Gençler olarak sabaha kadar birlikte kutlamalar yaptık. 12 Eylül öncesi Beşiri, Batman gibi yerlere arkadaşlar sık sık uğruyordu. 12 Eylül öncesi Mazlum Doğan arkadaşın orada çalışma yürüttüğünü biliyoruz. Gençlerde büyük bir sempati vardı. 15 Ağustos hamlesini böyle karşıladım, hissiyatım buydu.
Ya siz neler hissettiniz?
Fatma Adır: Ben 15 Ağustos Atılımı’nın heyecanını metropollerde yaşadım. Bir genç olarak PKK’ye yabancı değildim. Bildiğim, tanıdığım, bir biçimde çocukluğum mücadele içinde şekillendi. Amcam Şükrü Sever, 13 Temmuz 1981’de şehit düşmüştü. Yine Kemal Sever de Amed Zindanı’nda PKK militanı olarak tutukluydu. Böyle bir ortamda büyüdükten sonra ailenin köyden göç edip metropole yerleşmesi; bizde acaba bu kadar mıydı? psikolojisi yaratmıştı. Gördüğümüz, amcamızın arkadaşları ile acaba yeniden bir araya gelme, görme olur mu beklentisi vardı. Çocuktum, ama arkadaşları görmüştüm. Delil arkadaşı çok iyi hatırlıyorum. Bir tarlanın ortak biçilmesine öncülük etmişti. Bu nedenle acaba bir daha arkadaşları görebilir miyim, bu bir efsane, hayal miydi, bitti mi sorgulaması, arayışı vardı. Türk medyasında, kamuoyunda bu anlamda 15 Ağustos ciddi bir etki yarattı. İşte, Apocular bitmedi, geri döndü, duygusu bende çok güçlü oluştu. Bedel vermiştik, duygusal olarak bir bağlılık ve beklenti vardı. Çocuk, genç yaşta etkilenmiş kesimler üzerinde umudun bitmediğini, süreceğine dair bir ruh, moral, motivasyon ve duygu verdi. Ben ilk defa bir Türk gazetesinde 15 Ağustos Atılımı’nı öğrendim. O duygularım halen taptaze. Daha sonraki mücadele motivasyonumu da etkiledi. Yarın: 15 Ağustos’un gençlik ve kadın üzerindeki etkisi
ALİŞÊR PİRAN/AVAŞİN ADAR/ANF-BEHDİNAN
