Alevi inancı İslamiyet’in adalet değerini aldı


DEVLET DIŞI ALEVİLİK - 2
Aleviler İslamiyet’le tanışınca tabii ki bir tepki vermişlerdir. İslamiyet’le birlikte konumlarının birçok bakımdan değiştiğini söylemek gerekir. İslamiyet çok önemli bir atak yapıyor ve bütün Ortadoğu’ya hakim olmak istiyor. Şimdi burada iki yön var: birincisi, İslamiyet çıkışında haksızlıklara karşı çıkan, hak, adalet ve eşitlikten söz eden bir inançtır. Zaten toplumsal sorunların ağırlaştığı, toplumsal krizlerin süreklileştiği, birçok sorununun insanları bunalttığı yerlerde sık sık peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bu ağır sorunlar ortamında doğru yol göstermek isteyen insanlar çıkmış kendi düşüncelerine, felsefelerine taraftar toplamaya çalışmışlardır. Hz. Muhammed’den önce de Arabistan’da birçok inanç önderinin peygambersel çıkışı vardır. Çünkü Arabistan toplumu yaşadığı sosyal ve kültürel bunalım içinde yol göstericilere ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla Hz.Muhammed ortaya çıktığında zaten toplumsal sorunları çözmeye seslenmiştir ve ideolojik bir duruş ve ilkelerini ortaya koymuştur. Buna ilk ideolojik mücadele dönemi de denilebilir. Bu nedenle Kuran’ın ilk sureleri esas olarak da diğer inançların yanlışlığı üzerine kuruludur. Özellikle de Yahudileri eleştirme, Yahudilerin doğru inanç olmadığı, kötü inanç olduğu, sapkın inanç olduğu üzerine ayetler vardır. Kuran’ın ilk ayetleri bu çerçevededir. Toplumsal ve siyasal sorunları daha fazla ifade eden ayetler sonradan gelmektedir.
Toplumsal sorunların ağırlaştığı ve kriz haline geldiği Ortadoğu gerçeğinde İslamiyet kısa sürede büyük bir benimsenme yaşamıştır. Kuşkusuz İslamiyet diğer dinlere göre daha ideolojik, daha örgütlü, daha politik olarak tarih sahnesine çıkmış ve bunun mücadele araçlarını daha sistemli geliştirmiştir. Bu yönüyle silahlı örgütlenme içine de girmiştir. Zaten Medine’ye gittikten sonra Mekke’yle savaşlar yaşaması kendisini geliştirmek için, korunmak için silaha ihtiyaç duyduğunu gösterir. Ama İslamiyet sadece silahla kazandı ve yayıldı demek doğru değildir.
Bu noktada iki yönlü etkisi olduğu açıktır. Ortadoğu’da hızla gelişmiş, yayılmış ve kısa sürede diğer alanlara yönelmiştir. Bir yönüyle inanç olarak diğer toplumları ve inançları mutlaka etkilemiştir. İkincisiyse hızlı bir biçimde büyüyen bir dindir. Bu da zamanla iktidarlar iç içe geçmesine yol açıyor. Burada ikili karakter ortaya çıkmıştır. Alevi inancı İslamiyet’le tanışınca İslamiyet’in tümünü almıyor, ama hak, adalet, eşitlik gibi değerlerini sahipleniyor. Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan’ı, yani Hz. Muhammed’in damadını, amcası oğlunu ve Ehlibeyti sahipleniyorlar. Böylece Hz. Muhammed’e de sahiplenmiş oluyorlar. Aleviliğe Hz. Ali ve Ehlibeyt böyle yansıyor. Aleviler böyle ele alıyorlar. İslamiyet’le karşılaşınca inançları bu yeni değerler temelinde yeni bir niteliğe kavuşuyor.
