Allah’ın dininde adalet var Saray’ın dininde hiyanet ve zulüm var

Haberleri —

Sevgili kardeşlerim: Vicdan, ahlak ve din, aslında üçüde birbiriyle ilintili görünürler. Fakat egemen ahlak ve dinin, her ne kadar içinde vicdani unsurlar taşısalar da; eni sonu vicdanı devre dışı bırakmanın bir aracına dönüştüklerini gerek tarihsel gerek güncel deneyimlerden sıklıkla gözlemliyoruz. Zira vicdan insanın insan olmaktan kaynaklı doğal/toplumsal özgürlüğü ile ilintili durumuyken; din ve ahlak içsel olmaktan öteye belirli bir toplumsal düzenin dışsal bir dayatmasıdır. Din ve vicdan ne kadar çıkarlar dünyasının ve egemen sistemin meşrulaştırıcı aracına dönüşürse o denli vicdansızlığın, zorbalığın ve „ahlaksızlığın“ temsilcisi olurlar.

Resmi/egemen ahlak ve din, kural olarak özü boşaltılmış bir „vicdan“dır. Din ve ahlakı kendine referans alan bir insanın gündelik yaşamına baktığımızda namazlı, niyazlı, orucuna ve hac farziyetine sadık bu insanların beklenenin tam aksine, gündelik hayatın rutininde gayet vicdansız ve ahlaksız bir insan tipi olduklarını görebiliriz. Allah adına işlenen cinayetlerin sayısı, İblis adına işlenenlerden çok fazladır. Bu saptamayı tecavüz, hile, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmacılık, emek sömürüsü, mal, mülk sevdası vb. gibi hayatın tüm alanlarına yaymak pekala olanaklıdır. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir anket halkın yüzde 70’nin Türkiye’de yolsuzluk olduğuna inandığını ama buna karşın yolsuzluk yaptığını düşündüğü partiye (AKP) hala oy verebilir bulduğunu göstermektedir. Bunun anlamı sosyal çürüme ve dejenerasyondur. Dinden ne kadar çok söz edilir ve din adamları ne kadar çoğalır ve ne kadar öne çıkarılırsa aynı oranda ahlaksızlaşan bir toplum gerçeği ile yüz yüze kalıyoruz. Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder.

Bir Cumhurbaşkanı, bir paşa vahşice bazı zulümler veya şehirleri tabir caizse taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayıp emirler vermekle meşguldur; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye, şehirleri yakıp yıkmaya devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiç bir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla herşey olmuş bitmiş olur...“ 

Sevgili kardeşlerim: Selahattin Demirtaş İstanbul’daki bir parti toplantısında Diyanet İşleri Başkanlığının ne tür bir dinin ve dindarlığın temsilcisi olduğunu sergileyen çarpıcı bilgiler paylaşmıştı. Demirtaş şunları söylemişti: Akademisyenler diyanetin 150 tane hutbesini incelemiş. Bu hutbelerde, devlet sevgisi, Allah’ın sevgisinden daha fazla kullanılmış. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı Allah’ın emirlerini anlatmaktan çok devlet emirlerini anlatmış. İşçi grev yapmış, Diyanet fetva yayınlamış polisler gaz cop kullanmış! Diyanetin fetvası var. „Biber gazı caizdir“ demiş... Camilerde, minarelerde baz istasyonları caizdir, diye fetvaları var.

Aynı Diyanet İşleri Başkanının bir yazısı var. Utanç vesikasıdır. „Meşru bir hükümete karşı isyan etmiş ve çatışmada öldürülmüş birinin cenaze namazı kılınmaz“ diyor. Gezi’de meşru hükümete isyan etmişsen cenaze namazın kılınmaz diyor. Bunun ne dinde, ne de Kur’an’da yeri vardır. Sormak lazım ey Diyanet İşleri Başkanı darbeci Kenan Evren’nin cenaze namazını bizzat kendiniz neden kıldınız? Ama bizim Diyanet İşleri fetva buyurmuş. Allah’a karşı gelsen yine cenaze namazın kılınır. Onun yeri var. Allah affedicidir. Ama bunlar affetmiyor. Bunların DİNİ İMANI devlettir, paradır. Bunun en temel nedeni dinin insana ve vicdanına dışsallaştırılmış/yabancılaştırılmış güce bağımlı hale gelmesiyle, ortaya vicdansız bir ahlak, ahlaksız bir din tablosu çıkmaktadır. Ahlakın dine, dinin de çıkarlara, zenginliğe ve iktidara tabi kılındığı bir yerde de en ahlaksız şeyler meşrulaştırılabilmekte, din ve ahlak kisvesiyle pazarlanabilmektedir! 

Sonuç: Dindar bir toplumu ancak din adına, din simsarları kandırabilirdi; ve öyle de oldu. Din paradan ve iktidardan beslendiği sürece, paranın ve iktidarın hizmetçisi olacaktır. Dinin mensuplarının ne kadar dindar olurlarsa o kadar ahlak ve vicdan yoksunu haline geldiklerini, ne kadar dindar olurlarsa o kadar sus deyince susan koş deyince koşan aklı, vicdanı ve iradesi prangalanmış robot insanlara dönüştürüldüklerine dikkat çekiyorlar! 

Sevgili kardeşlerim: Öyle gözüküyor ki dinin özgürleşmesi de bizzat insanlığın özgürleşmesine bağlı! İnsanlık ne zaman ki paranın ve siyasi tahakkümün kıskacından kurtulacak, din de o zaman paranın ve saltanatın, SARAYın değil, halkın dini olma şansına kavuşacak; din, ahlak ve vicdan arasındaki bugünkü ters orantılı ilişki sona erecek!!!


* Demokratik İslam Kongresi (DİK) Şura Üyesi, Muş Din Adamları Derneği Başkanı

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.