Alevi Kürtler’de Aşıklık ve Ozanlık geleneği

Haberleri —

Düşünceyi temellendirmeden, tüm uygarlık ve kültür ürünlerini kendisiyle başlatan, kendinden önce bu topraklarda yaşayagelen kültür birikiminin sonradan gelenlere eklemlenmesi gerçeğini görmezlikten gelen resmi kültür anlayışı bir zamanlar büyük revaç görmekteydi. Oysa, bu tür bir yaklaşımın tarihsel ve toplumsal gerçeklikle ilgisi bulunamazdı. Eğer bir coğrafyada tarihtenberi birçok uygarlık gelip-geçmişse, bu uygarlık ürünleri sonradan bu topraklara yerleşenleri de etkileyecek ve öncekiyle sonraki kültürler emişerek yeni sentezlere ulaşacaktı. Daha ilkçağlardanberi Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayagelen bilginleri, şairleri, aşıkları, müzisyenleri ve müzik enstrümanlarını bilmeden tüm kültürel üretimleri sonradan gelen bir halkla başlatmak açıktır ki bilimsel gerçeklikle bağdaşmaz. Sözgelimi, bugün Anadolu’da ve Mezopotamya’da kullanılan çalgıların, bağlama dahil neredeyse tamamının eski Hititler ve Sümerler döneminde kullanılmakta olduğunu bilmeden, doğru bir çözümlemede bulunabilir miyiz?
Değerli araştırmacı İsmet Zeki Eyuboğlu, “Anadolu Şiiri”  konulu bir incelemesinde; bu tarihsel ve toplumsal gerçeklikten yola çıkarak şu haklı saptamada bulunuyordu:
“Bizim şiirimiz, köklerini bugün üzerinde yaşadığımız toprağın derinliklerinde bulan, tarihin akışı içinde birtakım dış kaynaklardan beslenmesine karşılık, özünü Anadolu’nun eski uygarlık ürünlerinden aldığı kültür besinleriyle geliştiren bir sanat varlığıdır. Öteki sanat ve kültür ürünleri gibi, şiir de doğduğu ortamın tarih çizgisi dışında bir yaratma olarak düşünülemez./…/ Anadolu’da gelişen, değişik biçimler gösteren, Türk şiirinin bir bütünlük içinde dıştan geldiğini, Anadolu’da doğup komşu ülkelere yayılan eski çağ uygarlık ürünlerinden ayrı bir yapısı olduğunu, onlarla ilgisi olmadığını söylemek, ona kendi gerçek kaynakları dışında kaynak aramak, ölçülü bir kültür anlayışından, tarih görüşünden uzaklaşmak, yoksun kalmaktır açıkça.” (İ.Z. Eyuboğlu: Anadolu Şiiri, Cumhuriyet Sanat- Edebiyat Eki, Sayı:5, Eylül-1970)

Su, hava, ateş, toprak…

Türk şiirinin ve Anadolu’da yaratılan bütün Türk sanat ürünlerinin Asya’dan geldiğini, kaynağının yalnız Asya Türk kültür varlıkları olduğunu, İslami Anadolu’dan önce bir kaynağı olmadığını ileri sürenleri eleştiren Eyuboğlu, sözü Fuad Köprülü’ye getirerek, şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Fuad Köprülü’nün, özellikle Anadolu’da gelişen birçok tasavvuf çığırlarını Hoca Ahmed Yesevi’ye bağlaması, onun izinden gidenlere büyük bir dayanak olmuştur. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde bu görüşü ileri süren Fuad Köprülü’nün ençok yanıldığı yer, İslâmlıktan önceki Anadolu uygarlıklarının çağlar boyunca süren derin etkilerini düşünmeyişidir. Asya’da doğup geliştiği söylenen Türk şiirinin yalnız Hind, Çin, İran uygarlıklarını etkilediğini ortaya atmakla işe girişen böyle bir görüş, bir toprak üzerinde yaşayan ulusların, sonradan gelenleri hangi yolla etkileyebileceğini anlamaktan oldukça uzaktır.”(agy)
“Bektaşilikten en koyu, en bağnaz bir tarikat olan Nakşibendiliğe kadar, Anadolu’da tutulmuş, yayılmış bütün tasavvuf çığırlarının temelinde eski Anadolu uluslarının inançlarını, geleneklerini, törelerini bulmak güç değildir” diyen yazar, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Yunus Emre’den tutun da günümüzün bütün tarikatçı ozanlarına kadar kullanılagelen tasavvuf deyimlerinin, en önemli kavramlarının kökeni İlkçağ Anadolu inançlarıdır. İÖ. VI. yy.da Anadolu’da bir felsefe çığırının doğduğunu, Thales’in düşüncesinde düzene ulaştığını, bütün varlıkların özünde “su”yun temel ilke olarak yeraldığını biliyoruz. Thales “bütün varlıkların temel ilkesi sudur” demişti. Onun bu görüşü “ve min el- mai külli şey’un hay- bütün varlıklar sudan hayat bulmuştur” biçimine girerek İslâmın ana düşüncelerine karıştı. Sonra gene Anadolulu Herakleitos “ateş” temel ilkedir, “bütün varlık türleri onun değişmesi sonucu ortaya çıkmıştır” demiş. Onlardan sonra gelen, Anadolu bilgelerinin izinden yürüyen, komşu ülkenin çocuğu, Sicilyalı Empedokles bu üç ana ilkeye “toprak”ı katarak, varlığın temeli “sevgi”yi birleştirip, “tiksinme- nefret”in ayırdığı “su, soluk(hava), ateş, toprak olmak üzere dörttür” görüşünü ileri sürdü. (…) İşte Anadolu tasavvufunun “anâsır-ı erbaa” diye adlandırdığı dört ilkenin kaynağı.” (agy)
Bilindiği gibi, bu düşünceler ünlü tasavvuf ozanı Yunus Emre’de şöyle ifadesini bulur:
Padişahlar padişahı ol gani
Emrile veribidi bize canı
Od u su vü toprağı yeli bile
Anın ile bünyad eyledi teni.


