AKP ve Yeşil Gladio


Cumhuriyetin ilanından 12 Eylül faşist darbesine kadar egemenliğini sürdüren, ‘laik’ beyaz Türk milliyetçiliği bünyesel zayıflığı ve Ortadoğu konjonktüründen kaynaklı olarak, güç kaybederek iktidarı 2002 yılında Kürtler gibi ötekileştirerek rejimin dışına ittiği muhafazakâr Türk İslâm-Yeşil Türk milliyetçiliğine AKP şahsında devretti. Yahudi sermayesi ile ABD yeni liberal muhafazakârları ve hızla palazlanan Konya-Kayseri merkezli Anadolu sermaye tekellerinin işbirliği temelinde iktidara gelen AKP ideolojik ve altyapısal kurumlarını hızla inşa etmeye yöneldi. Yaklaşık on yıl süren hegemonikleşme mücadelesi sonunda iktidar olmasına rağmen, mağduriyet algısı yaratıp toplumdan sürekli destek alarak devlet iktidarı içinde kurumlaşmasını ete kemiğe büründürdü. Bunları yaparken ‘laik’ beyaz Türk milliyetçiliğinin etkisizleştirilmesinde ve Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi çabasında birlikte hareket ettiği suç ortağı Gülen cemaatinin devlet içinde paralel örgütlenmesine destek verdi. Ancak Gülen cemaatinin KCK operasyonlarından sonuç alamaması ve ABD ile gizli işbirliği temelinde geliştirdiği 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonucunda AKP, düşmanlarına eski ortağını da dahil etti. Komşularıyla sıfır sorun politikasıyla adım atan AKP hükümeti, komşularının yaşadığı sorunları çözmeye katkı sunacağı yerde bunu hegemonyası için fırsata çevirme çabasına yönelince bütün komşularıyla sorunlu hale gelerek yalnızlaştı. Pragmatik politikasından dolayı yalnız dış ilişkilerde değil yurt içinde bir dönem işbirliği yaptığı ''yetmez ama evet'' diyen liberalleri, umut vadederek beklentiye soktuğu Alevi, Bektaşileri de hayal kırıklığına uğratarak yalnızlığını derinleştirdi. Demokratik zeminden uzaklaştıkça savunma refleksi gerici, faşist bir tarz aldı. Özellikle Gezi ve 6-8 Ekim olayları bunun en somut göstergesi oldu.
AKP özel savaş hükümeti olarak örgütlendi
Rejim içinde örgütlenen ve kurumsallaşmasını her geçen gün yalnızlaşma pahasına tekelleşerek güçlendiren AKP’nin savunma refleksi gerici-faşist rejimlerin savunma refleksinin bir tekrarıdır. Geçmişte rejimi elinde bulunduran laik beyaz Türk milliyetçiliği, kendini güçsüz hissettiği anda rejimi koruma adına fiziki (Şêx Sait, Agirî, Dêrsim) ve kültürel soykırımları sürekli devrede tuttu. NATO’ya üye olduktan sonra Gladio merkezli operasyonlarla 6-7 Eylül olayları, Maraş, Çorum katliamı, 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat askeri darbelerini gerçekleştirdi. 12 Eylül askeri darbesinden önce ülkücü sivil faşistleri solcu olarak tabir ettiği hak arayışındaki devrimci, demokratlara saldırttı. 90’lı yıllarda ise Kürdistan'da yürüttüğü kirli savaşta asker ve polisin yanında köy kurucusu, JİTEM ve Hizbullah elemanlarını kullanarak binlerce faili belli cinayet işledi. Ancak bu durum beyaz Türk milliyetçilerini güçlendirmedi, bilakis rejimi yeşil Türk milliyetçilerine bırakmak zorunda bıraktı. Bu durumu bir fırsat olarak değerlendiren AKP hükümeti ise kendi Gladio’sunu oluşturdu. AKP kendisinden önceki bütün devlet partilerinden daha fazla devlet partisi, hükümeti de tüm önceki hükümetlerden daha fazla ''özel savaş'' hükümeti olarak örgütledi. JİTEM bağlantılı tetikçi Hizbullah örgütünü de yeni rejimini koruma temelinde daha kapsamlı bir İslami kontra örgütlenmesi olarak yaratmaya çalışıyor. Sorunları demokrasi ile çözmek yerine hegemonyasını koruma ve var olma kaygısından dolayı selefi (beyaz Türk rejimi) gibi aşılma ile karşı karşıyadır. Bunu önleyebilmek için de bir yandan toplumu militarize etmeye diğer yandan da Kürt sorununu çözme iddiasıyla İmralı’da görüşmeler yapmakta ancak zamana yayarak Devletin çözüm eğilimini kendi hegemonik tırmanışı için kullanmaktadır.
Demokrasiden uzaklaşma artıyor
AKP iktidarının her geçen gün biraz daha demokrasiden uzaklaştığı, toplumu militarize ettiği ve paramiliter gücünü yaratmaya çalıştığına ilişkin son dönemde karşılaştığımız çok sayıda örnek var. Bunu şöyle sıralamak mümkün:
* 6-8 Ekim Kobanê protestolarında Adana’da IŞİD, Amed’de Hüda-Par (Hizbullah), Türk metropollerinde ülkücü faşistlerin polis-MİT kontrolünde protestocu kitleye saldırısı, yaşanan ölümler ve bu ölümler konusunda herhangi bir adli soruşturmanın açılmaması.
