1921 Anayasası ve Özerk Kürdistan


90. yılında Lozan Antlaşması - 2
19. yüzyıldan itibaren Osmanlı ve İran devletlerinde Batılılaşma temelli siyasi, askeri, idari ve mali reformlar ile merkezileşme eğilimlerinin yoğunlaşması, Kürt egemen kesimlerinin de konumlarını ve çıkarlarını tehlikeye atar. Bu durum karşısında bir yandan halkın rahatsızlıklarını, direnişlerini ve özgürlük arayışlarını kendi çıkarlarını koruma amacıyla kullanmaya; yani sahte bir halklaşma eğilimine meylederler. Diğer yandan da bazen karşıt merkezi güçle; bazen de Bölge’de egemenlik kurmak isteyen Batılı güçlerle işbirlikçi-ajanlık temelinde ilişki geliştirirler. Bu iki güç merkezinden bağımsız arayışları ve girişimleri olanlar da vardır. Ancak güçlerini tarikat-mezhep gibi dini örgütlenmeler ve faktörlerden veya geleneksel aşiret yapısından aldıklarından dolayı sonuç elde etmeleri bir yana; nihayetinde söylemleri ve eylemleriyle devlet ve iktidar güçlerinin hizmetine girmekten kendilerini koruyamazlar.
Bunların dışında çağdaş bir direniş hareketi örgütlemek isteyen bazı örgütlenmeler de vardır. 19. Yüzyılın başlarından itibaren Kürt Teali Cemiyeti, Azadî, Xoybûn gibi farklı çizgi, anlayış ve örgütlenmelere dayanan bu oluşumlar hem halk direnişleri hem de egemen kesimler üzerinde önemli bir etkinliğe sahiptirler. Ancak diğer yandan her iki güçte yaşanan zafiyetler bu örgütlenmelerde de mevcuttur. Aydın, bürokrat, subay, Hamidiye alayları komutanı, halk önderi, eşkıya, memur, köylü, işçi, çiftçi, şêx, melle, aşiret reisi gibi birçok farklı kesimin etkin olduğu bu örgütlenmeler, bazı isyanlarda nisbi başarılara yol açarlar. Ancak oryantalizmin, milliyetçiliğin, dar bölgeciliğin, halk ve ülke gerçekliğinden kopukluğun ağır etkilerini yaşarlar. Bu nedenlerle Kürtlerin varlık ve özgürlük arayışlarına kalıcı çözümler üretemediler.
18. yüzyıldan Lozan antlaşmasına kadarki dönemde Kürdistan’da gerçekleşen halk hareketleri ve direnişler ile Kürt emirlikleri ve şêxlerin denetimindeki isyanlar bu minvalde seyreder. Bu temelde Kürtler büyük güç kaybeder, toplumsallıkları önemli oranda dağıtılır, büyük göçler ve katliamlarla karşılaşırlar. Bununla birlikte Kürt egemen sınıfları da konumlarını kaybettiklerinden dolayı kalanların varlıklarına işbirlikçi-ajan-devşirme birey ve aileler olarak izin verilir.
Koçgiri ayaklanması ve inkar ve imha süreci
Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Kürtler varlıkları, özgürlükleri ve değerlerine dokunulmayacağı vaat edildiğinden, kurulacak devletin hem Kürtleri ve hem de Türkleri eşit düzeyde temsil edeceği söylendiğinden eşit ortak olarak Kuvay-ı Milliye hareketinde coşkuyla yer alırlar. Nitekim kapitalist-emperyalist işgale karşı Ulusal Kurtuluş savaşının Erzirom (Erzurum) ve Sêwaz (Sivas) kongrelerinde kararlaştırılması ve örgütlenmeye başlanması, M. Kemal’in Amasya tamimi, Bursa Ulu Camii konuşması, İzmit Basın konferansı gibi belgelerde Kürtler ve Türklerin eşit olduğunu, Kürdistan’ın özerk ve demokratik bir yapıya sahip olacağını belirtmesi, 1921 Anayasasının demokratik bir karakterde olması gibi birçok gelişme bu gerçeğe işaret eder.
