‘KCK’ davası ve yeni bir şehir


Ve “yargılama” süreci aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya doğru yapılan fikirsel alışverişle sürdürülür. Gerek uygulamalar, gerek ara ve gerekse nihai kararlar; siyasi erkin amacı, siyasetin “günlük” durumu ve yürürlükteki yasaların özü itibariyle değil erkin ihtiyacına göre yorumlanarak, üç aşağı beş yukarı; ortak mutabakatla hayata geçirilir. Bu durum “siyası davalar”ın olmazsa olmazıdır. Bir anlamıyla, görünen değil “gizlenen taraf” belirleyici olur.
104’ü tutuklu 152 kişinin “sanık” olduğu “KCK ana dosyası” nın “yargılaması” Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılmaktadır. Bu dosya kapsamında Kürt sivil siyasetçi ve seçilmişler yargılanıyor. Siyasi bir davadır.
Bölge insanı, vicdan sahibi kişiler ve Kürt halkı tüm dinamikleriyle birlikte tepkiyle karşıladı bu davayı. Önemli bir karşı duruş sergiledi, sergilemeye devam ediyor.
Yargılama mekanizmasının bir bileşeni olan “savunma kurumu”; haklı, hukuki ve meşru olan talepleri sürekli ret edildiği için “yargılama sürecinden” çekilmiş durumdadır. Bölge Baroları da bu yaklaşımı doğru gördüğünden aynı tavrı göstermektedir. Onlar da bu siyasi davanın bir tarafı haline geldi.
Davanın 10 Ağustos 2011 tarihinde yapılan 26. duruşmasında, iddia makamı/savcı, davanın başka bir şehirde görülmesi talebinde bulundu. Basit bir talep gibi görünse de, bana göre önemli sonuçlara yol açabilecek bir taleptir. Bunun iddia makamının/savcının kendinden menkul bir talebi olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü siyasi davalarda, tüm süreçler bir konsept çerçevesinde yürütülür. Tıpkı, adı zikredilen davada; en temel evrensel hak olan “anadil ile savunma yapma” hakkının engellenmesi gibi. En çok bu dava, “anadil ile savunma yapma hakkı” nı bölgenin, Türkiye’nin ve dünya kamuoyunun gündemine taşıdı.
C.Başkanı’ndan askeri yetkililere, Başbakan’dan vicdan ve ahlaktan yoksun yazarlara, bakanlardan bazı akademisyenlere kadar birçok kişi ve kurum bu hakka karşı çıktı. Mahkeme de bu niyeti ve yaklaşımı sürekli karar haline getirdi.
Mahkeme heyeti, 25 Ağustos 2011 tarihinde yapılacak 27 duruşmada; savcının vereceği mütalaa üzerine davanın başka bir şehirde görülüp görülmemesine, bunun için Adalet Bakanlığına yazı yazılıp yazılmamasına kara verecektir.
Büyük bir ihtimalle talebi yerinde görecektir. Tüm içtenliğimle belirtmek isterim ki; yanılmak istiyorum. Çünkü bu yönlü bir kararın siyasi ve toplumsal sonuçları “üzücü” olacaktır.
Böylesi bir karar en başta şu soruları sorduracaktır.
Devlet Kürtlere; “ben seni senin ülkende artık yargılayamıyorum” mu demek istiyor?
“Sömürge hukuku”nun son aşamasına mı geçiliyor?
Yeni bir siyasi operasyon için Diyarbakır’daki yargı kurumunun yükü mü hafifletiliyor?
Savaş hazırlığı ve savaş konseptinin bir işlemi olarak “ön cephe” veya “cephe gerisi” mi düzenleniyor?
Davanın başka bir şehirde görülmesi için Adalet Bakanlığı’na yazı yazılması kararı verilirse; hangi şehirde yapılacağı da önemli olacaktır.
Davanın İstanbul-Silivri’ye, birkaç ay içinde tamamlanması beklenen İzmir-Yeni Şakran adli kopleksine veya “bölge” dışı başka bir şehre alınmasının anlamı ve amacı farklı olacaktır.
Tabi ki; Diyarbakır ve “bölge” dışı bir şehre alınmasının; davanın Kürtlerle, dava sürecinin Kürt toplumu ile bağını koparmak,” savunma kurumunun” haklı meşru ve hukuki direncini kırmak, yargılananları yalnızlaştırmak, izole etmek, haklı, meşru ve hukuki direnişlerini kırmak, davanın alındığı yeni şehirdeki toplumsal baskı ile dava sürecini yönlendirmek gibi amaçları vardır.
Ancak böylesine bir davayı yalnızca bu gerekçelerle anlamaya çalışmak; talebin “derin anlamı” için yetersiz olduğu düşünüyorum.
mperincek@mynet.com
