Apê Xelef Êzîdî’ydi, Xalê Ekrem Sünni, ben Alevi...

Haberleri —

ERKAN GÜLBAHÇE/SAARBRÜCKEN


Delil Dersimi, 1946’da Dersim’in Hozat’ında doğmuş. Zero Dersimi ise 1952’de Pertek’te. Aileleri Dersim Soykırımı’ndan etkilenmiş, Dersim ağıtlarını dinleyerek büyümüş ikisi de. Anlattıkları her şeyde, yüzlerinde, ellerinde soykırımdan izler var adeta.

İki eş, 1970’li yılların başında, işçi olarak Almanya’ya yerleşmiş. Kürtlükleri de peşlerinden gelmiş tabii... O yıllardan beri mücadeleye destek olmuş, bununla da kalmamış oğullarını ve kardeşlerini dava uğruna şehit vermişler. İlerleyen yaşlarına rağmen mücadeleden hâlâ biraz olsun uzak durmuyorlar; çalışmalarıyla Saarland’da yaşayan yediden yetmişe herkesin takdirini topluyorlar.

İşte bu iki emektarın acı, özlem ve emekle dolu yaşam öyküsünün peşine düştük.


Öncelikle çocukluğunuzu dinleyelim...

Delil: İlkokulu köyümde, ortaokulu Hozat’ta ve liseyi de Elazığ’da bitirdim. Biz annemin köyünde büyüdük. Küçüklüğümüz hep annemin söylediği ya da çevremizde söylenen ninnilerle geçti. Bu ninniler, Dersim katliamını anlatırdı. Hatta dayım, Dersim katliamında katledilmiş. Dayım yakalandıktan sonra kafası gövdesinden ayrılıyor. Yine kaldığımız bölgede Ermeniler ile iç içe yaşanıyormuş. Annem onların katliamına tanık olmuş. Annemin anlatımına göre çevre köylerde katliam başlamış ve sıra kendi köylerine geldiğinde kaçıp köyün yakınında bir dağlık, kayalık ve mağaraları bol olan bir yere sığınmışlar. Katliamdan kurtuluyorlar ama kaldıkları yer yüksek olduğu için köylerindeki katliamı görmüşler.

Zero: İlkokulu köyümde okuduktan sonra Elazığ’a geldim. Kız sanat okulunda okudum. Benim ailem Dersim katliamından etkilenmemiş. Dersim katliamı, Pertek’e varmadan bitmiş. Fiziki olarak Dersim katliamından etkilenmesek de, bu katliamın acıları ve korkuları ömrümüzden hiç çıkmadı. Babam gece yatağa girerken ‘Lo hat’ diye bir türkü okuyordu. Türk askerinin gelişini anlatırdı. Fakat benim ailem Koçgiri katliamından etkilenmiş. Dedem ve kardeşleri Koçgiri ayaklanmasına katılıp savaşmış. Dedemin kardeşi Koçgiri’de şehit düşmüş. Ailemizden Koçgiri’de yaşayanlar var. Benim ailem Kurmeş aşiretine bağlı. Göçer bir köydür. Göçer oldukları için asimile olmamışlar. Doğayla iç içe yasamışlar. Ben Elazığ‘a gelince şehri çok yadırgadım. Teyzemlerde kalıyordum. Bu asimilasyonu kabul etmemek için asla ‘teyze’ demedim hep ‘xaltê’ dedim.


Devrimcileri ilk ne zaman duydunuz?

Delil: 1968 döneminde ben askerdim. Haliyle o dönem ben de siyasetle tanıştım. 1968 dönemi gençliğini radyodan takip ediyordum. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin mücadelesi beni etkilemişti. Onlara sempati duymaya başladım. 1 Mayıs 1971 yılında Almanya’ya geldim. Zaten 3 gün sonra da Denizlerin idam edilişini duydum.