Koçgiri ayaklanması (1920-21) ve Dersim halkının özerkliklerini koruma girişimlerinin (1920) katliamlarla vahşi biçimde bastırılması dışında Kürtlerin inkar-imha edilmesi yaklaşımı genel bir çizgi olarak hakim değildir. Ancak 1922 yılından itibaren durum değişir. İngiltere-Yahudi sermayesi ittifakı, yeni devlete etkin bir biçimde müdahale ederek kendi kontrollerine almaya başladılar. Bu temelde Yunan halk devrimi ihtimaline karşı Yunanlılardan, Musul-Kerkük meselesi nedeniyle de Kürtlere olan sözde desteğini çekerek Türkiye’deki yeni yapılanmaya yatırım yaparlar. Kendi kliğine örtük bir darbeyle inisiyatif kazandırır. Bu kliğin başı olan ve Çerkez Ethem’in tasfiyesinde, Ege bölgesindeki halk direnişlerinin bastırılmasında belirleyici yere sahip İsmet İnönü, 1922 yılında Dışişleri Bakanı yapılır. Aynı yıl içinde İngiltere, Ankara hükümetinin Misak-ı Milli tezini kabul ettiğini beyan eder ve İstanbul işgalini sona erdirir. Türklerin cenahında eskiden sesleri cılız çıkan milletvekili, subay ve bürokratlar daha yüksek perdeden konuşmaya başlarlar. Beyaz Türkçülük bir çizgi olarak kendini dayatır.
Tüm bunlar karşısında bir bütün olarak Kürtler Dünya, Bölge ve Kürdistan gerçekliklerini; oynanan oyunları anlayamazlar. Naif ve iyiniyetli oldukları gibi başkalarının da böyle olduğunu farz ederler. Bununla birlikte büyük tahribatlar yaşamış; zararlar görmüş, toplumsal birlikleri ve örgütlenmeleri parçalanmış, güçten düşürülmüşlerdir. Bu nedenlerle varlıklarını ve özgürlüklerini güvenceye alacakları imkanları önemli oranda ellerinden alınmıştır. Ancak tüm bunlara rağmen umutlarını, Türk-Kürt kardeşçe yaşayabileceklerine dair umut ve inançlarını yitirmemişlerdir. Yanlışlık ve zafiyet bu niyetlerin olmasından değil, bunların gerçeklik halini almasını sağlayacak önderlik, zihniyet, örgütlenme, kararlılık, donanım, söylem ve eylem gücüne sahip olamamalarıdır.
Tüm tarafların üzerinde en fazla hesap yaptıkları, en fazla çekişmenin nedeni olan Kürdistan ülkesi ve toplumu, her bakımdan en hazırlıksız konumdadır. Hatta öyle bir haldedir ki adı ve varlığı bile tartışmalıktır. Lozan görüşmeleri Kürtler açısından böylesi trajik ve kritik bir ortamda gerçekleştirilir.
Lozan görüşmeleri ve antlaşması (20 Kasım 1922-24 Temmuz 1923)
Lozan Konferansı dönemin hegemonik güçleri olan İngiltere ve Fransa tarafından düzenlenir. Bu temelde diğer katılımcılar Türkiye, Rusya, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan devletleridir. Konferansın bazı bölümlerine Belçika ve Portekiz devletleri de katılmışlardır.
Konferans esasta kapitalist modernitenin İngiltere, Fransa ve Yahudi sermayesi hegemonyasında Ortadoğu’da tesis edilmesini kararlaştıracaktır. Bu temelde; dağılan Osmanlı ve İran devletlerinin eskiden egemen oldukları toprakların dağıtılması; bu ülkelerin bazılarında yeni ulus-devletlerin kurulması, bazılarında ise sömürge-manda yönetimlerinin oluşturulması… Marmara boğazları meselesi, Ortadoğu’daki petrol alanlarının (Musul-Kerkük) denetimi konuları görüşülür. Oldukça kritik ve kader belirleyici konuların tartışıldığı konferans çetin pazarlıklar, çekişmeler ve tartışmalarla geçtiği gibi çok da uzun sürer.
İngilizler her şeyden önce kendi çıkarlarını güvenceye almak istediklerinden ilk önce Musul-Kerkük’ün kendi sömürgeleri olan Irak’ta kalmasını kabul ettirmek isterler. Bu temelde sorun çözülmediği takdirde, konuyu zaten kendi kontrollerinde olan Milletler Cemiyetine götürmeyi dayatırlar. İsmet İnönü’nün başkanlığındaki Türkiye heyeti ise önce Türk devletinin kuruluşunun onaylanmasını ve diğer sorunların çözülmesini dayatır. Bu şekilde iki buçuk ay süren görüşmelerde ilerleme kaydedilmez.
