Amara bir Kürt romanı

M. Sait Üçlü: Amara romanında toplumcu gerçekçilik akımlarının şemaları dışına çıkmaya çalıştım.
Amara romanı üzerine 4 yıl boyunca, her gün ortalama 10–14 saat çalıştım. Yoğunlaşmış, derinleşmiş, estetiğe edilmiş dört yıllık zorlu bir emeğin ve çalışmanın ürünü oldu. Tüm yazar ekibi böyle bir tempo ile çalıştı.
BERİTAN SARYA / DENİZ BABİR / QAMİŞLO
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önerisiyle 7 yazarın üzerinde çalıştığı Güneş Ülkesinde Diriliş romanın üç ciltlik ilk kitabı olan Amara okuyucuyla buluştu. 4 yıl boyunca aralıksız olarak çalışarak romanı kaleme alan M. Sait Üçlü, romanın Demokratik Toplumcu Edebiyat’ın ilk örneği olduğunu belirtiyor.
Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan romanın yazarı M. Sait Üçlü’yle kitabın konusunu, nasıl hazırlandığını ve kitap hakkında merak edilenleri konuştuk.
“Güneş ülkesinde diriliş: Amara” roman çalışması nasıl gündeme geldi?
“Güneş Ülkesinde Diriliş” bir seri ya da nehir roman olup Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın projesidir. Bir görüşme esnasında, başka kitaplarla birlikte, “Apo Klanı,” adıyla bir romanın da yazılması gerektiğini söylemişti. Bu proje, on yıl gecikmeli olarak, “Şehit Şilan Baki Edebiyat Okulu” tarafından ele alınıp bir planlamaya kavuşturuldu ve çalışma başladı. Önder Apo, Kürt özgürlük mücadelesinin romanlaştırılmasını istemişti. “Güneş Ülkesinde Diriliş” adıyla yazılan romanın ilk kitabı olan, “Amara” bu gerçeği konu edindi. Güneş Ülkesinde Diriliş, bir nehir ya da seri romandır. Birinci kitap; “Amara” dır ve 3 ciltten oluşuyor. Diğer kitaplar da arka arkaya okuyucuyla buluşacaktır.
Çalışma sürecini biraz açar mısınız?
“Güneş Ülkesinde Diriliş,” romanı; toplam yedi kitaptan oluşuyor. Yedi arkadaş yazıyoruz. Önce yoğun bir hazırlık yaptık. Ekiplere ayrıldık ve bir yıl boyunca Türkiye, Suriye, Irak-Kandil, Lübnan vb. yerlerde araştırma ve röportajlar yaparak gerekli bilgi ve belgeler topladık. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve ailesinin geçmişini araştırdık. Başta çocukluğu olmak üzere, yaşadığı bütün mekânlara ulaşmaya çalıştık ve çekimler yaptık. Yüzlerce kişiyle röportajlar yaptık. Büyük bir görsel ve sözlü arşiv oluşturduk.
Belge ve bilgi toplama sürecini tamamladıktan sonra “Şehit Şilan Baki Edebiyat Okulu” kurucusu arkadaşlarla yeniden oturup tartıştık. Roman serisinin kurgusu, içeriği, biçimi, dili ve üslubu üzerinde günlerce tartışmalar yürüttük. Romanı tarihsel gelişmelere bağlı olarak yedi ayrı sürece ayırdık. Her yazar bir süreci yazmayı üstlendi. Daha sonra yazarlar ekibi olarak ortak bir mekâna yerleştik ve yazmaya başladık.
Kitaplar birbirinin devamı mıdır?
“Güneş Ülkesinde Diriliş” romanı, tarihsel süreç olarak birbirinin devamıdır. Fakat her kitap; Kürtlerin özgürlük arayışında belirgin ve farklı olan bir süreci ele almaktadır. Bu nedenle her kitap; kurgu, içerik, biçim, dil ve üslup olarak kendine özgüdür. Bir nehir roman olmakla birlikte, aynı zamanda her kitap kendi başına ayrı bir romandır.