Zero: Biz Dersimlilerin tarihi katliamlarla dolu, en son katliam da 1938. Katliam çocuğu olduğumuz için nerede siyaset olursa hemen ilgileniriz. Adeta siyaset genlerimize işlemiş. Bu katliamları annemiz babamızdan duyarak büyüdük. Bu anlamda ezilen bir toplumuz. Biz istesek de siyasetten uzak duramayız. Ben gençliğimde çok radikal bir kızdım, gençliği çok etkilerdim. Kadın erkek arasında hiçbir ayrım yapmıyordum. Kendimi erkekten küçük görmezdim. Hep erkeklerle oynardım. Beni kabul etmişlerdi. Gençler arasında duygusal olaylar yaşanırdı ama erkekler bana karşı hiçbir duygusallık hissetmiyordu. Çünkü duruşumla köydeki kızlardan farklıydım. 

İlkokul ikiden sonra köyün arzuhalcisi oldum. Gurbete giden çocukların annelerinin, kocaları, nişanlıları askere giden kadınların mektupçusu oldum. Sırları iyi saklardım. Bana çok güveniyorlardı. Bu mektuplarda kadın erkek eşitsizliğinin farkına vardım. Bunu dile getiriyordum ama kabul etmiyorlardı. Mesela kadınlar eşlerine mektup yazdırırken “Selam eder, ellerinden öperim” cümlesi beni çok etkilemişti. Ben mektuplarda bunu yazmazdım. Sizin sevgiliniz, neden sevgilinizin elinden öpüyorsunuz diye uyarırdım. 

Ablalarımı zorla evlendirdiler. Bir gün dere kenarına süpürge toplamaya gitmiştik. Eğer ben olmasaydım, zorla evlendirmeden dolayı ablam intihar edecekti. Ablalarıma aşırı düşkündüm ve bu olay beni müthiş etkilemişti. Yaşadığım olaylar beni çok etkiledi ve kadın erkek eşitliği için bir mücadeleye itti. Sırf bununla mücadele için Elazığ’a zorla okumaya gittim. Bizim köyde köy odası vardı. Çocuklar gidip oturmazdı. Ama ben nedense hep giderdim ve kimse bana bir şey demiyordu. Beni kabul ediyorlardı. Köy odalarında siyaset tartışılırdı. Tüm savaş hikayelerini, hatta Rus savaşlarını, Osmanlı tarihini öğrendim. Bizim dedelerimiz Ağuçan Ocağı’na bağlı. Dedeler cem kurardı. Bu cemlerden sonra hangi delikanlıyı hangi kıza uygun görürse dedeler, orada nikâh kıyardı. Kendileri karar veriyordu. Karara karşı çıkanı tebere (tecrit) ederlerdi. Bu durumu asla kabul etmedim. Gençleri bu duruma karşı örgütledim. Tüm özelliklerimi annemden almıştım. Annem müthiş güçlü bir kadındı. Köyde hiç kimse anneme laf edemezdi.


Nasıl tanıştınız?

Delil: 1970’te Elazığ’da okurken tanıştık. Evlerimiz bitişikti. Ben askerden gelmiştim. Zero’da ortaokula gidiyordu. Derslerde Zero’ya yardım ediyordum. Delil’in bir plağı vardı, Mahsuni Şerif’i dinlerdi, çok hoşuma gidiyordu. Bir gün Delil’e bu şarkıları bana yazmasını rica ettim. Delil yazdı, bana verdi. Sabah okula giderken Mahsuni Şerif’in “Çıktım bir aynaya baktım” parçasını okuya okuya gidiyordum. Bir anda altında bir not olduğunu fark ettim. Beni sevdiğini ve methiyeler yazdığını fark ettim. Yavaş yavaş aramızda bir duygusallık başladı. Herkes tarafından duyulmaya başlandı. Köyde bir hengame başladı, karşı bir duruş gelişti. Annem ve babam Elazığ‘a gelerek kavga etti. Beni zorla Elazığ’dan köye götürdüler. Böylece okul hayatım bitti. Bir süre sonra Delil’e bir mektup göndererek durumu anlattım. Bunun üzerine Delil gece kalkıp köye geldi. Bayağı tartışmalı bir gece geçirdik, hatta bana karşı kaba kuvvet dahi kullanmak istediler. Ama her şeye rağmen direndim, isteklerimi aileme kabul ettirdim. Delil, 1973’te Almanya’ya geri geldi. Evlendik. Bir sözüm vardı köylülerime: “Bir şerbet dahi vermeyecektim”. Düğün yaparak bu sözümden dönmemek için düğün yapmadım. Hatta Delil’e ricada bulunarak altın ziynet eşyası almamasını rica ettim. Ve 1973’te Almanya’ya geldik. 


