Allı turnam bizim ele varırsan

Haberleri —

“Doğan zalimlerin kuşudur. Avcı ve cellât bir kuştur. Mektup taşıyan posta güvercinlerini gökyüzünde avlayıp parçalamak için özel olarak eğitilir.”

Bu satırlara denk bir zamanda sosyal medyada bir günde ve birkaç dakika arayla 3 hayvan cinayeti haberi düşüyor önüme.

Flamingolar, domuzlar ve güvercinler… Ve bir hafta sonunun hayvan katlini sürreal biçimde noktalayan bir kaplan cinayeti…

Bunlardan çok daha fazlası insana dönük dehşet haberleri. Birbiri ardına derecesi aşkın biçimde sıralanıyorlar. Güne zulümle başlayıp, zulümle kapamak... Ve tüm bunlara rağmen hala insan olmakta ısrarcı olmak… Beceremiyoruz bu hayatı yaşamayı, içinde yakışıksız ve eğreti duruyoruz. Yoksa ne diye gırtlaklıyalım zavallı flamingoları?

Bir yerde hata var ama nerede. Varoluşsal krizi orasından burasından yontmayacağım ama şu haberleri tüm elbiselerinden çıkarıp şurada bir asayım, mutlaka bakanınız olacaktır. O çaresizliği gözünüz bir yerden ısıracaktır mutlaka…  Vahşet karşısında çocuğun ve hayvanın çaresizliği perişanlıktır çünkü…

Paris’te bir kafenin terasında oturmuş, iyiden iyiye kendini hissettiren soğuğun altında evden işe, işten bir yerlere doğru koşturmakta olan insanları izliyoruz. Tepemizde bir ısıtıcı, kahvelerimizin keyfindeyiz. Bir saat sonra o koşturmakta olan insanların arasına karıştık. Sonra bir haber: Oturduğumuz yerin 200 metre uzağında bir kaplan öldürülmüş!

Paris’in ortasında bir kaplan! Sirkten kaçmış, otobana çıkmış, araçların arasında kendince orman aramış… Polis, ambulans, itfaiye, veteriner herkes teyakkuzda! Bulunmuş bir süre sonra. Ve öldürülmüş… Burası çok hazin, yaralayıcı. Uyuşturulup etkisiz hale getirilecekken, vurmuşlar. Kim vurmuş peki? Onu sirke hapseden yaratık! İnsanlara zarar verirmiş… Kalabalığın, betonun, trafiğin şokunu üzerinden atlayamayan hayvanı bir parkın içinde kıstırmış, vurmuşlar… Can yakıcıydı görüntüsü.

Ahh diyorsun en inceldiğin yerden, ama kopamıyorsun ne çare…

Edirne Enez burası. Kasabanın “düşman” işgalinden kurtuluşu kutlanacak. Düşman algısı değişti o tarihten sonra, malum. Herkes birbirine düşman. Ama sahneye birilerini itmek lazım, temsili de olsa. 

Domuz demek batı demek, batı demek Hıristiyan demek, o zaman yaban domuzu demek düşmanın hası demek! Vurdukları yaban domuzları eğreti bir kasanın içinde düşman giysisiyle ve eminim yuhalanıp tükürülerek resmi geçitte…

Sonra Konya, Ereğli… Göçmekte geç kalan allı turnalar, öyle sereserpe göl kenarında.. Vurulmuşlar, yettirememiş caniler, boyunlarını kesip öylece sergilemişler…

Uzatmak istesek, ajansların “yurt” bölümüne tıklamamız yeterli. Fantezi dünyasını “ölme-öldürme” ile taçlandıran bir toplumun egemen fikrinin ruhuna telli turnalı türküler, şarkılar tükürsün, ne edelim.

Yazının başındaki alıntı M.Mungan’ın Lal Masalları’ndan. Ulak ile Sadrazam hikâyesini anımsarsınız. Orada ulak “yetinmenin soyluluğu” der. Çok insansı bir tınısı var bu sözlerin. Zaman içinde anlıyoruz ki, doğanı bir başka türdeşini katletsin diye yetiştiren vicdanın yetinmekle arası hiç hoş olmayacak; hep daha fazlası lazım gelecek ona, hep daha çoğuna dikecek gözünü… “Az” hep çok fakir mahalle çocuğu olacak; esmer, baldırı çıplak. Ama “çok” kendi sınıfının simgesi olacak, varlığın çokluğu iç açacak…

Yetinmenin soyluluğu ormanın derinliklerinde kestane-mantar kovalayan domuz, göl kenarında konaklayan allı turna ve kendi savanını kaybetmiş bir kaplanda olacak. Onları öldürme zavallılığı ile “çok”laştığını sanan insanda değil, asla!

Allı turnam bizim ele varırsan, vahşet söyle, dehşet söyle, ar söyle…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.