Bu projeyi 7 ayrı yazar birlikte mi yürüttünüz, birbirinizi nasıl tamamladınız?
Romanı, ortak tartışmalar sonucunda somutlaşan, kolektif-ortak bir projedir. Bir yıl süren, belge-bilgi toplama işi de yazar ekibi tarafında kolektif olarak gerçekleştirildi. Yazar ekibi olarak, 3 yıl boyunca aynı mekânı paylaştık ve sürekli bir diyalog, dayanışma, ortaklaşma, fikir alışverişi içinde olduk.
Romanlar genelde tek bir yazar tarafından kaleme alınır. Siz neden böyle bir ekip işine ihtiyaç duydunuz?
“Güneş Ülkesinde Diriliş” kitabı hem ciddi bir edebiyat olayı hemde Önder Apo, Kürt özgürlük mücadelesi, Kürt halkı ve halklarımıza duyulan bir sorumluluğun ürünüdür. Biz yazar kadrosu olarak büyük bir heyecanla çalışmaya başladık. Ben serinin ilk kitabı olan “Amara” üzerine 4 yıl boyunca, her gün ortalama 10–14 saat çalıştım. Yoğunlaşmış, derinleşmiş, estetiğe edilmiş dört yıllık zorlu bir emeğin ve çalışmanın ürünü oldu. Tüm yazar ekibi böyle bir tempo ile çalıştı.
Kitap serisi tek bir yazar tarafında kaleme alınsaydı muhtemelen kitabın bitmesine ömrümüz yetmezdi. Kürtler son yarım asırdır, çok zorlu bir özgürlük mücadelesi yürütüyorlar. Bu mücadele pratiğinin halkımızla buluşmasının çok fazla gecikmesini istemedik. Bu nedenle büyük bir tarihsel sorumluluk ve bilinçle kolektif bir çalışmayı esas aldık.
Peki Amara romanı neyi konu ediniyor?
Amara; bir Kürt romanıdır. Özellikle son iki yüz yılda, tarihin en kadim ve mazlum halkı olan Kürtlerin yaşadığı tragedyayı, hakikat ve özgürlük arayışını, kadim kültürünü, geleneklerini, sosyal yapısını ele alıyor, ama Amara romanı bu coğrafyada yaşayan Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani-Keldani, Yahudi, Rum vb. bütün toplulukların romanıdır.
Siz bu çalışmayı yürütürken sizi en fazla etkileyen noktalar nelerdir?
Bu romanı yazmaya başlamadan önce, ekibin bir üyesi olarak Öcalan ailesinin geçmişini, soy kütüğünü araştırdım. Yaşadığı mekânları-köyleri dolaşıp gezdim. Ailenin geçmişte yaşadığı zorlukları, acıları, umutları anlamaya çalıştım. Yine yaşadıkları dönemlerin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını inceledim. Öcalan’ın çocukluğunun geçtiği Amara köyünde haftalarca kaldım. Köyde onu tanıyan herkesle diyalog kurdum ve geçmişini araştırdım. Köyde gittiği her dereyi, vadiyi, tarlayı, bağı, bahçeyi ve oyun oynadığı her mekânı defalarca gezip inceledim, çekimler yaptım. Kuş avladığı, yılan öldürdüğü, suya girdiği her yeri defalarca dolaştım. Doğal bitki örtüsünü inceledim. Çocukluk arkadaşlarını, buldum konuştum. Bütün akrabalarıyla ayrı ayrı konuştum. Bu çalışma tam bir yıl sürdü. Öyle oldu ki, ben düş, düşünce ve duygu olarak o coğrafya ile bütünleştim. Öcalan ailesi ve onun çocukluğuyla bütünleştim. Sonra anlatılan bütün hikâyelerin ortak mantığını ve sentezini yani tipik olanı bulmaya çalıştım.
