‘Allah yaptıklarını yerde koymasın diyemedim Çünkü onlar devletti’

Haberleri —

Veysi Altay’ın ‘Faili Dewlet’ adlı belgeseli, 90’lar olarak adlandırılan dönemi bütün çıplaklığı ile anlatıyor. Belgesel 90-96 yılları arasında Cizîr’de yaşanan olaylara yer veriyor. Altay, Cizîr’i seçme nedenini „Cizre Kürdistan’ın 90-96 yıllarında ne yaşadığının net özetidir. Devletin kaybetmeye bile ihtiyaç duymadığı, en açık cinayetleri işlediği yerdir“ diyerek özetliyor. Belgeselin orjinal dili Kürtçe. Bununla birlikte Arapça, Türkçe, İngilizce, İspanyolca, Fransızca’ya çevrildi. Altay, Kürt halkıyla aynı kaderi paylaşan halkların buralarda neler yaşandığını öğrenmesini istediği için bu dillere çevrildiğini söylüyor. Belgeseli birçok uluslararası festivale göndermeyi düşündüklerini ve yakın zamanda da belgeselin 1001 Belgesel Film Festivali’nde gösterileceğini ifade eden Altay’la ayrıntıları konuştuk.

Neden Faili Dewlet isimini koydunuz?

Sivil toplum örgütleri, insan hakları kuruluşları, bu konuda çalışma yürütenler ve devletin ilgili kurumları hep faili meçhul cinayetler adlandırmasını yapar. Ortada o kadar açık ve şeffaf işlenmiş cinayetler var ki cinayetleri kimin işlediği, o insanların kim tarafından kaybedildiği herkes tarafından biliniyor. Bunların faillerinin hepsi devletin kolluk kuvvetleri. Bu kadar açık ortadayken faili meçhul diye adlandırmak biraz tuhaf kaçıyor. Faili belliyken meçhulleştirmeye çalışmak kötü bir tabir bana göre. Bende direk ismini koydum.

Başlangıçtan beri cinayetlerin kimin işlediği bilinmesine rağmen neden faili meçhul kavramı kullanıldı?

Ben hep karşı çıkmıştım faili meçhul kavramına. Onun için failinin devlet olduğu bir cinayeti ya da cinayetler silsilesinin ya da kayıplar vakasının ismini koymaktan yanayım. Devlet bütün organlarıyla kendisinin işlediği cinayetlere faili meçhul süsü vererek cinayetlerin üstünü örttü. Yaygın iletişim aygıtlarını da kontrol altında tuttuğu için bu kavramı kitlelere empoze etti.

Filmin girişinde Konfüçyüs’ün ağlayan bir kadınla diyaloğu var. İzledikten sonra o cümlelerin filmi özetlediğini görüyoruz...

Devletler hakkında söylenenleri araştırdık, Konfüçyüs’un diyaloğu bana uygun geldi. Orada devletlerin kendi iktidarını korumak için kendi yurttaşlarını öldürecek kadar vahşi olduğu anlatılıyor. Konfüçyüs, kadına ‘niye ağlıyorsun’ diyor. O da diyor ki; ‘kaplan önce kocamı sonra da oğlumu öldürdü. Bunlarda onların mezarları onun için ağlıyorum.’ O da diyor ki ‘oğlunu ve kocanı kaplan öldürdü, kaplan burada yaşıyor sana zarar verebilir neden buradasın hala.’ Kadın ‘buradayım çünkü burada devlet yok’ diyerek devletin ne kadar vahşi olduğunu vurguluyor. Filmde de devletin yaptıklarından yola çıkarak ne kadar vahşi olduğunu görüyoruz. Herhalde doğanın en vahşi yapılanması devletlerdir.

1990-96 Cizîr’de yaşanan acı olayları anlatıyorsunuz. Bütün bu olaylardan bugüne bir duygusal ve düşünsel kopuştan bahsedebiliriz. Bu kopuşun ortadan kalkması için de bir takım yüzleşmeler gerekiyor. Belgesel bu anlamıyla yüzleşmeye katkı sağlar mı? 

Benzer ülkelerde belirli bir süre sonra yüzleşme sürecine girildi. Örneğin Arjantin, Şili vb. bir çok ülkede. Türkiye’de yüzleşme sürecine girebilir miyiz  açıkçası şüpheliyim. Bugün itibari ile o noktada değiliz. Eğer böyle bir sürece girersek bu belgesel yüzleşmeye katkılar sunar. Ama bu süreçte böyle bir çalışma yüzleşmeye katkı sağlar mı diye sorarsanız, ben çok şüpheliyim. Çünkü yüzleşebilecek bir ortamda değiliz. Bunu kabul eden bir devlet anlayışı yok. Geçmişte bunlar oldu ama biz bununla yüzleşeceğiz diyen devlet yok.

Egemen ulusun bireylerinin de yaşanan olaylarla yüzleşmesi gerekmiyor mu?

Evet, herkesin yaşananlarda payı var, toplumların da. Yani biz devlet olgusunu ön plana çıkarıyoruz ama toplumun da payı var. Cizre, Şırnak, Batman ve Diyarbakır’daki insanlar çocuklarımız kayboldu diye bağırıyordu. Fakat fıratın batısı bu durumu görmezden geldi. Bu anlamıyla bir vicdan muhasebesine girilmesi gerekiyor. Biz de suçluyuz yaşananların hesabını yeterince soramadığımız için. Zaten belgeselin temel amacı da toplumların bunu fark etmesi ve yaşananları daha iyi anlamasıydı.
   