1973’te Almanya’ya geldiğinizde siyasetle aranız nasıldı?

Almanya’ya geldiğimiz ilk dönemler Vietnam Savaşı’nı anlatan romanlar okuduk. Dimitrov’un Bulgaristan devrimi üzerine yazdığı kitapları okuduk. Türkiye Komünist Partisi’nin Doğu Almanya’da yayın yapan radyodan bir programı vardı. Onu dinliyorduk. Bir dergi çıkarıyorlardı, onu okuyorduk. Sadece cumhuriyeti övüyor, Kürtlerden bahsetmiyordu. Bu da kafamızda çelişkilerin gelişmesine sebep oluyordu. Bizi tatmin etmiyordu. Sanki Türkiye’de Kürt sorunu yoktur gibi davranıyordu. 


PKK ile nasıl tanıştınız?

Kürt hareketini Kardeşim Mikail’den öğrendik. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde okuyan kardeşim Mikail, 1975 yılında bizi ziyaret için Almanya’ya geldi. Gelirken Kürt ve Kürdistan’dan bahsetti. Ankara’da siyasi çalışmalar yürüten bir gruptan bahsetti. Bunun üzerine Almanya’daki Kürt çevrelerle ilişkiye geçtik. İlk tanıdığımız grup, Devrimci Doğu Kültür Derneği (DDKD) idi. O sıralar işten dolayı Mainz’e taşındık. Üniversitede okuyan gençlerle tanıştık ve ilk defa Newroz etkinliği düzenledik. İsveç’te basımı yapılan Armanç dergisi bize geliyordu. Biz dergileri halka satıyorduk. 

1978 yılında Türkiye’ye Mikail’i ziyarete gittik. Ankara’da okuluna devam ediyordu. Bir çocuğu doğmuştu. Adını Haki takmıştı. Haki isminin nerde çıktığını, neden Kürtçe bir isim takmadığını sordum. Bunun üzerine Haki isminin şehit Haki Karer’den geldiğini anlattı. Haki Karer’in Mayıs 1977’de şehit düştüğünden başlayarak Ankara’daki çalışmalardan bahsetti. Ali (Abdullah Öcalan) ve grubunu anlatmaya başladı. Mikail’in anlatması ile Kürt hareketini tanımaya başladık. 

Mikail’in evinde Nadire diye bir kadın arkadaşla tanıştık. Nadire’yi sonradan Almanya’da çalışmalarda gördük. Kendisi Mikail’in Kürt hareketinin kadrosu olduğunu ve Ankara’daki birçok toplantının Mikail’in evinde gerçekleştirildiğini anlattı. Mikail’i biz okutuyorduk. Tüm masraflarını biz karşılıyorduk. Her sene giyim kuşamını ve tüm masraflarını karşılıyorduk. Ama aşırı derecede paraya ihtiyaç duyuyordu. Bizim hedefimiz onun okuması; onun için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyorduk. Ama sonradan öğrendik ki gönderdiğimiz para ile Ankara’daki arkadaşları besliyormuş. 1978’de Mikail ile politik tartışmalara girdik ve bu tartışmalar sonunda biz de Kürt hareketine sempati duymaya başladık. Avrupa’ya döndükten sonra Devrimci Doğu Kültür Derneği (DDKD) çevresiyle ilişkimizi kestik. DDKD, Apocu Hareketi kesinlikle kabul etmiyordu, bu tutum bizim onlardan kopmamıza sebep oldu. Zaten Diyarbakır zindan direnişleri bizi tamamen PKK’ye bağladı ve Kürt halkı için bir görev almayı önümüze koydu.