Sözlü şiirden yazılı edebiyata
       
İnsanlık tarihi boyunca herhalde şiir hep vardı ve insanlar öncelikle “şiir söyleyerek” bu sanatı başlattılar ve zamanla önce resimle, yazının bulunmasından sonraysa ürünlerini “sesin işaretlenmesi” anlamına gelen yazıyla bilince çıkararak bugünlere geldiler.
En eski edebiyat türünün şiir olduğu, düz anlatı yani nesir tarzının ise çok sonra ortaya çıktığı, genellikle kabul gören bir düşüncedir. Eski insan topluluklarının en yakın devamı olarak kabul edilen köylülerin; tüm düşüncelerini dörtlük gibi kısa, destan gibi uzun şiirlerle ifade ederken, düz yazılı anlatımda duraklamaları buna kanıt olarak gösterilir.
Kuran’ın “Şuara/ Şairler” sûresindeki aşağılayıcı ve kötüleyici ifadelerin olmadığı dönemlerde, başta Zerdüştiliğin kutsal kitabı Avesta olmak üzere birçok kutsal kitapta ve metinde şiirsel anlatım önemli yer tutuyordu. Nitekim, Avesta’nın “Gatalar”ı, esas olarak manzum lirik parçalardan oluşmaktadır. Sonraki süreçte de, doğal-felsefi din ve inançlarda şiir ve müzik son derece önemli bir yer tutmuştur. Nitekim, salt Yaresan Aleviliği’ne mensup, 7-13. yüzyıllar arasında yaşamış 40 dolayında kadın ve erkek şairin ürünleri var bugün elimizde.
Kürt toplumunun başka kesimlerinde örgütlü Êzîdîlik, Ahlê Haqlık ve Kakailik gibi inançlar, dini Kürt şiiri ve müziği açısından daha şanslı durumdadır ve Kürt literatüründeki yerini almıştır.
Bu nedenle, en azından Sümerler’den bu yana yani yaklaşık 4500 yıllık süreçte; insanların “her zaman, her yerde, her tarzda ve her biçimde şiir söylediklerini ve destanlar yarattıklarını” rahatlıkla söyleyebiliyoruz. (A. Kaynardağ: Sözlü Şiirden Şiir Kitabına, Dünya, 24.4.1979)
Aşıkların, ozanların ve dengbêjlerin şiir yazmaktan çok, şiir söylediklerini; daha sonraysa kendilerine ait eserleri veya anonimleşmiş halk şiirlerini bir enstrüman eşliğinde terennüm ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