Belgeselin sonunda o dönemki olayların karar vericilerini deşifre etmişsiniz. Çiller bir anlamıyla dönemin sembol ismiydi. Bugüne geldiğimizde Çiller ile Erdoğan’ın söylemlerinin benzeştiğini düşünüyor musunuz?

Çiller, Erdoğan kadar hakim değildi. Herkesi bu kadar kontrol altında tutamıyordu. Erdoğan daha öte bir noktada. Erdoğan daha fazla Çillerleşti. İktidarlar ve devletler böyle bir şeydir. Geçmişte AKP iktidarının askerlerle sorunu vardı. Bugün askerin herhangi bir hatasında ben askerimi kimseye çiğnetmem diyor. Yani dil olarak aynılar. Ama Erdoğan daha egemen.


Böyle bir belgeseli çekmek taraf olmayı da bereberinde getiriyor mu?
Evet ben tarafım. Bu insanlar ciddi bir zulüm gördüler, ben bu insanlardan tarafım. Tarafım ama objektif anlattım. Onların yaşadıklarını dile getirdim. Cemal Temizöz o dönemi anlatan 700 sayfalık bir kitap yazmış. Yaşananları o kitaptan da öğrenebilirsiniz. 90-96 yılları arasında Cizre gibi küçük bir kentte 350-400 cinayetten bahsediyoruz. Bu her evden bir insanın katledildiğine tekabül ediyor. Biz Cizre’yi ele aldık. Ama bu bölgede yaşanan yaygın bir durum.

İlk defa verilen görüntüler var. Cizîr’de askerlerin açtığı top ateşi sonrası çocuklarının cenazesine ulaşmaya çalışan insanların görüntüsü de ilk defa yayınlanıyor...
Görüntülerin bir çoğu yeni. Arşiv görüntüleri, hiç kullanılmamış. Örneğin hastahanede panzerlerin ezdiği kadın görüntüsü var. Şanar Yurdatapan’ın arşivinden aldık. O dönemde Cizre Belediye Başkanı Haşim Haşimi ile Cizre Newroz Serhildanı’ndan sonra yapılmış röportajın görüntüleri var.
Cizre’nin bir köyünde top atışıyla insanlar öldürülmüş. O görüntüler de ilk defa yayınlanıyor. O dönem basında yer alan fotolar da bulunuyor. Askerlerin bir çok insanı öldürdükten sonra sıraya dizip üzerlerine silah koyarak çektikleri fotolar da yer alıyor.

Neden Cizîr’i tercih ettiniz?
Cizre devletin en açık cinayet işlediği alanlardandır. Örneğin Cizre’de kayıp vakası çok değildir. Kaybetmeye ihtiyaç bile duymamışlar. Şırnak ayrıca o dönem bir cumhuriyet olarak anılıyordu. 88-89’larda başladı. Katliamlar; Temizöz ve Kamil Ataklarla final oldu. Devlet açsından taçlanan bir süreçtir. Deniz Baykal o dönem içişleri bakanıydı, Cizre’ye gidemedi. Cizre’nin kendi yönetimi vardı. Cizre Kürdistan’ın 90-96 yıllarında ne yaşadığının net özetidir. Bir çok alandaki kayıpların, Hizbullah’ın hepsinin merkezi Cizre’ydi. Kamil Atak’ın binlerce silahlı adamı vardı. Jitem orada üs kurmuştu.

Kayıp yakınlarından Davut amca ‘İçimden geçiriyordum, onlara Allah yaptıklarını yerde koymasın bile diyemedim, çünkü onlar devletti diyor’ bu cümle o dönemdeki halkın psikolojisini anlatıyor...
Evet çünkü devlet onların gözünde bir katildi. Halkın gözünde çocuklarını, eşlerini öldüren, köylerini yakan, bir objeydi. Panzeriyle silahı ile kurduğu palamiter güçlerlerle... Hesap soracağın hiçbir mekanizman yok. Mahkemeye, savcıya, belediye başkanına gidemiyorsun. Çünkü hepsi bu mekanizmanın içindeydi. Ölen çocuklarına sahip çıkamayan aileler oluyordu. Ölen çocuğunun hesabını sorduğunda diğer çocuklarının da öldürüleceğinden korkuyordu. Davut Amca’nın konuşamaması da bu yüzden. Ancak içinden söylüyordu. Bu kadar vahim bir durumdu. Devletin yüzü buydu. İçinden Allah bu devletin yaptıklarını yerde koymasın bir çok şeyi özetliyor.

Veysi Altay kimdir?
Veysi Altay, 12 yıldır fotoğraf ve sinema sanatlarıyla uğraşıyor. Yurtdışı ve yurtiçinde birçok fotoğraf sergisi açan Altay’ın, mayın mağdurlarıyla ilgili dokümanter çalışması ile „Kaybolan Biz“ adlı siyasi kayıplar konulu bir fotoğraf albümü de bulunuyor. İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’nde 10 yıl, Uluslararası Af Örgütü’nde de 4 yıl yöneticilik yapan Altay, film danışmanlığı, film seslendirmesi ile birlikte bir çok uluslar arası konferansta tercümanlık deneyimine de sahip. Altay’ın ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları da mevcut.


ÖNDER ELALDI

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.