Adı neydi o kadının?

Tereddütlü bir dille "hoş bulduk" dedim ama nedense korkum daha da bir arttı… Sesin sahibi beni rahatlatmak için "adım Hasan, sizi almaya geldim" dedi. Emin olmak için adamı biraz yokladım. Gülerek cevaplar verdi ve ben sonunda ikna oldum beni almaya gelen kişinin o olduğuna.
"Hemen gidelim mi? Ya da bir çay içer misiniz?" diye sordu, Konyalı olduğunu öğrendiğim Hasan. "Hemen gidelim, yolda içeriz" dedim.
Öyle de yaptık. 50 derece sıcaklığın olduğu kentte, Toyota marka cipin ön koltuğunda oturup camdan yüzüme vuran sıcak rüzgarın vurduğu keyifli yolculuğa başladık.
Hasan bana dönüp, "Esra hanım artık bu barışı getirin de, biz de memleketimize dönelim" diyerek benimle sohbete başladı. "Burası da senin memleketin değil mi Hasan?" diye gülerek yanıt verdim. Hasan, "Öyle ama doğup büyüdüğümüz yer başka olur"…
Canım acıdı. Doğup büyüdüğümüz topraklar bir kısmımıza ne yazık ki; yasak. Elbet kabul edilir bir durum değil. Neden? Kürt halkının demokratik haklarını istedikleri için yüz binlerce insan sürgün olarak dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış. Sürgün trajedisini yaşıyorlar sıla hasreti çekerek…
Hasan’ı artık dinlemeyi bıraktım. Dalıp gittim. Hasan çareyi Aynur Doğan’ın "Keça Kurdan" şarkısını çalmakla buldu. Ben ise görebildiğim kadar uzaklara baktım.
Kim bilir bu ovalarda, bu dağlarda neler yaşanmıştı? Bir kısmını yakın tarihten zaten biliyoruz. Bir kısmını ise eş, dost anlatmış. Enfal’de yüz binlerce insan katledildi. Irak, İran ve Türkiye yıllarca bu dağları bombaladı. Bu topraklar çok acılar çekti, çok insan öldü. Ne çok yoksulluk, çaresizlik yaşandı, birçok sevda yarım kaldı. Dünya burada olup bitenleri görmedi, görmek istemedi…
Hasan’ın sesiyle irkiliyorum. Başlıyor bir hikaye anlatmaya…
Hewlêr, Saddam güçlerinden temizlendiğinde Maxmur hapishanesinde bir Kürt kadın bulunur. 17 yaşında Irak askerleri tarafından gözaltına alınmış. Hasan, "kadın hapishaneden kurtulduğunda yanında dört çocuk vardı" diyor… Hasan’ın ağzından "dört çocuk" cümleleri döküldüğünde, o an insanlığımdan, kadınlığımdan utanıyorum. İnsan, insana bunu nasıl yapar? Hapishanede kaldığı süre içinde Saddam’ın askerleri ve gardiyanları tarafından defalarca tecavüze uğruyor kadın. O dört çocuğu hapishanede doğuruyor. Peşmergeler Maxmur’un kontrolünü ele aldıklarında kadın özgür kalıyor. Bir süre sonra kadın yanına hapishanede doğurduğu dört çocuğu da alarak Hewlêr kalesine çıkıyor ve bedenini ateşe veriyor…
"Dur anlatma" diyecektim ama Hasan’ın ağzından bunlar peş peşe çıkmıştı bile… "Lanet olsun" dedim… Kimin umurunda Kürtlerin, Kürt kadınlarının, Kürt çocuklarının neler yaşadığı?
"Adı neydi" diye sordum. "Bilmiyorum" dedi Hasan. Aslında ne fark ederdi adının ne olduğu? Öyle bir kadın bu dünyadan gelip geçmişti… Aynur sanki onun için söylüyordu, "Keça Kurdan"…
"Yolumuz az kaldı" dedi Hasan. Güney Kürdistan peşmerge güçlerinin son kontrol noktası geride kaldı. Uzaktan PKK bayrakları görünmeye başladı.
İlk kontrol noktasında yirmili yaşlarda 4 gerilla aracımızı durdurdu. "Medya Savunma Alanları’na hoş geldiniz" dediler. "Nereye gideceksiniz?" diye ikinci soruyu sordular. Kim olduğumu söyledim ve devamla da kadın hareketiyle röportaj yapacağımı söyledim. Bir gerilla elindeki telsizle bir yerlerle konuştu. Telsizi kapattı ve bize "geçin" dedi.
Artık Medya Savunma Alanları’ndaydım. Çok değil, biraz sonra Beritan Dersim ile kucaklaşacağım.
Yarın; kadın gerilla kampında ilk gün…