Bununla birlikte gerek Türkiye ve gerekse de İngiltere ve diğer taraflara yönelik iç ve dış baskılar gelişir. Tüm güçler, kendi çıkarları ve egemenlikleri aleyhine bir sonuç yaşanmaması için seferberdir. Tabii ki Kürtler hariç; kendi kaderlerini iyi niyetli ve naif bir biçimde Türk delegasyonun insafına terk etmişlerdir. Hatta bunun için Türkiye Meclisindeki 66 Kürt milletvekilinin imzaları alınmış ve heyette de iki Kürt milletvekili yer almıştır. Ancak Kürtler ve Kürdistan’la ilgili konular görüşülürken heyetteki bu milletvekilleri otel odasında “alıkonulacaklar”dır. Bu arada Lozan konferansı sürecinde İngilizler ve Türkler, Güney Kürdistan’da Kürtleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirir; birbirlerine karşı tehdit unsuru ve araç olarak kullanırlar. Şêx Mahmud Berzenci bu ortamda tekrar öne çıkarılır.
Mahmud Berzenci isyanı ve yenilgisi
1922 yılında yapılan değişikliklere güvenerek İngiliz blokuyla kolay anlaşabileceğini düşünen Ankara Hükümeti, Musul-Kerkük Vilayetini tekrar ele geçirmeyi düşünür. Zaten ihtilaflı biçimde de olsa Musul’un kuzeyi ellerindedir. Bu temelde Musul civarındaki Kürt aşiretlerini ve Şêx Mahmud Berzenci’yle ilişki kurarak yanına çekmeye çalışır. Şêx’e ayaklanması için cesaret ve destek verir; alana askeri güç takviyesi yapılır. Bu temelde Musul halkının içinde referandum yapılması bile teklif edilir ancak bu teklif İngilizlerce reddedilir. İngiltere’deki bütçe planlamasında yer almadığı için onların Musul’a ek askeri güç ve mühimmat gönderemeyeceği ve dolayısıyla İngilizlerin baskılar sonucunda geri adım atabilecekleri hesaplanır.
Kürtlerin Musul-Kerkük ve hatta tüm Silêmanî bölgesini içine alacak şekilde ayaklanacakları ve Türklerin de buna destek verecekleri dolayısıyla İngilizlerin Musul-Kerkük planlarının boşa çıkarılacağı havası hakimdir. Ancak Türklerin hesapları tutmaz. İngilizler durumun kritik olduğunu görünce politikalarında taktik değiştirirler. Şêx Mahmud Berzenci’yi çağırırlar, Kral Faysal’la da uzlaşma sağlanıp onu Kürdistan yöneticisi ilan eder ve bir Kürdistan hükümeti kurmasını kabul ederler. Böylece Kürtleri Türklere karşı savaşmak üzere kendi yanlarına çekmeyi planlarlar. Ancak Şêx Mahmud, kısa zamanda bağımsız hareket edecek kadar kendini güçlendirir; bölgedeki diğer Kürt aşiretlerinden destek alır. Bu temelde 1922 Kasım’ında kendini Kürdistan Kralı ilan eder.
Gelişmeler karşısında İngilizler oldukça sıkışmıştır; planları bir yandan Türkler, diğer yandan da Kürtler tarafından bozulmaktadır. Bu temelde yine taktik değiştirerek Lozan’da Türklerin, Musul-Kerkük sorununu ileriki bir tarihte ikili görüşmelerle çözme teklifini kabul ederler. Tıkanmış olan müzakereler tekrar başlar. İngilizler diğer yandan Kürtlere karşı yaklaşım ve politikalarını da değiştirir. Şêx Mahmud Berzenci’nin görevden alındığını ve Kürdistan’ı terk etmesi gereğini belirtirler; Kürtler bu yaklaşımı kabul etmeyince İngilizlerle Mahmud Berzenci önderliğindeki Kürt isyan güçleri arasında şiddetli ve uzun süren bir savaş yaşanır. Lozan antlaşması sonrasına sarkan savaş ancak Mayıs 1924 tarihinde Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlanır.
