Yaşam, özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği belirtilen Ömer Elçi ile mahsur kaldıkları bodrum katında ambulans beklerken birçok kişiyle birlikte katledilen Orhan Tunç adına yapılan başvurular üzerine 13 Kasım’da Strasbourg’da duruşma da yapılmıştı.
AİHM, sokağa çıkma yasakları sırasında meydana gelen hak ihlalleriyle ilgili başvurularda öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin tüketilmesi gerektiğine, davanın ve dönemin özel koşullarına rağmen bu yolun tüketilmemesi için bir istisna olmadığına karar verdi. Karara tepki gösteren Avukat Ramazan Demir, hukuken haklı olunsa da Türk hükümetinin Avrupa Konseyi üzerindeki etkisini aşamadıklarını söyledi. Hukukçu Kerem Altıparmak da AİHM’in artık gerçeklikten koptuğunu söyledi. Şehit Orhan Tunç’un eşi Güler Tunç da karara tepki göstererek, üç yıl önceki tavrından dolayı zaten AİHM’den pek umudunun olmadığını belirtti. Başvurucuların yasal temsilcileri tarafından yapılan açıklamada ise AİHM’e yeniden başvuru yolunun tamamen kapanmadığı hatırlatıldı. Karar, geri kalan dosyalar için de emsal olacak.
Türk devletinin ’Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddedip ’diyalog süreci’ni bitirdikten sonra Ekim 2014 MGK Toplantısı’nda kararlaştırılan ’Çökertme Planı’nı devreye koyup Kürtlere karşı yeniden savaş başlatmasıyla birlikte bu kez Kürt kentleri de hedef alındı. Ağustos 2015’te Cizre, Sur ve Silopi başta olmak üzer pek çok il ve ilçede 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11’nci maddesine dayanılarak kaymakam ve valiler tarafından sokağa çıkma yasakları ilan edildi. Türk devleti, ordusunu da devreye koyarak konvansiyonel silahlarla kentleri yakıp yıktı, hiçbir yasa ve norm tanımadan katliamlar yaptı.
Cizre’deki ağır bilanço
Şırnak Valiliği’nin 14 Aralık 2015’te saat 23.00’te Cizre’de ilan ettiği sokağa çıkma yasağı 79 gün sürdü ve 2 Mart 2016’da sona erdi. 79 gün süren ablukada toplam 259 kişi katledildi. İçerisinde ağır yaralıların olduğu ve bodrumlara sığınan 177 insanın büyük çoğunluğu, Türk güçleri tarafından yakıldı. 92 kişi kimlik bilgileri henüz açıklanmadan kimsesizler mezarlığına defnedildi. Onlarca insan evlerinin mutfağında yemek yaparken, oturma odalarında, tuvalet ihtiyacını gidermeye giderken, sokak ortasında katledildi. Abluka boyunca seçilmiş siyasetçiler dahil olmak üzere hiçbir gazeteci, kurum ya da kuruluşun Cizre’ye girmesine izin verilmedi. Cizre ablukası başlamadan önce yapılan “evlerinizi boşaltın, son uyarımızdır” anonsları, sivil yerleşim alanlarına yönelik top atışları ve başkaca psikolojik baskı yöntemleriyle halk göçe zorlandı, evlerini terk etmeyenlere yönelik büyük bir katliam gerçekleşti.
Yargı süreci
Bu kentlerdeki hak ihlallerine karşı 2015 ve 2016’da Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne çok sayıda başvuru yapıldı. Bu başvurularda AYM ve AİHM’den hak ihlallerinin önüne geçebilmek için geçici tedbir kararları vermeleri istendi. AİHM, içtüzüğünün 41. maddesi uyarınca bu başvuruların öncelikli olarak ele alınmasına karar verdi. AİHM, bu kararın bir sonucu olarak 15 Aralık 2016’da sokağa çıkma yasakları bağlamında 160’tan fazla kişiyi temsilen yapılan 34 başvuru hakkında Türkiye’den savunma istedi ve başvurucuların esası hakkında ilerleyen tarihlerde karar vereceğini duyurdu.
Temmuz’da duruşmayı duyurdu
Mahkeme, başvuruların hem esası hem de kabul edilebilirliğiyle ilgili duruşma yapmaya karar verdiğini Temmuz’da duyurdu. Ancak bütün dosyalar için duruşma yapmak yerine içlerinden iki tane dosyayı seçip bu iki dosyada yapılacak olan usul ve esas tartışmalarını, geri kalan bütün dosyalar için de uygulamaya karar verdi. Sokağa çıkma yasağının yasallığını Ömer Elçi dosyası üzerinden, sokağa çıkma yasakları sorasında Cizre’de yürütülen operasyonun niteliği ve meydana gelen ölümlerin hukuki tartışmasını da Orhan Tunç dosyası üzerinden yapacağını açıkladı.
