‘Türkiye Türktür Türk kalacaktır!..’

Haberleri —

TC tarihi „galeyanlar“ galerisi, çapulcuların ön safta kullanıldığı ırkçı „terör seferleri“ni haklı ve yerinde göstermenin adı ise, „halkımız galeyana geldi“dir.
Rumlar, Ermeniler, Yahudilerden sonra, Kürtler „galeyan halleri“nin hedefidir. Galeyana gelmiş (olan bilincini, aklını kaybetmiş“ gösterilen Türkler, Kürt avında. Bir haftadan beri yol kesip, kimlik kontrolüyle kurbanlarını seçiyor, evlere, işyerleri, kurumlara saldırıyor, kadın, çoluk, çocuk Azrail kesilip, can almak üzere Kürtlerin çalıştığı inşaatları kuşatıyor, barbarlığa cila çeken Türk medyası da, „halkımız galeyana geldi“ diye atıyordu.
 Kürtlerin yaşadığı İstanbul’un Zeytinburnu semtini kuşatma altına alan ırkçı vahşet, Türkeş MHP’sinin Hitler’den aldığı, Recep Erdoğan’ın da onlardan devir aldığı „Ya sev ya da terk et“ narasını, „Türkiye Türktür, Türk kalacaktır“ diye değiştirmişlerdi.
Türk gazeteleri ırkçı naralıların, Balkan göçmenleri olduklarını yazıyordu. Bu garabet, insanın „sefilleşmesi“, yani en son katılanın en hızlı görünme haliydi. Şaşılası değil, geçim dünyasıydı bu.
Parti devleti ya da artık devlet olan cemaatin kiralık Kürtleri, „sonradan katılanların hızı„ konusunda en çarpıcı örnektir. Sonradan „olma“ devşirmeliğin çukur halleriyle, televizyon ekranlarında, „Kürt aydını“ (aydın, zulme karşı dikilen olduğuna göre, bunlar nasıl aydınsa) etiketli rejim propagandisti, gazete köşelerinde efendilerinin, „hınk“ deyicileri, başka deyişle itibarsız „entelektüel korucular“dır. Düşmüşlükleriyle, vicdanı ve bilimsel doğruların penceresinden Kürtlere bakan Nuray Mert’e bile saldırmaktadırlar.
Kürtten devşirilmiş Türk milliyetçileri, ayrı bir yara da, Zeytinburnu’ndan „Türkiye Türktür, Türk kalacaktır, Kürtler dışarı“ diye naralanan ve polisin sırtlarını sıvazladıklarından kaçtan kaçı acaba dedesinin adını biliyordu?
Bilemiyorum, Çetin Altan, küpeştesinde, Atatürk’ün annesi „Zübeyde Hanım“ ismiyle İstanbul kıyıları arasında yolcu taşıyan vapurdan yola çıkarak, şu soruları sıralıyordu:
„(Zübeyde hanım) Nerede hangi tarihte doğmuştu? Annesiyle babasının adları neydi, nasıl evlenmişlerdi? Büyükanneleri kimdi, dedeleri kimdi? Ailesinin mezarları neredeydi? Hiç gitmiş miydi onların mezarlarını ziyarete?“
Çetin Altan gibi donanımlı bir yazar bile, bir halkın „atası olma“ sıfatı almış, yani bir halkı „evlat edinmiş„ liderin annesi tarafının bir göbek ötesini bilmiyor, mezarını ziyaret edecek kimsesi olmadığını yazıyordu. Yazar, kim bilir neyle dalgasını geçen bir „hin oğlu hinlik“ ve „garip muziplikle“ devam ediyordu:
„Garip bir çağrışımla aklıma Gülnuş Sultan geldi. Gülnuş Sultan, 6 yaşında tahta çıkan ve 51 yıl tahtta kalan 19’uncu padişah Avcı Mehmet’e şehzadeler doğurmuş bir sultandı. 22’nci padişah II. Mustafa’nın da annesiydi, 23’üncü padişah III. Ahmet’in de...
Gülnuş Sultan’ın da, annesiyle babasının, büyükanneleriyle dedelerinin kimler olduğu bilinmiyordu. Gülnuş Sultan’ın türbesine de, bir buket çiçek götüren kimse yoktu.“
Neresi Türkiye, kimler Türk bilemiyorum, ama Türk basınının yazdığına göre „Türkiye Türktür, Türk kalacaktır, Kürtler dışarı“ diye naralananların çoğunluğu Arnavutluk’tan, yani „Balkan Orta Asyasından“ göçmendi. Kürt, „polis onlarla beraberdi“ diyor, medya ise üç Kürdü bir arada görünce gaz bombalarıyla saldıran polisin katil adayı çapulculara „sağ olun arkadaşlar, dağılın, biz onlara yeteriz“ diye seslendiğini yazıyordu. Türk eliti denilen tabaka, Kürt müzisiyen Aynur Doğan’a sahnede saldırıyor, telefonuyla müzik dinleyen genç öldürülesiye dövülüyor, Kürtçe konuşan otobüsten indiriliyor, inşaat işçileri, kuşatılıp öldürülmeye kalkışılıyor, sonra bir baş devletin sınırlarından içeriye kaçak girmiş gibi ülkelerine gönderiliyor mahalleler, organize linç güruhu tarafından kuşatılıyor, bazı dostlar da İstanbul’da, „barışalım“ yürüyüşü düzenliyorlardı.
Oysa „küslük“ ufak tefek incinmeye, gönül koyma tavrıdır. Kürtler „küs“ değil, terör devletinin yaralılarıdır. Onurları, bedenleri kin ve öfkeyle kanayan bir halktır.
Çünkü Kürtler, hiç bir zaman dürüstlük görmediler. Adalet nedir tanımadılar. Ta başından itibaren, Kürtleri aldatıp dolandırma taklaları attılar. Bu kazanayım derken kaybetmeydi.
Halbuki, toplumlar arasında güven ve adalet hissinin bittiği yerde ayrışma başlıyordu. Bu gerçeği görmediler, anlamak istemediler. Kendilerince haklıydılar. Çünkü, zorbalıktan başka dil, çözüm bilmiyorlardı.
Bugün, „Türkiye Türktür, Türk kalacaktır, Kürtler dışarı“ naralarıyla üstüne yürüdükleri Kürtler, dün köyleri yakılan, yarı çıplak sürgüne gönderilenler ve çocuklarıdır.
Kafaları, bir halkın terörle bastırılıp, yok edilemeyeceği gerçeğini kavrayamadığı için, hala „galeyancı“ adıyla çapulcuları, Kürtlerin üstüne sevk ediyorlar. Ama bu yol, çıkmazdır.
Çünkü, birliktelik gönüllü esaslar üzerinde yürüyen bir kavramdır. Türklerle Kürtler arasında ise „müşterek“ değer yoktu, olan da tükenmiştir.
O nedenle, Kürdistan’ın ilan ettiği özerklik, afaki değil, fiili duruma, yaşanan gerçeğe isim koymaktır. Türklerin „biz ve onlar“ ayırımı, Kürdistan’da derinlere inmiştir.
Diyarbakırlı bir hanım anlatmıştı:
„Esnafla Türkçe konuştuğun zaman yadırganıyor, Kürtçe cevap veriyor, Türk olduğunu sandığı kişilere farklı fiyat söylüyorlar.“
Türk terörünün yarattığı fiili durum olan kin ve öfke Diyarbakır’a has değildir. Kürdistan baştan başa ayrışmıştır. „Biz ve onlar“ sesi her yerde duyuluyor.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.