Aleviliği tanımlamakta farklılıklar
Alevilik inancının önceden hangi isimle anıldığını tam bilmiyoruz; ama genel karakterini ortaya koyabiliyoruz. İslamiyet öncesi genel karakterinin ağırlıklı olarak Zerdüştlüğün bir kolu olduğu söylenebileceği gibi, Zerdüştlükten etkilenen eski bir inanç olduğu da söylenebilir. Her ikisi de doğrudur. Ya biri ya da diğer öndedir. Özellikle Aleviliğin esasını ve geçmişini taşıyan Kürtler için bu söylenebilir. İslamiyet öncesi böyle bir inanç sistemi ve buna bağlı topluluklar vardır. Bu topluluklar İslamiyet’le tanışınca Hz. Ali kültünü alıyor, Hz. Hüseyin’i alıyor, Ehlibeyt diyor ve bir değişime uğruyor. Türkler bu coğrafyaya gelip Alevilikle tanıştığında esas olarak Aleviliği benimsemiş olsalar da mutlaka önceki inançlarından da bir şeyler katmışlardır. Bu da Türk Aleviliğinin biraz farklı şekillenmesini sağlamış olabilir. Kültürlerin ve inançların diyalektiği çerçevesinde bu tür bir değerlendirme yapmak yanlış olmaz.
Alevilik İslamiyet’le birlikte bir değişime uğruyor, ama İslamiyet’in her şeyini almıyor. Bugün “İslam’ın şartı”, “İmanın şartı” denilen şeylerin bir kısmını alıyor, bir kısmını almıyor. Hatta çoğunluğunu almıyor. İslamiyet’in ilkelerini belirleyen, Kuran’dır. Bütün dinlerin bir kitabı vardır; Tevrat, Zebur ve İncil var. Bir kitapla anılmak tek tanrılı dinlerle birlikte bir gelenek haline gelmiştir. İslamiyet’inki de Kuran’dır. Ama Aleviler daha baştan Kuran’ın tümüne inanmıyorlar. “Osman yazmış” diyorlar. Osman Aleviler içinde sevilmeyen biridir, Hz. Ali’nin rakibidir. Onun yazdığı, derlediği, topladığı şeye inanmamaları anlaşılır bir durumdur. Kuran’a kuşkulu yaklaşıyorlar. Şialar Kuran’ı kabul ediyor ama Aleviler böyle yaklaşıyorlar. Aleviler Kuran’ı çok esas almazlar. Alevilerin Kuran’a yaklaşımıyla İslami mezheplerin Kuran’a yaklaşımı arasında çok fark vardır.
Bu yönüyle Aleviliği, “İslamiyet’ten önce de var olan, ama İslamiyet’le tanışınca da İslamiyet’in bazı değerlerini alan ve kendisine yeni bir kimlik kazandıran bir inanç biçimi” olarak tanımlamak en doğrusudur. İslam’la bağının ne kadar olduğu konusu önemlidir. İslam’ın bir mezhebi olmuyor. İslam’ın mezhepleri olarak bilinen Sünni mezheplerden (Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki) farklıdır. Şia’dan da çok farklıdır. Ama İslamiyet’ten hiçbir şey almamış da diyemeyiz. Her şeyden önce inançlar, kültürler birbirlerinden etkilenirler. Dolayısıyla İslamiyet kendinden önceki tek tanrılı dinlerin mensuplarını da etkiliyor. Yani daha önce Aleviliği etkileyen dinleri de Aleviliğe temel olan inançları da etkiliyor. Benzer bir biçimde Aleviler de etkileniyor ve bazı değerler alıyorlar.
Kürtler bölünse de özlerini korumaya çalışmıştır
Öte yandan dinler ve inançların kendilerini eskisi gibi yaşatmaları kolay değildir. İnançlar güçlenip yayıldığında diğer inançlar üzerinde en azından bir toplumsal baskı oluştururlar. Ancak karşı çıkacak gücü varsa karşı çıkar. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi tarihsel temelleri ve gücü olanlar tamamen karşı çıkarak kendi özgünlüklerini koruyorlar. Bu gücü kendinde göremeyen inançlar ise tümden kendisinden vazgeçmiyor, ama tümüyle de bir reddediş, açık bir karşı koyuş içine de girmiyorlar. Alevilik de İslamiyet’ten iki biçimde bir şeyler alıyor. Bazı değerleri olumlu olduğu için; “hak, adalet, eşitlik” dediği için alırken, kendini korumak için de İslamiyet’in bazı değerlerini biçimsel olarak kabul ediyor. Alevilik İslam’dan böyle bazı şeyler alırken, kendi özünü ve gerçekliğini korumak için de hakim Sünni mezheplerle tarih içinde çelişkisi devam ediyor.