Kabul edilebilirlik ve esas üzerine yapılan duruşmaya, Avrupa ve Türkiye’den birçok insan hakkı kuruluşu temsilcisi ve avukat katıldı. Cizre’de neler olduğu ilk defa uluslararası bir mahkemede tartışıldı. Cizre’deki katliamlarla ilgili devlet ilk defa savunmada kaldı; kamuya açık bir alanda sokağa çıkma yasakları ve özellikle Cizre bodrumları ile ilgili hesap verdi.
Avukatlar ne demişti.
Davanın avukatları, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu başvurular açısından etkili olup olmadığı; Türkiye’de Cizre’deki ölümlerle ilgili yürütülen soruşturmaların etkili olup olmadığı konusunda AİHM’i ikna etmeye çalıştı. Mahkemeyi AYM’nin bu dosyalar konusunda neden etkili olmadığını ikna etmeye çalışan avukatlardan Ramazan Demir, iki olasılığa işaret etmişti:
- AİHM, ‘AYM bu dosyalar için etkili bir yoldur’ deyip bizi AYM’ye geri gönderebilir,
- ‘AYM bu dosyalar için etkili bir yol değildir’ deyip dosyaların esasıyla ilgili karar vermek isteyebilir.
Her iki durumda da dosyalar yürümeye devam edeceğini belirten Av. Demir’in olumsuz beklentisi gerçekleşti ve ‘AYM’ye gidin’ dedi. Ancak Demir’e göre tekrar AİHM’e gidebilecekler.
Uygulanmayan tedbirler ve takipsizlik
Aileler adına AİHM’e başvuruda bulunan ve Strasbourg’daki duruşmaya katılan avukatlardan Newroz Uysal, Cizre’de sokağa çıkma yasağı devam ederken AİHM ve AYM’ye tedbir talepli başvurular yapıldığını hatırlattı. Avukat Uysal, yaralı kişiler adına ambulans erişimi, mahsur kalan kişiler için ‘güvenli tahliye’, yaşam hakkının korunması temelli yapılan bu başvurularda 5 tedbir kararı verildiğini ama Helin Öncü dışında yerine getirilemediğini; bunun da başvuranların hayatına mal olduğunu söyledi. Cezai anlamda Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmalara işaret eden Avukat Uysal, şöyle devam etti: “Şu ana kadar takip ettiğimiz dosyalarda takipsizlik kararı verildi. Bu kararlarla, soruşturmada öldürülen maktul, şüpheli sayılarak etkili soruşturmaya aykırı süreç tamamlanıp dosyalar kapatılmak istendi. Buna dair yapılan itirazlarımızın hepsi Sulh Cezalar tarafından reddedildi. Bu aşamadan sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmış durumdadır. Bunlarda 31 dosyanın, yasak süresince AYM ve AİHM başvurusu olan dosyalar olması dikkat çekicidir.”
Sonuç alınamıyor, çünkü…
Avukat Newroz Uysal, başvurulardan sonuç alınamamasının nedenlerini şöyle sıraladı:
- Devletin hakikati gizleme çabası,
- Uluslararası bir mecrada hesap verilmesinin öngörülür olması,
- Delillerin sokağa çıkma yasağı devam ederken bizzat devlet güçleri tarafından hukuka aykırı şekilde toplanması ya da hiç toplanmaması,
- Olayların siyasi, politik yönünün yok sayılması. Örneğin 2014’te MGK’de karar altına alınan ‘Çöktürme Planı’nın görmezden gelinmesi.
- Devlet eliyle ya da sessiz kalışıyla gerçekleşen olayların, olağan/sıradan bir operasyon diye vasıflandırılması,
- Savcıların işlem yapmaktan imtina etmesi,
- Suçu işleyen faillerin kanunlarda güvence alına alınması.
Cizre sicili parlak değil
Avukat Newroz Uysal, AİHM kararından önce şunların altını çizmişti: “AİHM, verdiği 5 tedbir kararından sonra olayın ciddiyetinin farkına varmasına rağmen Türkiye’nin itirazlarını dikkate alarak yeniden AYM yolunu göstermişti ve daha sonraki başvurularda tedbir kararı vermedi.“
Güler Tunç’un kuşkuları
Mehmet Tunç’un eşi Zeynep Tunç’la birlikte duruşmaya katılan Orhan Tunç’un eşi Güler Tunç, son dönemlerde bazı siyasi davalara ilişkin Türkiye lehine kararlar veren AİHM’e yönelik kuşkuları olduğunu söylemişti.