Anlatılanlardan beni en çok etkileyen şey, daha çocuk yaşta doğa ile bütünleşmesi, çocukları oyuna çekip onlara liderlik yapmasıdır. Liderlik özellikleri, daha çocukluk döneminde çok belirgin ve çarpıcıdır. Öyle bir çocuk ki, var olanla yetinmeyen, verili ve geleneksel aile yapısını kabul etmeyen, çok hareketli, sürekli bir arayış içinde olan ve bunun için isyan eden özelliklere sahiptir. İlk kavgası, ilk isyanı, Sedef ve Hasan ile ilk arkadaşlığı çok çarpıcıdır. Paylaşımcı ve dayanışmacı özellikleri bu yaşlarda çok belirgindir. Kız ve erkek çocuklar için bir çekim merkezidir. Aslında kadının toplumdaki ağır kölelik durumunu daha çocuk yaşta fark ediyor.
Bu kadar çoklu ve bütünsel bir konuyu roman yapmak ve kurgulamak zor olmadı mı?
Oldukça karmaşık ve zorlu bir konudur. Bunun için romanda çoklu tiplere ve sentez olayına başvurdum. Bu coğrafyada halklar bin yıllardan beri o kadar iç içe geçmişler ki “saf etnik yapı, dil, kültür, din” vb. yoktur. Bütün halkların kutsal değerleri içi içe geçmiş, birbirinden etkilenmiş ve sentez ortaya çıkmıştır. Bu birlikte yaşamının da ortak maddi ve manevi zeminidir. Amara romanının kurgusu ve içeriği bu ortak senteze dayanıyor.
Romana baştan sonra damgasını vuran, ama hakikati ifade eden Siyabend, Hasan Hüsnü, Bedir Ağa gibi kurguladığım tipler vardır. Bunlar kurgu da olsa hakikatin ta kendisidir. Ama Öcalan ailesinin yaşadıkları somut gerçeklik kadar Kürt aile yapısının tipik temsili açısında kurgulayıp kattığım özellikler de vardır. Romanın bütününde kurgu ile yaşananlar iç içedir bir anlamda sentez ve çoklu denklemdir. Romandaki bütün kurgular gerçeklikle, yaşanılan tarihi süreçlerle uyum içindedir.
Amara romanında bu çoklu denklemde ideolojik yönü nasıl ele aldınız?
Yazarın dünya görüşü doğal olarak romana da yansıyacaktır. Ancak, genelde edebiyatta, özelde romanda ideolojik yön ne kadar iyi gizlense, kamufle edilse o kadar sanatsal değeri artar ve önem kazanır diye düşünüyorum. İdeolojik yön açıkça kendisini dışa vurduğu zaman o çalışmanın edebi değeri düşer, daralır, yörüngesinden sapar. Bu durumda roman bir ideolojik araştırma inceleme yazısına dönüşür.. Mesela; “Ateşi Çalmak” romanı, bir romandan ziyade Marks’ın hayatını konu edinen, bir araştırma inceleme kitabıdır. M. Şolohov’un “Durgun Don” adlı romanı ise edebi yönü yüksek olan bir kitaptır.
Amara romanını, roman örnekleri içerisinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amara romanı; içerik, biçim, hikâye, kurgu, dil ve sanatsal yaratım olarak kendine ait, kendine özgü yeni bir roman türü denemesidir. Biliyoruz ki, edebiyat deyince ilk akla gelen roman türüdür. Roman; edebiyatın hem temel hem de köşe taşıdır. Ruhu ve kalbidir. Roman; bir anlamda insan düşlerinin, daha iyi ve güzel bir yaşam arayışının, umutlarının, acılarının, sevinçlerinin, konuşmasının ve kullandığı sözcüklerin bir hedef, ütopya ve amaç doğrultusunda örgütlendirilip bir kurgu ve hikâyeye göre savaşa sürer gibi harekete geçirilmesidir. Basit, sıradan, günlük iletişim, söz, ilişki ve konuşmayı aşan sözcüklerin örgütlü, bilinçli hareket ve eylem halinin yazı türüdür. Toplum gerçekliğini tarihsel ve toplumsal olarak hissederek, özgür yaşam ve hakikat arayışını, tüm değerlerin mihenk taşı yaparak, verili statüyü reddederek, daha üst düzeyde, daha iyi ve güzel olan özgür yaşam arayışını imgelerle dile getirme ve yaratma sanatıdır.