Görüşmelerin ikinci bölümünde çetin pazarlıklar sürse de Musul-Kerkük konusu ötelenerek diğer konularda teker teker anlaşmalar sağlanır. Daha önce gerçekleşmiş Yunanistan ve Bulgaristan ulus-devletlerinin kuruluşları, Türkiye-Suriye sınırı konusunda Fransa ile yapılan anlaşma, Boğazlar ve İstanbul konusunda İngiltere ve Türkiye’nin yaptıkları anlaşma onaylanır. Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasındaki azınlıklar sorunu karşılıklı olarak çözümlenir. Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları Musul-Kerkük hariç kabul edilir. Bu arada Türkiye cephesinde de değişiklikler yaşanır.
Lozan’da yapılan anlaşmalara Meclis ve iktidar çevrelerinde itirazlar olmaması için Birinci Meclisi 1 Nisan 1923’te feshederek yeni bir hükümet oluştururlar. Bu konuda M. Kemal ve yandaşları, İsmet İnönü’nün başını çektiği İngiliz bloğu kliği karşısında etkisizleşir veya yeni devleti kurtarma kaygısıyla onlarla uzlaşırlar. Yani bugünkü T.C. Devleti’nin kuruluşu esasta 1 Nisan 1923 tarihinde gerçekleşir. Aynı kliğin yeşil-turuncu versiyonu olan AKP’nin neden 2023 tarihini bir milat olarak değerlendirdiği ve buna göre yatırım yaptığı da şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Konferansda Kürtleri doğrudan ilgilendiren konular
Lozan Konferansı Kürdistan’ın parçalanması ve her bir parçası üzerinde ayrı bir işgalci-ulus devlet kurulmasını; genel anlamda da Kürdistan’ın kapitalist modernite çıkarlarına göre paylaşılmasını kapsadığı için varlıksal olarak Kürdistan coğrafyası, halkı ve kültürünün tasfiyesini hedeflemektedir. Bu temelde Lozan Konferansı ve yapılan antlaşmanın en önemli kısmının bu amaca hizmet ettiği açıktır. Ancak bununla birlikte oluşturulan yeni sömürge sistemine; onun siyasal ve devletler düzenine Kürtlerin razı edilmesi için Kürtlerin isim düzeyinde kabulü ve kırıntı düzeyinde bazı haklarının tanınması gündeme gelmiştir. Bu çerçevedeki konulara bile Türklerin şiddetli itirazları olmuş ve nihayetinde kendi tezlerini kabul ettirebilmişlerdir. Daha doğrusu Musul-Kerkük bölgesini İngilizlere bırakma karşılığında Kürtlere karşı inkâr-imha-asimilasyon politikalarını uygulamaları konusunda Türkler serbest bırakılmış; hatta bu konuda her türlü destek de kendilerine sunulmuştur.
Her şeyden önce Türk heyeti, Türklerle Kürtlerin kardeş olduklarını, savaşı birlikte yürüttüklerini, kaderlerinin bir olduğunu ve dolayısıyla birbirlerinden ayrılmak istemediklerini temel tezleri olarak işlerler. Bu tezlerini kabul ettirebilmek için de Türkiye meclisindeki Kürt milletvekillerinin ortak imzalı mektuplarını, kendi ulusal kıyafetleriyle Meclise gelen Kürt milletvekillerinin resimlerini, Kürtlere muhtariyet-özerklik verileceği konusunda M. Kemal’in vaatleri ve beyanatlarını, 1921 Anayasasını ve ellerinde daha ne varsa kullanırlar.
Kaldı ki Konferansı düzenleyen güçlerin bu konuda aslında pek itirazları da yoktur. Onlar için önemli olan kendi çıkarları ile Ortadoğu’daki hegemonyalarını tesis etmek ve güvenceye almaktır. Hatta coğrafya, toplum ve kültür olarak Bölge’nin merkezinde yer alan Kürdistan gerçekliğinin tasfiye edilmesi bu amaçlarına ulaşmalarını daha da kolaylaştıracaktır.
YARIN:
* İnkar-imha-asimilasyon politikaları nasıl başladı?
* Lozan Antlaşması’nın 38, 39 ve 40. maddeleri neyi hükmediyor?
HESEN GERDÛN