Yine devlet lehine karar
AİHM, 13 Kasım’da görülen ve tüm yaşananların tekrar gözler önüne serildiği Strasbourg’daki duruşmanın üzerinden iki aydan fazla zaman geçtikten sonra dün kararını açıkladı. Mahkeme, kararında açıkça Orhan Tunç’un katledilmesiyle ilgili etkili bir soruşturma yürütülmediği, idari dava sürecinin etkili bir yol olmadığını teslim etmesine, başvurucuları ve uluslararası kuruluşların AYM için söylediklerinin de farkında olduğunu belirtmesine rağmen bu aşamada yok sayamayacaklarını söyledi ve yeniden AYM’yi adres gösterdi.
Avukatların açıklaması
Başvurucuların yasal temsilcileri tarafından karar sonrası yapılan açıklamada, şunlar ifade edildi: “AİHM, Cizre’de ilan edilen sokağa çıkma yasakları sırasında açılan ateş sonucu yaralanan, ambulans girişine izin verilmediği için AİHM’den alınan geçici tedbir kararı yerine getirilmeyen ve hayatını kaybeden Orhan Tunç’un yakınları tarafından yapılan başvuruyu iç hukuk yolları tüketilmediği için kabul edilemez bulduğunu açıkladı. AİHM, başvuru sırasında 13 Kasım 2017’de Strasbourg’da görülen duruşmada ve sonrasında ileri sürülen argümanların ciddiyetinin farkında olduğunu fakat Orhan Tunç’un yaşam hakkının ihlaline ilişkin halihazırda Anayasa Mahkemesi önünde bekleyen iki ayrı başvurusu olduğunu belirterek, öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin karar vermesi gerektiğini söyledi.
Bu ağır hak ihlallerinin cezasız kalmaması için umudumuz ve başvuru yolları tükenmiş değil. AİHM’in de kararında vurguladığı üzere 2016 ve 2017 yıllarından bu yana Anayasa Mahkemesi önünde bekleyen başvurular hakkında Anayasa Mahkemesi bir süre daha karar açıklamaz ya da Anayasa Mahkemesi, AİHM’in yerleşik içtihatlarına aykırı şekilde karar verirse yeniden AİHM’e başvurmak mümkün olacak.”
Demir: AK üzerindeki etkiyi aşamadık
Avukat Ramazan Demir, karar sonrası yaptığı açıklamada, dosyaların somut hali ve Türkiye’de yargı sistemi dikkate alındığında AİHM’in yeniden AYM’yi adresi göstermesini ‘hukuki körlüktür, vicdansızlık’ olarak nitelendirdi. AİHM’in AYM’yi güzelleyen, Türk hükümetinin AYM beyanlarını kabul edip avukatların söylediklerini çöpe atan bu kararının, aileler ve avukatlarını devlete karşı korunmasız bıraktığını kaydeden Avukat Demir, “AİHM’in bunca çaba ve emeğe rağmen mağdurları yasaklar sırasında tarafını belli etmiş olan AYM’nin vicdanına terk etmesi, devlet gücü karşısında aldıkları mevcut pozisyon itibariyle insan haklarını koruma mekanizmalarının temel işlevini da sorgulatacaktır” dedi. Avukatlık olarak ne yapılması gerekiyorsa fazlasıyla yapıldığını hatırlatan Avukat Demir, şunların altını çizdi: “Ancak hukuken haklı olunsa da Türk hükümetinin Avrupa Konseyi (AK) üzerindeki etkisini aşamadık. Teknik olarak şimdilik AYM’nin lobiciliği kazandı ama bin yıl da sürse o çocukların hakkını savunmak, hesabını sormak boynumuzun borcu.”
Altıparmak: Sözün anlamı yok
Hukukçu Kerem Altıparmak, AİHM kararına tepki göstererek, “AİHM Cizre sokağa çıkma yasaklarına ilişkin yapılan başvurularda AYM tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verdi. Sanıyorum artık hakikatten bu kadar kopuk bir Mahkemeye söz söylemenin de anlamı yok. Yaşattığı eski güzel günler için kendilerine teşekkür edelim” dedi.
Şenses: Varlık nedenini tartıştırıyor
Anayasa Mahkemesi’nin Eylül 2015 yasaklarındaki başvurusu hakkında hala karar veremediği Ömer Elçi’nin avukatlarından Erken Şenses de tepkisi şöyle paylaştı: “AİHM bu kararla artık güncel hak ihlallerinde kendisine doğrudan gelinmemesini kabul ederek varlık nedeninin de sorgulanmasına yol açmıştır. Anayasa Mahkemesi, artık istediği başvuruyu istediği zamana yayarak karar verme hakkını elde etti.”