 Âşıklık ve Ozanlık’ın tarihsel kökleri

Mezopotamya ve Anadolu; tarihsel geçmişi yedibin yıla dayanan, yazının ilk kullanıldığı bir coğrafya olmasının yanı sıra, birçok köklü uygarlığın ve halkın gelip geçtiği kültür ve uygarlık beşikleridir. Tüm bu halklar, kültürler ve uygarlıklar birbirlerine karışarak, birbirlerine eklemlenerek ve birbirlerini etkileyip dönüştürerek bugünlere geldiler. Bu halkların bir bölümü, süreç içerisinde diğer halklara karışarak yeni bir kimlikle yaşamaya devam ederken, bir bölümü tümüyle yokolup gitti. Bunlara bugün, arkaik halklar ve kültürler deniyor.
Ancak, özellikle güçlü uygarlıkların, dillerin ve kültürlerin, günümüze miras olarak bir kültür birikimi ve mozayiği bıraktıkları açıktır. Bir piramit örneğinde olduğu gibi, sonraki kültürler öncekilerden etkilenerek yükselmeye devam edegeldi. İşte, bu uygarlıkların varislerinden biri olarak bu mozayiğe katkı sunan en kadim ve önemli halklardan biri de Kürtler’dir. Dolayısıyla, eski Mezopotamya ve Anadolu şiirinin halkalarından birisi olması da son derece doğaldı.
Bir görüşe göre, en eski edebiyat türü şiirdir. Düzyazılı anlatı türü ondan sonra doğmuştur. Tahmin edildiği gibi, insanlar çok eski zamanlardan beri şiir söyledikleri halde, bunları çok sonraları yazıya geçirebilmişlerdir. Bir başka söyleyişle eski ozanlar şiir yazmaz, söylerlerdi. Bu gelenek âşıklar açısından bugün bile geçerlidir.
Eski uygarlıkların şiirleri, dünyanın gelişmiş ülkelerinde çeşitli antolojilere konu olduğu gibi; 1974’ten başlayarak Türkiye’de de kimi kitaplara konu olur. (Bkz. T. S. Halman: Eski Uygarlıkların Şiirleri, İst. 1974). Bu şiirler Mezopotamya’dan başlayarak eski Yunan, Çin, Hint, Arap yarımadası, Afrika, Orta ve Güney Amerika ve Asya üzerinden Pasifik’e kadar uzanıyor.

 Kürt şiiri ve Yaresan-Aleviler


Literatürde bilinen en eski Kürt şiiri, Milattan Önce 4. yüzyıla aittir. İngiliz arkeologların 19. yüzyılda İran Kürdistanı’nın Hewraman bölgesinde buldukları bir mezar taşı üstüne işlenmiştir. Londra’da bir müzede korunduğu belirtilen şiirin yer aldığı mezar taşının, şiirin sahibi Borazboz adlı, bilinen ilk Kürt şairine ait olduğu söyenmektedir. Yaşayan pek az dilde bu kadar eski bir şiire rastlanmaktadır. Çünkü şiir, MÖ 330 yılına tarihlendirilmektedir. Borazboz’un, şiiri karısına ya da sevgilisine yazdığı anlaşılmaktadır. Bugün bile büyük ölçüde anlaşılabilen şiir Kurmanci lehçesinden “Xwazdî ez tu bi hevre bin/ Bi hevre herin xorînê” sözleriyle başlamaktadır. Şiirin Türkçe çevirisi şöyledir:
Birlikte geçen günleri özlüyorum
Hele sabah çıkıp gidişimizi
Seninle dağlara çıkar, dolaşırdık
Birlikte söylerdik türkülerimizi

İkimiz tam da tek bir gönül olmuşken
Sonbahar gelip böyle, ayırdı bizi
Ancak birlikte olunca küflenmez aşk
Ya bağır bir ses ver, ya da uyu hadi.

(Bkz. Selim Temo: Bilinen En Eski Kürt Şairi Borazboz, Esmer Dergisi, Sayı: 8/ 2005)
Bundan sonra bilinen en eski Kürt şairi MS 5. yüzyılda Bağdat’ta yaşadığı bilinen Nuşirvan adlı bir şairdir. Bu da, eski Türk şairlerinden Çuçu gibi ismi bilinip, eserleri elde edilemeyen bir şairdir. Kürt şiirinde bilinen diğer örneklerse, İslâmiyetin doğuşundan sonra, ancak bu dinin etkisine girmeden önce yaratılan ürünlerdir. Bu eserlere, İslâm öncesi Kürt şiiri diyoruz. Kürtler’in eski dinlerinden Zerdüştiliğe mensup olduğu anlaşılan bir şairce 7. yüzyılda ceylan derisi üzerine Hewrami (Gorani) lehçesiyle yazılan bir şiir, dini temalı en eski şiirlerden biridir. Bu şiirde, İslâm Halife ordularının Zerdüşti topluluklara karşı yaptığı katliam anlatılmakta ve lânetlenmektedir. Şiirin Türkçesi şöyle:
Kutsal yerler yakıldı, kutsal ateşler söndü
Herkesten saklandı namlı büyükler
Zalim Araplar girdi ta Fırat’a dek
Köylerden tut da ta Şehrizur’a kadar
Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar
Kendi kanında boğuldu özgür adamlar
Kimsesiz kaldı Zerdüşt’ün töresi, dini
Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini.


