‘Cesaretimi halkımdan alıyorum’


‘KCK’ adı altında yapılan soykırım operasyonları kapsamında Türkiye ve Kürdistan’da her gün onlarca kişi gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Kürt gazeteci, yönetmen Mizgin Müjde Arslan da, 13 Şubat’ta İstanbul’da gözaltına alındı.
İmza attığı belgesel ve kısa filmleri ile yurt içi ve yurtdışında adından söz ettiren Arslan’ın ‘Rejisör:Atıf Yılmaz’, ‘Kürt Sineması: Yurtsuzluk, Sınır ve Ölüm’ ve ‘Yeşim Ustaoğlu: Su, Ölüm ve Yolculuk’ adlı 3 derleme kitabı da bulunuyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nde Sinema ve Medya Çalışmaları bölümünde doktora eğitimini sürdüren Arslan ile gözaltı sürecini ve çalışmalarını konuştuk.
‘KCK operasyonları’ kapsamında geçen hafta alındın. Konu hakkında ne söylemek istersin?
Pazar sabaha doğru ev baskınıyla alındım. Daha önce festival için Ermenistan’a, film için de Maxmur Mülteci Kampı’na gitmiştim. Neden gittiğimi sordular. Son 10 yılda attığım her adımı sordular. Mesela senaryo fonu alarak gittiğim İspanya yolculuğumu dahi sordular. Yaptığım filmler dolayısıyla Hindistan, Fas, Avrupa, İngiltere, Ermenistan pek çok yere gittim; bunların hepsini belgeleriyle savcılığa sunduk. Ayrıca en büyük delilimiz yaptığımız yeni filmdi; o filmi sunduk. Filmin ilk adı ‘Kayıp Mezar’dı. Bu isimle Bakanlık’tan senaryo desteği almıştık. Ancak kurgu esnasında ‘Ben Uçtum Sen Kaldın’ ismini daha uygun bulduk. Film giden bir adamın ardında kalan kadınları anlatıyor. Bu bir masalın son sözü ve ninenin torununa tekrarladığı cümle... Nine, filmde ‘evet gerçekten o gitti, ben kaldım’ diye hatırlatıyor. Duygulara hitap eden, dünyanın herhangi bir yerinde herkesin anlayabileceği bir baba-kız hikayesi anlatıyoruz filmde... Bu kişilerin Kürt olması onları ‘politik’ bir mecraya taşıyor; aslında dünyanın başka bir yerinde yine babasını arayan bir kadının hikayesi olarak da okunabilir.
Gözaltına alındın. Bu, film çalışmasını ne şekilde etkiledi?
Filmin şu an son işleri yapılıyor. Gözaltı haftasında da filmle ilgili güzel gelişmelerin heyecanını yaşıyorduk. İstanbul Film Festivali belgesel jürisi filmi izlemiş, Ulusal Yarışma’ya önermişti. Henüz netlik kazanmadı ancak filmin Ulusal Yarışma’da yer alması müthiş bir olay. Gözaltı sonrası filme merak daha da arttı. Daha önce iki karma gruba ön gösterimini yapmıştık. Orada bir izleyici, „ben Türk milliyetçisiyim, filmi baştan sona önyargı ile izledim ama hiçbir propagandaya rastlamadım, bu büyülü bir film“ demişti. Bu bizim için önemli bir ölçüttü. Amacımız tam da buydu. Bu filmde kimseyi iyi-kötü diye yargılamıyoruz; savaşta parçalanmış bir ailenin hikayesini anlatıyoruz. Babasını hiç görmemiş, onun hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan; ölmüşse nerede öldüğünü, nasıl öldüğünü bilmeyen bir kızın hikayesi. Savaş olduğunu unutalım; kızın Kürt olduğunu da unutalım isterseniz. Herhangi bir coğrafyada bir kızın, bir takım ipuçlarını birleştirip babasını aramaya çıkması anlatılıyor. Kaldı ki kız neyle karşılaşacağını bilmiyor. Babası bir ajan olabilir. Çok önemli bir kişi de olabilir. Öldürülmüş ya da intihar etmiş de olabilir. Bunların hiçbirine dair fikri yok. Babası neden gitmiş? En önemlisi yol boyunca kendine sorduğu soru, babası onu hiç sevmiş mi? Merak ediyor, babası onu birilerine anlatmış mı? Kızına kalsın diye bir şeyler bırakmış mı? Dünyanın her yerinde kızlar için babaları özeldir. Bu aslında baba duygusunu babasının sevgisini arıyor. Böyle olsun istemedik ama izleyen herkesin duygulanacağı bir filme dönüştü. Kurguyu yaparken biz bile etkileniyoruz. Ben artık o kız değilim, o filmin içindeki karakter ve ben onu bir yönetmen-seyirci olarak izliyorum.