Güler Tunç haklı çıktı
Fransa’nın Strasburg kentinde 13 Kasım 2018’de görülen duruşmaya katılan ve o zamanda AİHM’den umutlu olmadığını dile getiren Orhan Tunç’un eşi Güler Tunç, söz konusu kararın sürpriz olmadığını söyledi. Tunç, “Eğer olumlu bir karar verilseydi 3 yıl önce verilirdi ve bu katliam gerçekleşmezdi. Benim bundan üç yıl önce bu mahkemeden bir umudum vardı. Ben üç yıl önce bir koridor açılır Orhan ve arkadaşları o koridordan sağ çıkabilir diye bir umudum vardı ama mahkeme böyle bir karar almadı. Duruşmaya giderken de umudum yoktu” dedi. Tunç, Cizre bodrumlarında insanlığın yakıldığını ve olayın insanlık suçu olduğunu vurguladı. AİHM’in, daha önce 34 insanın savaş uçaklarıyla öldürüldüğü Roboskî Katliamı ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan hakkında verdiği kararları hatırlatan Tunç, şunları söyledi: “AİHM, bu kararıyla Türkiye’ye, ‘Biz bu katliamı kabul ettik. Sen daha büyük katliamlar yapabilirsin’ mesajı veriyor. AİHM, her geçen gün kendi rol ve misyonundan uzaklaşıyor ve AKP’nin kirli siyasetinin parçası haline geliyor. Bu kararı kınıyor ve kabul etmiyoruz.”
Adalet arayışımız bitmeyecek
AİHM bu kararı verdi diye adalet arayışından vazgeçmeyeceklerini vurgulayan Tunç, “Sağ olduğumuz sürece son nefesimize kadar adalet arayacağız” dedi.
HABER MERKEZİ
AİHM’in bahanesi yoktu
İHD Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, AİHM’in Cizre davasıyla ilgili mağdurların lehine karar vermesini gerektirecek hiçbir bahanenin olmadığını söyledi.
Sokağa çıkma yasakları döneminde rapor hazırlayan ve bu raporları AİHM’e de gönderen İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan, sokağa çıkma yasaklarının hukuki boyutunun tartışılması noktasında AİHM’de 8 tane dava olduğunu hatırlattı. Türkdoğan, Venedik Komisyonu’nun, Avrupa İnsan Hakları Komiserliği’nin, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve kendi hazırladıkları raporların da AİHM’de görülen dava dosyasında yer aldığını söyledi. Türkdoğan, “Birinci grup 8 dosyayı temsilen bu durum tartışıldı. İkinci grup dosyada ise bunlar 26 tanedir. Bunlar doğrudan doğruya yaşam hakkı ihlaliyle ilgili dosyalar. Orhan Tunç’un yaşamını yitirdiği olayla ilgili tek bir dosyada duruşma görüldü ama bu 26 dosyaya sirayet edecek hukuki tartışma olacak” dedi.
AİHM’e tüm belgeler verildi
Türkdoğan’ın verdiği bilgiye göre; Cizre davasında AİHM’e verilecek her türlü bilgi ve belge sunuldu. AİHM’in önünde olan 34 davanın tamamı için sunulabilecek tüm belgeler verildi. Bununla ilgili defalarca yazışmalar gerçekleştirildi ve Türkiye’nin kendini usulü olarak savunacak bir noktası kalmadı. Mahkemenin tutumundan tutalım da AYM’nin Kürtler, silahlı çatışmalar, çatışmalardan kaynaklı yaşam hakkı ihlali söz konusu olduğunda, devlet güvenliği olduğunda verdiği kararlar da AİHM’e gönderildi.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, 13 Kasım’daki mahkemeye sunduğu beyanında Türkiye’de bir değişiklik olmadığını, etkili iç hukuk yollarının, iyileşmeye dair hiçbir emarenin görülmediği, önceden görev alan komiserinin sunduğu belgenin arkasında olduğunu ve aynısını tekrar ettiğini ifade etti. İlk defa Türkiye’deki yaşam hakkı ihlalinde bu kadar çok dosyada Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri mağdurların yanında oldu.
Türk lobiciliğinin etkisi
“Umuyorum ki AİHM, verdiği son kararlar yönünde kendisine yapılan eleştirileri de göz önüne alarak adaletten şaşmaz” diyen Türkdoğan, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Türkiye 2015’ten bu yana çok yoğun bir lobicilik faaliyeti yürütüyor ve bu da AİHM üzerinde ciddi bir etki oluşturmuş durumda. Cizre davası AİHM için son şanstı. Usulü bir eksiklik yok. Türkiye’nin yaptığı ‘Önce esas mahkemede görülsün sonra AİHM’de görülsün’ savunmasının da bir karşılığı yok.”