Kürt edebiyatı Ehl-i Hakka dayanır

Kürt şairleri de İslâmiyetin etkisine girmeden önce kendi özgün dilleriyle yazarken; Arapça’nın din ve kültür dili olmasından sonra Arapçaya, daha sonraysa Farsçaya  yönelmişlerdir. Melik Şarayê Bihar’ın, İslâmiyetten sonra Fars dilinde ilk şiir yazan Kürt şairi olduğu söylenir. Fars edebiyatının temellerini atan en büyük şairlerden biri kabul edilen, 1140- 1202 yılları arasında yaşayan Nizamî-i Gencevî’nin de Kürt kökenli olduğu biliniyor). Bu özelliği; önce Zerdüştî, daha sonraysa Mazdekçi, Hürremi ve Yarsanî şairlerde rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Göreceli olarak coğrafik ve kültürel açıdan İslâmiyetin etkisinden uzak kalabilen Yarsancı Goran şairler de bu özelliği daha iyi izleyebiliyoruz. Özellikle Yaresan Edebiyatı üstüne önemli çalışmalar yapan Maruf Haznedar’ın dediği gibi, Yarsancı Goranlar, inançlarının Zerdüştîliğe bağlanması nedeniyle, Arapça yerine  Kürtçe düşünmüş ve Kürtçe yazıp konuşmuşlardır. Yarsan dininin şiire aktarılması bu edebiyatın oluşumunda önemli bir rol oynar. Maruf Haznedar’ın, “Kürt edebiyatı Gorani lehçesi ve Ehl-i Hakka (Yarsanizm) dayanır” yolundaki tespiti, bu açıdan önemlidir.
Kürt şiiri üstüne önemli bir antoloji çalışması hazırlayan genç ve yetenekli araştırmacı Selim Temo’nun, şiir örneklerinden yola çıkarak yaptığı şu belirleme de konumuz açısından son derece önemlidir:
“Yarsancıların aynı zamanda şair de olan pîr ve uluları, Kürtçe düşünüyor ve Kürtçe yazıyorlardı. Dinlerinin inanç ve esaslarını halk şarkısı formunda şiirlerle anlatıyorlardı. 8. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar varlığını sürdüren bu şiirleri, aynı zamanda kayıt altına da alındıkları için Kürt yazılı edebiyatının en önemli kaynakları saymak mümkündür.” (Selim Temo: Kürt Şiiri Antolojisi, 2 Cilt, Agora yay. İst. 2007) Tıpkı daha sonra Êzîdîler’in kutsal kitaplarında olduğu gibi, bu eserlerin gizlilik dereceli bir yazıyla ve özel şifrelerle yazılması, belki de İslâm tasallutundan kurtulmalarını ve bugüne ulaşmalarını sağlamıştır.
Adıyla anıldıkları şairlerin ya da dönemin diğer şairlerinin şiirlerini kapsayan bu eserlerin bazıları şunlardır: Serencam, Dewrey Balûl, Defterî Pîrdîwerî, Defterî Dîwanî Gewre, Dîwanî Sawa, Defterî Ramyaw, Defterî Zulal Zulal, Defterî Gewayî Xulaman, Defterî Şindirwe, Defterî Abidinî Caf, Kelamî Almas Xan, Kelamî Derşêş Kulî Kirindî, Dewrey Qirmîzî, Kelamî Zulfikar, Dîwanî Şa Teymûr Banî Yaranî, Dîwanî Kasîd, Dîwanî Şah Amîr, Kelamî Newroz.(Bkz. Age).
Bunlardan Serencam, Defterî Pirdiwerî, Defterî Diwanî Gewre ve Balûlî Dana’nın şiir ve hikmetli sözlerini kapsayan Dewrey Balûl adlı eseriyle, sonradan oluşturulan Zebûrê Haqiqat adlı kutsal kitap, Yarsanizm dininin temel kaynaklarını oluşturuyor.

