44. yılında Kızıldere

Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü... Tarih 30 Mart 1972. Saat 5.30 sıraları... Kızıldere muhtarının evine doğru iki asker yaklaşmakta... Tarihe ‘Kızıldere Katliamı’ olarak geçecek olan o gün başlıyordu.
Muhtarın evindeki on yoldaş, on devrimciyi oraya getiren nedenler neydi, onlar neden orda bulunuyorlardı?
68 hareketi denildiğinde bugün bile bizi bu kadar heyecanlandıran nedir? Bir daha öyle yiğit ve bir öylesine de hüzünlü bir başkaldırı yaşanmayan bu topraklarda ‘ON’lar bugün neyi temsil ediyorlar? Sanırım onların başkaldırılarını iki başlıkta toplamak mümkün.
‘ON’lar emperyalizme ve kapitalizme başkaldırının simgesi oldular. ‘Tam Bağımsız Türkiye’ şiarları sömürgecilerin yerli işbirlikçileriyle giriştikleri kirli mülteci politikalarında bugün hala güncelliğini koruyor. Erdoğan zihniyetinin faşist uygulamalarına gözlerini kendi kapitalist-emperyalist çıkarları için yuman zengin emperyalist ülke şahsında karşımıza çıkıyor.
Öte yandan ‘ON’lar geleneksel sol siyasete karşı da başkaldırdılar. ‘ON’lar geleneksel Türkiye devrimci hareketlerin o zamana kadar ki siyaset yapma tarzlarına karşı çıktılar. Revizyonistleşen, köhneleşen ve devletleşen sol siyasete karşı çıkarak yüzlerini Marks-Engels-Lenin’de buldukları gerçek sosyalist anlayışa döndüler. Gözleri ve kulakları Latin Amerika’da, Vietnam’da, Çin’de ve Afrika’da bağımsızlık mücadelesi verenlerdeydi. Kendilerine Che Guevara’yı, Fidel Castro’yu, Ho Çi Minh’i, Stalini, Mao’yu örnek aldılar. Bugün yanıbaşında gelişen Yunan işçi sınıfının mücadelesine veya Rojava’da gerçekleşen devrimci ileri adımlara körleşmiş kimi ‘sol’ hareketler ve bu hareketlerin içindeki anlayışı gördüğümüzde ‘ON’ların eksikliğini daha da çok yaşıyoruz. Kapitalizm ile yozlaşan toplumla birlikte içinde mücadele veren kendi örgütlerimiz dahi bu yozlaşmadan payını alıyor. Eren Keskin’in deyimiyle “Biz kendi içimizde faşistleştik’! Biz kendi örgütlerimiz içinde ne kadar birbirimizi eleştirebiliyoruz, birbirimize güveniyor muyuz, birbirimizi seviyor muyuz? Bugün aynı örgütün içindeki insanlar bile örgüt içinde gelişen ‘patronları’ eleştiremiyor.
‘ON’lar farklı örgütlerden olmalarına rağmen birbirleri için ölüme gittiler. Samimi ve inanmışlardı!
12 Mart 1971 askeri darbe sonrası Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemeye çalıştıkları için Kızıldere’ye çıktılar.
‘ON’lara bakarak bugünün gençlerini apolitiklikle suçlamak da doğru değil. Devrim hareketi sadece gençlerden sorulmayacak kadar büyük bir hareket olmalı. Bu mücadeleyi yaşça genç olanlar değil, fikir bakımından genç olanlar sürdürecek!