İslamiyet’le karşılaştıklarında Kürtlerin bir kesimi Sünni olurken, önemli bir kesimi de -Aleviler- bazı değerler almışlar, ama esas olarak kendi özlerini korumaya çalışmışlardır. Dağlık alanlarda, ya da kırların derinliklerinde, devletin otoritesinin ulaşmadığı yerlerde varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. İran’da Şialık ise farklı bir mezhep olarak ortaya çıkmıştır. Onlarda da Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’i, yani Ehlibeyti esas alan bir yaklaşım vardır. Arap egemenliği, Sünni İslam temelinde gelişirken, Fars egemenleri İslam’ın farklı bir yorumu olan Şialığı benimseyen bir tutum içine girmişlerdir. Onların konumu Alevilerden tabii ki farklıdır. İslam’ı bir devlet inancı olarak ele alıp, konumlandırıyorlar. Aleviler ise devlet dışı toplum olarak bazı değerler alıyorlar. Farslar devlet dini olarak aldıkları için yükselen inanç olan İslam’ın bütün değerlerini hemen hemen alıyorlar. Zaten “İslam’a esas biz sahipleniyoruz” diyorlar. Alevilik ise bir iktidar inancı, bir iktidar ve devlet dini gibi ortaya çıkmıyor. İktidarlarını güçlendirmek için İslam’a yaklaşmıyorlar. Bu bakımdan daha çıkışta Şialarla farklılaşıyorlar.
Alevilik de kendi içinde tek düze değildir
Kuşkusuz Alevilik inancı kendi içinde de çok tek düze değildir. İnancın kabul edildiği coğrafyaya göre, o coğrafyanın geçmişte farklı inançlarla ilişkisi, yakınlığı ve uzaklığına göre -temel doğrultu olarak aynı olsa da- kendi içinde farklı özellikler taşıyor. Örneğin Dersim’deki Alevilik inancıyla birbiriyle çok ilişkili de olsa Maraş, Malatya, Adıyaman, Sivas’taki Alevilik inancı daha farklıdır. Dersim’de gerçekten doğaya tapınma, doğaya, doğal duruma kutsallık atfetme çok fazladır. Alevilikte bunlar var ama Dersim’de çok fazladır.
Yine Yarsanlar var. El Hak’çılar olarak da biliniyorlar. Bunlar gerçekten Alevi inancına çok yakınlar. Yani Şia değiller. Ancak Dersim, Yukarı Mezopotamya’daki Malatya, Maraş, Adıyaman’daki Alevilerden belirli farklılıkları da var. Çünkü coğrafyalar birbirlerine uzak. Zerdüştlükten daha fazla değer taşıyorlar. Aleviliğin Zerdüştlükten en çok etkilenen kesimi diyebiliriz. Zerdüştlüğün İslam’la tanışıp yeni bir biçim kazandığı bir inanç olarak değerlendirilmesine imkan verecek özellikler taşıyorlar.
Şamanizm’e dayandırmak Türk milliyetçiliğidir
Aleviliği Şamanizm’le de ilişkilendiren kimi yazarlar bulunmaktadır. Özellikle Alevilerin Türk olduğu tezini pekiştirmek için bu argümanı dillendirenler vardır. Şamanizm de bir doğal dindir. Ortadoğu coğrafyasının kıyısında kaldığı için daha uzun zaman varlığını sürdürmüştür. Ancak Ortadoğu’da Zerdüştlük, Zerdüştlük öncesi inançlar çok fazla olduğu gibi, tek tanrılı dinler de bu coğrafyadan çıkmıştır. Dolayısıyla İslam öncesi Anadolu, Yukarı Mezopotamya ve İran Alevileri esas olarak Zerdüştlükten ve Zerdüştlükten önce var olan, ama Zerdüştlükten etkilenen inançlardan daha fazla etkilenmişlerdir.