Kadın ve erkek Yaresan aşıklar

Bugün Kürt şiirinde, Balulî Dana’yı izleyerek sonraki yüzyıllara sarkan onlarca erkek ve kadın Yaresan şairi ve âşığı biliniyor. Bu erkek şair ve âşıklar; Kürtçe’nin yanı sıra Farsça, Türkçe, Rusça ve Romen dillerine de yansıyan ve dinsel bir mansıp olan “Babe/ Baba” unvanıyla anılmaktadırlar. Bilindiği gibi “Bab”, Alevilikte de “Kapı” anlamında bir kutsallık ifade etmekte ve Kalenderilik, Haydarilik, Bektaşilikte bir dini unvan olmaktadır. Anadolu’daki ilk Alevi önderlerinin Baba İlyas, Baba İshak gibi şahsiyetler olduğu ve bunların önayak olduğu 13. yüzyıl isyanının da Babaî Hareketi olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır.
Önce, hemen tamamı (Babe/Baba) unvanlı olup, elimizde eserleri bulunan erkek şair ve âşıklarla, yaşadıkları dönemlere göz atalım:
Babe Raxê Hemzanî (8/9. yüzyıl)
Babe Hatemê Loristanî (8/9. yüzyıl)
Babe Lorey Loristanî (8/9. yüzyıl)
Babe Nicumê Loristanî (8/9. yüzyıl)
Babe Recebê Loristanî (8/9. yüzyıl)
Baba Serhengî Dewdanî (935- 1007)
Baba Tahirê Uryan (938 ? – 1010/ 1020 ?)
Evdılsemedê Babek (972- 1019)
Babe Gerçekê Hewramî (10. yüzyıl)
Babe Sırıncê Kelatî (10. yüzyıl)
Pîr Şalyar (1006- 1098)
Elî Herirî (1010- 1078)
Şa Xweşinê Loristanî (1016- 1077)
Şêx Adî (1073- 1162)
Babe Nawsî Caf (1084- 1161)
Abidinî Caf (1320- 1394)
Baba Yadigâr (1359- 1480)
Qırmızî- Şaweys Qûlî (1407- 1514)
Alî Qelender (1434- 1484)
Seyid Ekabîrî Xamoşî (1440- 1493)
Babe Celilî Dewdanî (1578- 1560)
Burada anılanlar, Yaresan- Aleviliği doğrultusunda Kürtçe şiirsel üretim yapıp, bir bölümü de saz eşliğinde bunları icra eden şair ve âşıklardır. Kürt kökenli olup, Osmanlıca, Farsça ve Arapça gibi üç dilde önemli divanları bulunan Alevi edebiyatının en büyük temsilcilerinden büyük divan şairi Fuzulî gibi önemli temsilciler burada anılmamaktadır. Aynı dönemde yaşamış ve büyük bölümü eserlerini sazla terennüm eden kadın şair ve âşıkları ise şöyle sıralayabiliriz:
Celale Xanıma Lorıstanî  (985- 11. yüzyıl)
Daye Tewrêza Hewramî (10/11 yüzyıl)
Rıhan Xanıma Lorıstanî (11. yüzyıl)
Lıza Xanım (11. yüzyıl)
Xatû Mey Zerd (11. yüzyıl)
Daye Xezana Serketî (11. yüzyıl)
Fatıme Loreya Goranî (11. yüzyıl)
Yay Hebîbeya Şarezurî (1282- 1348)
Nazdar Xatûna Şirazî (13. yüzyıl- 1363)
Xatûn Dayrakî Razbar (13. yüzyıl- 1345)
Nergiz Xanıma Şarezûrî (1301- 14. yüzyıl)
Xatun Zerbanûya Derzyanî (14. yy 1440)
Semen Xanıma Devdanî (16. yüzyıl)


Tüm burada anılan şair ve âşıkları tek tek irdelemenin yeri burası değil. Ancak şu kadarını belirtmeliyim ki; 10/11. yüzyıllarda yaşamış olan Baba Tahir Uryan, ünlü İranlı şair Ömer Hayyam ile Türk şairleri Yunus Emre ile Mevlana’nın düşünce babası ve şiirsel öncüsü konumundadır. Zaten, kendisi “Kürtler’in Ömer Hayyam’ı” olarak da nitelendirilmektedir. Onlara önderlik yapmasına ve adına Balkanlar’da bile dergâhlar bulunmasına rağmen, bu büyük filozof- şair, Türkçe tasavvuf literatüründe adeta görmezden gelinmiştir.
Yaresan/ Alevi edebiyatında yer alan üstteki kadın şairler de, bu inancın ve kültürün kutsal kişilikleri arasındadır. Bunlardan 13/14. yüzyıllarda yaşamış olan Xatun Dayrakî Razbar’ın, Ehl-i Hak dininde Hakk’ın tecellilerinden biri kabul edilen ve bazı yönleriyle Hacı Bektaş-ı Veli ile benzeştirilen Sultan İshak’ın (Sultan Sohak) anası olduğu söylenir. Bilindiği gibi, günümüzde Razbar adıyla bir Ehl-i Hak müzik topluluğu bulunmaktadır. DEVAM EDECEK

MEHMET BAYRAK

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.