Önümüzde üç zorluk var ‘ON’ları yaşatmak isterken: birincisi sadece kendi kurtuluşunu düşünen insan tipi yaratıldı. Çalarak, çırparak, üretmeyerek para kazanıp kurtulmanın mümkün olduğu yanılsaması yaratıldı Özal dönemi ile birlikte. Üretim ve sömürü arasındaki çelişki unutturuldu. Bunu anımsatmamız, hatırlatmamız lazım. İkincisi toplum içinde geliştirilen ’islamlaştırılma’. Düşünen, sorgulayan insan istenmiyor ve amaç küçük yaştan itibaren ‘öteki dünyada cennet vaadiyle’ uyuşturulmuş beyinler yetiştirmek. Üçüncüsü de Kürt ulusal kimliği mücadelesi verilirken Kürt patron-işbirlikçi ve Kürt işçi arasındaki sömürü ilişkinin unutturulması. ‘ON’lar bizlere emek, sermaye, sömürü, faşizm arasındaki ilişkileri gösterdiler ve bunları tekrar hatırlatıyorlar. Bunlara yine daha açıktan sahip çıkmak lazım.
Kızıldere’ye giden yolda ‘ON’lar üniversite işgalleri ve boykotlarıyla çıktılar yola. Daha özgür bir üniversite isteğiyle başlayan bu mücadele gittikçe toplumsallaştı. 17 Temmuz 1968 tarihinde Dolmabahçe ‘6.Filo defol!’ sloganlarıyla inliyordu. 6.Filo’yu kıble yapıp namaz kılanlar unutulmadı ve bugün bu emperyalistlere uşaklık yapan zihniyet iktidarda!
68 hareketinin ilk şehidi aynı gün İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin kaldığı yurda baskın yapan polislerin camdan attıkları Vedat Demircioğlu’dur! Şubat 1969 tarihinde yeniden Dolmabahçe açıklarında demirleyen 6.Filo’yu protesto eden devrimci gençlere camilerde örgütlenen faşistler polis koruması altında (!) saldırır, iki kişiyi katleder, 200’den fazla devrimci de yaralanır!
68 hareketinin toplumsallaşmasının en güzel örneklerinden biri de 15-16 Haziran 1970 işçi sınıfı direnişidir! 100 bin işçi Beyazıt Meydanı’na yürür! Yine devlet provokasyonu nedeniyle olaylar çıkar, 5 kişi ölür ve 200’ye yakın insan yaralanır.
12 Mart 1971 darbesi ile birlikte binlerce insan Ziverbey Köşkü’nde işkenceden geçirilir. Gençler için tek çare kalmıştır: silahlı direniş!
30 Mart 1972 günü sabah saat 5.30’da Kızıldere Köyü’nde başlayan kuşatmaya böyle gelindi. Devlet bütün aygıtlarıyla, kontrgerilla, CIA, MİT ile o evi kuşatma altına aldılar ve ‘ON’lar katledildi: THKP-C kurucusu Mahir Çayan, DEV-GENÇ MYK üyesi Hüdai Arıkan, Fatsalı şoför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan, Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy, DEV-GENÇ genel sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, SBF Öğrenci Derneği YK üyesi Sabahattin Kurt, ‘Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’ kurucusu Saffet Alp, THKO kurucularından Cihan Alptekin ve Ömer Ayna...
‘ON’ların anısı önünde en derin sevgi ve saygı ile eğilirken ‘ON’ların anısına sahip çıkmak demek bugün de emperyalizm, kapitalizm, faşizm, ırkçılık gibi sömürücü çarkı ayakta tutan ideolojilere karşı çıkmaktır. Ve en önemlisi onlar bize devrimci dayanışmanın, devrimci erdem ve samimiyetin en güzel örneklerini verdiler. Bizler de bugün yozlaşan, çürüyen toplumun içinde kendimizi bu çürümüşlükten arındırmamız lazım. Unutulmasın, biz her insanı eşit biliriz. Kimsenin kimseyi ezmesini istemeyiz. Bunları önce kendi örgütlerimizde yaşatmamız gerek. ‘ON’ların anısına ancak böyle sahip çıkılır...
Kızıldere’de düşen yoldaşlarımız bugün birer güneş gibi yolumuzu aydınlatıyorlar...
