24 Nisan: Ermeni’yi dövdürmeyecektik

Bugün yaşayanların hiçbirisi 24 Nisan 1915’te yaşamıyordu. O tarihte yaşayanların hiçbirisi de herhalde artık yaşamıyor. Ama her sene 24 Nisan öncesi ve sonrası bu konuda ateşli tartışmalar yapılır. Çeşitli tezler ortaya atılır, suçlamalar yapılırsa da bir sonuca ulaşılamaz. Sonuçta yara daha çok kanatılarak kangrene dönüşmeye başlar. Oysa yarayı kangrenleşmeden çözmek herkesin görevi olmalıdır.
Bu nedenle sorunu öncelikle devletlerin-parlamentoların ve çeşitli siyasi örgütlerin dönemsel manipülasyonu dışında halklar ve insanlık tarihi açısından tartışmak şarttır. Yoksa tartışmalar kördüğüm olmaktan çıkamaz.
Aşmamız gereken temel engel resmi devlet ideolojisidir. Devlet ideolojisi yüz yıldır bu konuyu betonlamaya ve gerçekleri örtmeye çalışmıştır. Ne yazık ki başarılı da olmuştur. Bugün farklı siyasi görüşlerden, Kürt-Türk, laik-şeriatçı, sağcı-solcu, Alevi-Sünni milyonlarca insan Ermeni soykırımını inkar etmekte, Ermeni deyince aynı şeyleri düşünmekte, söylemekte ve adeta yeni bir soykırıma hazır beklemektedir. Bu durumu görmezden gelmek yerine üstüne gitmek, tartışmak ve deşifre etmek kaçınılmaz bir demokrasi görevidir.
Soykırım inkarcılarının birinci iddiası “Biz yaptık ama onlar da yaptı. Hatta onlar daha çok yaptı” tezidir. Bu amaçla birçok sahte deliller üretilmektedir. Oysa sorun “kim daha çok yaptı” sorunu değil, bir ulusun bir devlet tarafından toptan imhası ve göçertilmesi sorunudur. Bu konuda çok derin araştırmalara da gerek yoktur: Mevcut Osmanlı arşivlerindeki 1915 öncesi son nüfus sayımına-tapu kayıtlarına bakmak ve bugünle kıyaslamak bile yeterli olabilir. O gün oralarda yaşayan insanlara ne oldu? Taşınır malları belki ispat edilemez ama taşınmaz malları(tarla, bağ, bahçe, bina) bugün kimin eline ve nasıl geçti?
Soykırım inkarcıcılarının ikinci iddiası da “Savaş halinde bizi arkadan vurdular” iddiasıdır. Hem baştan onlar diye dışlayıp sonra da arkadan vurdular iddiasını ortaya atmanın saçmalığını bir yana bırakalım. Şüphesiz bütün soykırımcıların kendilerine göre haklı-makul gerekçeleri vardır. Hitler de, Saddam da yaptıklarının soykırım olduğunu kabul etmedi. Sorun onların gerekçeleri değil, hukukun değerleri ve insanlığın vicdanıdır. İttihatçı-Turancı ırkçıların gücü yetseydi de “arkadan vuran” bütün Balkan halklarını, Arapları imha etmesi haklı mı olacaktı?
Üçüncü bir saçma itiraz da “Eee, aradan yüz sene geçmiş, hala bununla mı uğraşacağız?” vb. gerekçelerdir. Bu insan hafızasına, aklına ve vicdanına en büyük hakarettir. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözü bireyler için geçerli olabilir ama insan toplumu için asla doğru değildir. İnsanlık hala Kabil’in Habil’i katletmesini unutmadı. Tarih öncesi zulümler bile dilden dile, kulaktan kulağa efsaneler biçiminde aktarılıyor. Firavun’un Musevilere zulmü, İsa’nın Roma tarafından çarmıha gerilmesi, Hz. Ali’nin camide katledilmesi, Kerbela’da Hüseyin’in aç susuz bırakılarak katledilmesi aradan geçen binlerce yıla rağmen unutulmadı ve unutulmayacak.
Ezilenler ilk köle isyanlarından beri yaşadığı katliamları unutuyor mu? Türkiyeli devrimciler Mustafa Suphilerin 15 mürşid ile Karadeniz’de parçalanmasını unuttular mı? Denizleri, Mahirleri unutacaklar mı? Sünni dindarlar hala İskilipli Atıf Hoca için ağlamıyorlar mı? Aleviler Osmanlı zamanı olanlar bir yana cumhuriyet tarihindeki Maraş, Sivas, Çorum, Gazi katliamlarını unutabilirler mi?
Toplumlar tarihlerindeki iyi ve kötü günleri asla unutmazlar, isteseler de unutamazlar. Sorun onların yaşadığı zulmü görmezden gelmek, unutmak-unutturmak değil tam tersine ortaya çıkarmak, ortaya çıkması için çalışmaktır. Böylece hepimizin “damarlarımızdaki zehirli kanı çıkarıp” temiz bir kanla sorunun çözümünü konuşabiliriz. Çözüm konusu ayrı bir tartışma konusudur. Öncelikle birinci adım atılmalı ve sorunun tartışılması önündeki her türlü yasal (301 gibi) ve yasadışı(Hrant’ın katli gibi) olsa da insanlık dışı engeller-tehditler kaldırılmalıdır. Bu yapılmadıkça yara kapanmayacak ve kangrenleşecektir. Ermeni sorunu açığa çıkarılmadıkça diğer cinayet, katliam ve soykırımlar da sürecektir. Kürt özgürlük hareketinin bu konudaki cesur tavrı hepimize örnek olmalı ve cesaret vermelidir.
Konuya ilişkin bir anektod hepimiz için ibret verici olacaktır: “Bir Türk, bir Kürt ve bir Ermeni üç arkadaş erik çalmak için yine bir Türk’ün bahçesine girerler.
Bahçenin sahibi Türk gelir. Bunları bahçesinde görünce önce Ermeni’ye çatar:
“Lan, hadi anladık bu ikisi Müslüman; sen Müslüman bile değilsin, hangi hakla bahçeme girip erik çalarsın?” der;
Ermeni’yi iyice pataklar ve dışarı atar.
Sonra sıra Kürde gelmiştir. Kürde de:
“Lan, sen Türk bile değilsin; hangi hakla bahçeme girer ve erik çalarsın?” diyerek Kürdü de bir güzel döver.
Şimdi sıra Türk olana gelmiştir. Ona da:
“Sen ne biçim Türksün, nasıl bir Ermeni ve bir Kürtle bir olup bahçeme erik çalmaya gelirsin?” der ve onu da iyice patakladıktan sonra bahçeden atar.
Ardından bu üç arkadaş:
“Nasıl olur da biz üç kişi olduğumuz halde bu adamdan dayak yeriz?” diye aralarında tartışmaya başlarlar. Bu sırada Türk arkadaş şöyle der: “Biz en başta Ermeni’yi dövdürmeyecektik.”