Ayrıca bu projede kameramanım olarak çalışan Özay Şahin de gözaltına alındı. Ona yola çıkarken zor bir yol olduğunu, bir maceraya girdiğimizi söylemiştim ancak olayların buraya varacağını düşünmemiştik. Belki de filmin son sahnesi buydu ve yaşanması gerekiyordu. Acı da olsa böyle bir deneyimi yaşamış olduk. Bu film karşıt görüşlü insanları yakınlaştırsın, empati kurdursun ve barışa katkısı olsun diliyoruz...
Hep yönetmen mi olmak isterdin? Yoksa içinde bulunduğun şartlar ve ortam gereği sonradan mı doğdu?
Yaşamda ihtimaller ve yaşanmışlıkların deneyimleri vardır. Tüm bunların toplamı kaderi oluşturur, benim için öyle oldu. Küçük yaşlarda sinema, izlediğimiz televizyondan ibaretti ve ‘yönetmen’ olmak gibi bir hayalim yoktu ama büyüyünce anlatmak, masalcı olmak istiyordum. Bu herhangi bir şekilde olabilirdi; küçükken sadece kalemim vardı yazıyordum, biraz daha büyüyünce gazetecilik yaptım, sonra elime fotoğraf makinası geçti, fotoğraf çekmeye başladım, tüm bunların toplamında sinema bir gün ansızın hayalim oldu. Hatırladığım şey ilk sinemaya gittiğimde çok etkilendiğim ve aradığımın bu olduğunu düşünmemdi. İlk önce sinema tarihinin önemli filmlerini izleyerek başladım, film çektim sonra sinemada master yaptım. Önce Hollywood’un fabrika işi filmlerini izleyip istediğimin bu olmadığına emin oldum, daha sonra Kiarostami, Tarkovski, Angelopolulos gibi hayatımda derin izler bırakan yönetmenlerle tanıştım. Bana sinema yapma cesaretini ezilen halkımın yaşadıkları, bir savaşta doğan kız çocuğu olarak anlam vermeye çalıştığım tarihim ve bu yönetmenlerin film anlatma becerileri cesaret verdi.
Alışılmışın dışında bir işe gönül koymuşun. Film yapmayı hayalperestlik diye nitelendiren insanlar var, sanırım her zaman da olacak. Senin yakın çevren ve ailen bu kararını nasıl değerlendirdi?
Yaşlı insanların düşündükleri beni her zaman çok ilgilendirir ancak zamanın değiştiğini ve bugünün anlatma yöntemlerinin değiştiğini biliyorum. Masalcı bir kadının torunuyum ancak bugünkü masal anlatma yöntemi olarak film çekiyorum. Kürt halkının sinema algısı ne yazık ki henüz olumlanacak durumda değil. Bu sebeple zorlu bir sürecin içindeyiz, günden güne algılar değişiyor. Henüz vakti var, sinemayı öğrenmek ve kabul etmek için… Benim ailem başta karşı çıktı. Kabul etmedi ancak her zamanki gibi inatçılığım ve başkaldıran karakteristik yapımla inandığım şeyi yaptım. Sinema bir hevesten ibaret değil. Bu yüzden tek filmini çekmiş bir yönetmen bile henüz bir sanatçı değildir, beş-on filmini izledikten sonra onun sanatı hakkında söz söyleyebiliriz. Kararlılık ve tutarlılık önemli; hem kendimi hem ailemi hem halkımı eğitmeye çalışıyorum. Hep beraber yürüdüğümüz zor ve bir o kadar heyecan verici bir yol bu...
Kadın olarak bir şeyler yapmanın erkeklere kıyasla hep bir zorluğu olmuştur, sen de bu zorluğu yaşadın mı?
Kesinlikle zor oluyor. Dünya tarihinde ve özellikle dünya sinema tarihinde kadınların rolü gözönünde bulundurulduğunda, çok küçük bir azınlığı oluşturdukları görülür. Bu bir tesadüf değil, bilinçli olarak görünmezliğe itilmişler; bu günümüzde de devam ediyor. Kürtler açısından da durum değişmiyor. İkinci cins olarak gördükleri kız çocuklarının gittikçe kapatmaya, az konuşmaya götürüyorlar. Bir de böyle bir toplumda kadın olarak film çektiğinizi düşünün, psikolojik olarak hırpalayacak her türlü müdahaleyle karşılaştım, bazen vazgeçtiğim oldu, çoğu zaman ise daha da isteklendirdi. İlk başta dedem film çekmemem için her türlü engellemeyi yaptı. Film çekerek onu köyde utandırdığımı düşünüyordu, ilk kez beni kamera ve küçük bir ekiple gördüğünde. Sonra fikri değişti tabii ki... Ancak o süreç hiç kolay olmadı. Yaptığımız iş her açıdan zorluyor, bir de aileniz, halkınız size güç vermediğinde iyice yalnız kalıyorsunuz. Ama buna rağmen tüm zorlukları göğüsleyip işi başardıktan sonra size engel olanlar bile yanınızda yer alıyor.
ÖZLEM GALİP/İSTANBUL