Roman; var olanla çelişki halinde olan, onunla yetinmeyen, salt maddi olana dayalı yaşamı geri, çirkin, katı, soğuk ve yetersiz bulan insanın, daha üst düzeyde, daha güzel ve yaşanılabilir yeni bir yaşam arayışının dile getirilmesidir. Az olandan çok olana, çirkin olandan güzel olana, kölelikten özgürlüğe, yalan olandan hakikate ve alt olandan üst olana doğru sarmal diyalektik bir gelişim ve arayıştır. Roman; yeni yaşamın doğum ebesidir. Yeni yaşam; düşlenen, umut edilen ve var olması gerekendir, ama hala var olmayandır. Olması gerekip de olmayanı imgelerle yaratma eylemi ve sanatıdır.
İşte Amara romanı, kendine özgü, kendine ait olan böyle bir yazı türüdür diye düşünüyorum. Amara romanı ile gerçekçilik ve toplumcu gerçekçilik akımlarının şemaları dışına çıkmaya çalıştım. Gorki ile başlayan toplumcu gerçekçi romancıların yaptığı temel şey tüm kurguyu üç tip üzerinde şekillendirmektir. Devrimci tip olarak proleter kahraman, karşı devrimci ve orta yolcu tip... Yani; proleter, burjuvazi ve küçük burjuvazi tiplemeleridir. Bu, o dönemin dar sınıf bakış açısının bir sonucudur. Romanda yaşanan bütün gelişmeler, bu üç tip etrafında cereyan eder. Oysa halkların hakikat ve özgürlük arayışı ile yaşam realitesi; siyah, beyaz ve ara tip olarak gri renklerden ibaret değildir. Hayat gerçekliği, halkların hakikat ve özgürlük arayışı ile yaşanan toplumsal olaylar, çok daha renkli ve karmaşıktır. Halkların özgürlük kavgası, bu kalıplara sığdırılamayacak kadar çok renkli, çok dilli, çok karakterlidir.
Bu durum Kürtlerin son kırk yıllık özgürlük mücadelesinde de bir kez daha çok çarpıcı olarak ortaya çıkmıştır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan siyasal gelişmeler bu karmaşıklığın bir sonucudur. Toplumcu gerçekçi romanda, tüm tipler ve olaylar bu üçlü kalıbın, bu şemanın etrafında gelişir... Bunu biraz aşmaya, “tez-antitez-sentez” diyalektiğine ve düşüncesine bağlı olarak, “Çoklu tipleri,” “çoklu karakterleri”, “çoklu kültür dil ve söylemi” geliştirerek toplumcu gerçekçiliği aşmaya; Öcalan’ın felsefesine bağlı olarak, “Demokratik Toplumcu Edebiyat,” örneğini geliştirmeye çalıştım. Diyebilirim ki, bu bir ilktir. Bir ilkin denemesidir. Bana göre Kürt’ü ifade eden gerçek bir Kürt romanı yoktur. Kürtler adına yazılan romanlar, ağırlıklı düzenin siyasal, kültürel dokusunu ve korku duvarını aşmaktan, Kürt hakikatini ifade etmekten oldukça uzaktır.
Genelde “Güneş Ülkesin Diriliş” özelde Amara romanı, “Demokratik Toplumcu Edebiyat” örneği açısında bir ilktir. Öcalan felsefesine bağlı yeni bir edebiyat türünün şekillenmesidir. Romanın zayıf yanı; zorunlulukta kaynaklı dilinin Türkçe olmasıdır. Bununun bilincindeyim, ama iyi, sağlam bir çeviri ile bunun çözüleceğine inanıyorum...