Tarihsel toplumsal gerçeklik bu tezin doğruluk derecesini daha yüksek tutmaktadır. Türkler İran, Yukarı Mezopotamya ve Anadolu’ya geç geldiklerinden dolayı bu coğrafyalarda var olan Alevi inancı ya da İslam öncesi Alevi inancını alırken kendi eski dinleri Şamanizm’den de bir şeyler kattıkları söylenebilir. Ancak Aleviliği esas olarak Şamanizm’e dayandırmak Türk milliyetçiliğinin ideolojik bir yaklaşımıdır. Aleviliği de Türk egemen sınıflarının tek tipçi zihniyetlerinin başka bir versiyonu olarak tanımlamaya çalışmaktadırlar. Bu açıdan bu yaklaşıma karşı bir tutum almak doğrudur. Ancak Türklerin İslamiyet öncesi inançları olduğundan Alevi Türklerin Şamanizm’den etkilenmediğini söylemek de doğru olmaz.
‘Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır?’
Aleviliğe tarihsel toplum çerçevesinde kültürlerin gelişme diyalektiği ve inançların birbirlerinden etkilendiği gerçeğinden bakıldığında “Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır?” tartışması yine bir kalıba sokma durumu ortaya çıkaracağından yanlıştır. Alevilik söz konusu olduğunda İslam içi midir, dışı mıdır demekten çok, İslam’dan ne kadar etkilenmiştir, ne kadar etkilenmemiştir değerlendirmesi yapmak daha doğrudur. İslam içi midir, dışı mıdır denildiğinde, İslam içiyse hemen İslam’la özdeşleştirme olmaktadır. O zaman Alevilik de İslam’ın mezhepleri gibi ele alınmakta ve bir kalıba sokulmaktadır. Bu da Aleviliğin gerçek özüyle ve biçimiyle tanımlanması yerine, ideolojik bir yargıyla bir kalıba sokma durumu ortaya çıkarmaktadır.
İslam dışıdır demek, İslam’dan hiçbir şey almamıştır gibi bir yaklaşım ortaya çıkarmaktadır. Bu biçimde de Aleviliğin mevcut durumu tam tanımlanamaz ve ifade edilemez. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin kültü vardır. Kendilerine göre Kelime-i Şahadet getirirler; Hak, Muhammet, Ali derler. Tabii Hz. Muhammed’i Sünniler gibi değerlendirmezler. Esas Hz. Ali’dir, Hz. Hüseyin’dir. Hz. Muhammed ise Hz. Ali’nin amcası ve Hz. Hüseyin’le Hz. Hasan’ın dedeleri olduğu için değer görür. Onlarla bağı kadar değerlidir. Yoksa şöyle İslamiyet’i kurmuştur, şöyle Kuran’ın ayetlerini getirmiştir, şöyle Medine’de savaşmıştır, şunu yapmıştır diyerek öne çıkarmazlar. Ama Hz. Muhammed’i de bir değer olarak alırlar. Hz. Hüseyin, Hz. Ali, Hz. Hasan, Fatma gerçeği ve Ehlibeyte bağlılık varken İslamiyet’ten hiçbir şey almamış demek de doğru bir tanımlama olmaz. Böyle bir tanımlama bu yönüyle de İslam’dan alınan bazı değerleri dışlama gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bu da kendine göre bir Alevilik tanımı ortaya çıkarmak oluyor.