* 6-8 Ekim Kobanê protestolarından sonra yeni bir tutuklama furyasıyla kesintisiz siyasi soykırım operasyonlarının yeniden başlatılması.
* 6-8 Ekim Kobanê protestolarından dolayı 12 Eylül'den sonra ilk defa sokağa çıkma yasağının uygulanması ve yasa tasarısı hazırlanarak polise “makul şüphe” yetkisinin verilmesi.
* Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Gezi Parkı Direnişi sırasında polis ve ''esnaflar'' tarafından dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz'ın davasının görüldüğü sırada ATO Congresium'daki 4. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası'nda ''Esnaf gerektiğinde polistir, askerdir, alperendir, mahallenin bekçisidir'' diyerek cinayeti sahiplenmesi ve ardından mahkemenin en alt sınırdan ceza vererek iyi hal indirimine gitmesi.
* AKP eski Elazığ milletvekili Feyzi İşbaşaran’ın Twitter hesabından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla tutuklanırken adliyeye getirildiği sırada linçe maruz kalarak polis kontrolünde dövülmesi. Bu dayak ve tehdit olayının ülkücü mafya lideri Sedat Peker'in avukatı İsmail Barbaros Aslan eliyle gerçekleştirilmesi.
Örnekler çoğaltılabilir ve yaşananlar bunun daha sık tekrarlanacağını göstermektedir.
Direnişçi yapı etkisizleştirilmek isteniyor
Çözüm süreci şimdilik bir ateşkesten ibarettir. Mücadele, hatta çatışma başka alanlarda en keskin şekilde devam ediyor. AKP rejimi, Rojava’daki kantonların Kürtlerin denetimine girmesini kendisi için bir tehlike olarak görüyor. Bu nedenle hegemonyasını Suriye’ye yaymak için IŞİD’i desteklemesi bir sır değil. Bu politika, Kürt özgürlük hareketi ile yürüttüğü savaşı sınırlarının dışında yürütme politikasıdır.
6-8 Ekim Kobanê olaylarının yaşanması ve Kobanê’deki gelişmelerin Kuzey Kürdistan’da yayılabileceği ihtimali dahi AKP iktidarını oldukça tedirgin ediyor. Bu olasılık gerçekleşirse buna en uygun kentlerin başında Cizre, Gever gibi Kürt kentlerinin geldiğini biliyor. Bunun için de Cizre'de olduğu gibi zemin oluşmadan direnişçi yapının etkisizleştirilmesi gerektiğini düşünüyor. Bunu da paramiliter güçlerin eliyle kaos yaratarak sağlamaya çalışıyor. Buna ilişkin verilere baktığımızda;
* Kamuoyuna yaşanan çocuk cinayetlerinin PKK-Hizbullah çatışmalarının bir sonucu olarak yansıtması,
* Bu çocuk cinayetlerini işleyen polislerin araçlarının plakasız olması,
* Herhangi bir eylemlilik olmadan da devam eden çocuk cinayetlerinin ciddi bir şekilde soruşturulmaması ve gizlilik kararının uygulanması,
* İşlenen cinayetler ardından değiştirilen Cizre Emniyet Müdürlüğü’ne Hrant Dink cinayetine adı karışan Ercan Demir’in atanması.
* Çocuk cinayetlerini işleyen devlet personelini atayan İçişleri Bakanlığının çok pişkin bir şekilde çocuk cinayetlerini eski ortağı paralel yapıya mal etmesi.
* Cumhurbaşkanının kabineye başkanlık ettiği 19 Ocak toplantısında Cizre’de işlenen çocuk cinayetlerini açığa çıkaracak ve kendisini de aklayacak başta soruşturma olmak üzere gerekli tedbirleri almak yerine Cizre’ye daha fazla polis ve zırhlı araç takviye etme yönünde karar alması ve kaosu ortadan kaldırmak için çaba sarf eden HDP’yi suçlaması.
Bu süreç yaşanırken hem AKP iktidarının politikalarını hem de çözüm sürecini boşa çıkarma temelinde paralel yapının provokatif eylemleri de söz konusu oldu. Hakkari’de yol kenarına patlayıcı bırakan üç polisin bu temelde açığa alınması kayıt dışı provokasyonları önlemeye yöneliktir; AKP iktidarının varlığını sürdürmek için kaos çıkarma ve bu kaosu yönetme gibi bir yöntemi olmadığı sanılmasın.
Seçimle gelse dahi bir güç, demokratik olmayan yöntemlerle ülkeyi yönetiyorsa iktidarını sürdürebilmek için mutlaka kirli yöntemlere başvurur. NATO etkisindeki demokratikleşmeyen bütün ülkelerde Gladio hücreleri aktiftir. Türkiye’de de Yeşil Gladio bazen bir rakibin sindirilmesi yada alt edilmesi, bazen gündemin saptırılması, bazen de topluma bir anti-demokratik yasanın kabul ettirilmesi için İstanbul ve benzeri bir şehirde bir örgüt adına patlayıcı patlatması ya da Kürdistanda bir yolda mayın patlatması her zaman olasılık dahilindedir.