100-200 yıl önceki Aleviliği değerlendirdiğimizde İslam’ın bir mezhebi olmasa bile, İslam’dan etkilendiğini, bazı değerler aldığını, böyle bir gerçekliğin olduğunu görürüz. Bu açıdan biz İslam içi mi, dışı mı tartışmasının -bu ikilemin- bir saptırma olduğunu, cevap verme dayatmasının da bir kalıba sokma, kendisine göre bir Alevilik yargısı yaratma yaklaşımı olarak değerlendiriyoruz. Bu nedenle de sorunun doğru sorulması gerektiğini, ”İslam içi midir, dışı mıdır?” biçiminde değil de, “İslam’dan ne kadar almıştır, ya da almış mıdır?” bunun somut ortaya konulmasının doğru olduğunu düşünüyoruz. Somut durum neyse öyle değerlendirilir. Aleviliği inancı, ibadeti ve ritüelleriyle olduğu gibi ele almak gerekmektedir. Alevilik budur demek yeterlidir.
Alevilere zorla ‘Siz İslam’sınız’ demek asimilasyon amaçlıdır
Bu açıdan olduğu gibi kabul edilmesi, dün nasıl ibadet ediyorsa bugün de ibadetini öyle sürdürmesinin savunulması doğru yaklaşımdır. Bu savunulduğunda, bu görüldüğünde şu görülür: Aleviler camiye gitmezler, namaz kılmazlar, Ramazan orucunu tutmazlar. Kâbe’ye, Hac’a gitmezler. Kurban bayramını kutlarlar. Ramazanda da bayram kutlarlar, ama bir kurban bayramı kadar çok fazla değer atfetmezler. Hac’a gitme gibi bir gelenekleri yoktur. Kuşkusuz kendi içinde dayanışmaları çok güçlüdür. Zaten toplumsallıkları vardır. İslamiyet gibi devletçi tabakayla alt tabaka ayırımı yoktur. Zekât verme gibi bir gelenek, bir kültür, bir inanç yoktur. İslam’ın şartı içinde sadece kendilerine göre bir Kelime-i şahadet getirme vardır. Onu da Sünniler gibi söylemezler. Ezan Sünniler için çok önemlidir, ama Aleviler saygıyla yaklaşırlar fakat önem atfetmezler.
Görüldüğü gibi bir İslam mezhebi olması söz konusu değildir. İnancının, ibadetinin, ritüellerinin İslam’ın emrettiği ve Sünni İslam’a inananların uyguladıklarıyla benzerliği yoktur. Şialıkla da Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan, Zeynep sevgisi dışında bir benzerlik kurulamaz. Ancak buradan yola çıkarak “İslamiyet’ten hiçbir şey almamıştır” demek de doğru değildir. Bu açıdan olduğu gibi kabul edilmesi, kimsenin yeni bir Alevi tanımlaması ortaya koymaması lazım. Yüz-iki yüz yıl önceki gerçeği neyse Alevilik odur. Bunun da ibadetleri bellidir, ilkeleri bellidir, ölçüleri bellidir. Zaten Aleviliğin yüz-iki yüz yıl önceki duruşu belli olduğu için İslam’ın diğer mezhepleri ve inanç önderleri Alevileri Müslüman olarak görmemiştir. Dinsiz, imansız görmüşlerdir. “Kefere” yani kafir olarak değerlendirmişlerdir. Çünkü kendilerinin belirttiği ilkelere, kalıplara Aleviler uymuyor. İslam’ın bir mezhebi değil. Yani İslam’ın farklı bir mezhebi olarak görmüyorlar. Aslında o zamanki değerlendirmeleri doğrudur. Tabi bu değerlendirmeler Alevilere yanlış yaklaşımı haklı göstermez. Bizim karşı çıkmamız gereken bu değerlendirmeler değil, bunlar üzerinden Alevilere gösterilen yaklaşım olmalıdır.
Şimdi hakim Sünni mezhebinden kimileri Alevilere zorla “Siz İslam’sınız” diyor. Sanki bir şey bağışlıyorlar. Sanki Alevileri yüce bir mertebeye ulaştırıyorlar. Açıkçası asimile etmek için bu yola başvuruyorlar. Eskiden bu şiddetle yapılıyordu, şimdi bu yolla yapmak istiyorlar. Bu tabii yanlış bir yaklaşımdır. Önceki Alevi düşmanlığı da yanlıştı, onları mahkum etmek, hatta tarih içinde bu tutumlara girenleri yargılamak gerekmektedir. Ama şimdi “Gelin, sizi kucaklıyoruz, İslam’sınız, İslam’ın mezhebisiniz” demek de doğru değildir. Bunu demek şimdi de Alevileri tarihten silmeyi bir psikolojik savaşla, inanç baskısıyla, devlet imkanlarıyla dayatmaktır. Dolayısıyla geçmiştekinden hiçbir farkı yoktur.
Êzîdîler İslamiyet’e Alevilerden daha uzak durmuşlardır
Êzîdîlerin durumunun değerlendirilmesi de inançların yeni değerler almasına ve kendisini bunu yeni değerlerle yeni bir biçime kavuşturmasına örnektir. Êzîdîler tam Zerdüşti değildir. Zerdüştlüğe yakındır, ama tam Zerdüşt olmadıkları açıktır. Neden? İslamiyet’le tanıştıktan sonra, Ortadoğu’da İslamiyet hakim olduktan sonra belirli bir değişime uğramışlardır. İslamiyet’e Alevilerden daha uzak durmuşlardır. İslamiyet’ten Aleviler gibi bazı değerleri almamışlardır. Örneğin Ehlibeyt gibi bir kült alınmamıştır. Ama Şeyh Hadi zamanında İslam’ın baskısından, hatta katliamlarından kurtulmak için kendilerini kısmen değiştirmişlerdir. İlginçtir, Aleviler Ömer, Osman, Ebubekir ismini kullanmazlar. Çocuklarına bu isimleri vermezler. Özellikle Ömer ve Osman’ı sevmezler. Hatta Mehmet, Muhammed isimlerini de fazla kullanmazlar. Ama Êzîdîler çocuklarına Osman ismini de, Ömer ismini de verirler. Kendilerini korumak için bu tür takiyyeler yaptıkları söylenebilir. Fakat bu sadece Êzîdîler ya da Aleviler için geçerli değildir; bütün dünyada hakim inançların olduğu yerlerde benzer yöntemlerle hakim inanç karşısında kendisini korumak isteyen farklı inançlar, mezhepler, tarikatlar ya da örnekler fazlasıyla vardır. Avrupa’da da vardır, Uzak doğuda da vardır.
Bu tür yöntemleri kullanarak kendini koruma yaklaşımına en çarpıcı örneklerden biri de Sabetayistlerdir. Yahudiler İslam toplumları içinde yaşamlarını sürdürmek için Müslüman oluyorlar, Hıristiyan toplumları içinde Hıristiyan oluyorlar ama kendi inançlarını da sürdürüyorlar. Yani inançların diyalektiğinde, farklı inançların özelliğinde bu tür şeyleri görmek mümkündür.
Alevilerin de iki biçimde İslamiyet’ten bazı değerler aldıkları kesindir. Ancak buna dayanarak bugün Alevilere dayatılan Sünnileştirme politikası bir inanç soykırımıdır, bir kültürel soykırımdır. Bu çerçeveden bakıldığında devletin Alevileri Sünnileştirme ya da Alevilerin ibadet yerinin cami olduğunu dayatma, yine Alevilerin deyişleri, değerleri, dedelerinin tarih içinde ortaya koyduğu ölçüler yerine Kuran ayetlerini dayatma gibi yaklaşımların kesinlikle reddedilmesi gerekir. Son zamanlarda görüldüğü gibi Türk devletinin Aleviliği asimile etmek istediği, Sünnileştirmek istediği açıktır. Bazıları da Şialaştırmak istemektedir. Bunlara karşı kesinlikle tavır konulması gerekir. Alevilerin devletin içinde Diyanet İşleri Başkanlığı içinde yer almasını kabul etmemek ve kesinlikle izin vermemek gerekir. DEVAM EDECEK
MUSTAFA KARASU