Almanya’da ilk çalışmalara nasıl başladınız?

1983’te Rauf Akbay ve Abdulhalim Zerey öncülüğünde Saarbrücken’de resmi bir dernek kuruldu. İki arkadaş da özgürlük saflarında şehit düştü. Rauf Akbay o dönem Frankfurt’ta üniversite okuyordu ve sahada örgütsel çalışmaların sorumlusuydu. Halim Zerey de yerel çalışmalar yürütüyordu. (Rauf Akbay [Doktor Rauf] PKK’nin ilk kadrolarındandır. 1977 yılında Almanya’da üniversite okurken PKK’ye katılır. 1 Nisan 1985 yılında Güney Kürdistan’da bir çatışmada şehit düşer. Abdulhalim Zerey ise 1987 yılında İdil’de çıkan bir çatışmada şehit düşer.) Rauf Akbay sürekli bize gelip gidiyordu. Serxwebûn’un ilk sayısını bize getirdi. Delil tamamını okuduktan sonra, “Bu nasıl bir irade, buna saygı duymak gerekir” dedi. Rauf çalışmalara katılmamız için bizi zorluyordu. Ve nitekim 1983’te çalışmalara girdik ve Serxwebûn gazetesini dağıtma görevini aldık.


1980’lerdeki çalışmalardan bahseder misiniz?

1980’lerin başında, kaldığımız bölgeden çok az sayıda işçi vardı. Ama 1983’ten sonra yavaş yavaş mülteciler gelmeye başladı. Her sene katlanarak geliyorlardı. Özellikle Botan bölgesinden gelen insanlar çoğunluktaydı. Birkaç arkadaşla birlikte başlattığımız çalışmalarda her yıl yeni arkadaşlarla çoğalıyorduk, giderek kitleselleşiyorduk. 1984 yılında Saarbrücken’de ilk Newroz gecesini düzenledik. Saarland’da olan kitlemiz azdı ama var olan kitlenin tamamı katılmıştı. Tabii o dönem sıkıntılar çok büyüktü. Ulaşımda zorlanıyorduk. Arabalarımız yoktu. Kitleye ulaşabilmek için saatlerce yayan yürüdüğümüz oluyordu. Az sayıda kitle vardı. Alman toplumuna uyum sağlanamamıştı ve bu nedenle çok canlı, diri ve birbirine kenetlenmiş haldeydi. Bizi görünce sarılıyor, sanki bir akrabasını görmüş gibi duygulanıyordu. 

İnsanlarımızdan adresler alarak yeni gelen kitlelere ulaşmaya çalışıyorduk. Aileler dağınıktı, çalışanımız azdı. Her bir köyde bir aile vardı. Bir aileye ulaşmak için 5-10 kilometre yol gitmek zorundaydık. Merkezi eylemlere, gecelere otobüs kaldırırdık. Ulaşım gece olmayınca arabaları olanlar sabaha kadar insanları köylerden alıp merkezlerde topluyordu. Dönüşte yine geri evlere bırakıyorduk. 

O dönem 3 vardiya çalışıyorduk ve bizim arabamız vardı. Hafta sonları, tatillerde ve senelik izinlerimizin tamamında bölge çalışmalarına adanmıştık. Bir anlık boş zamanımızı dahi doldurmaya çalışıyorduk. O dönem Koma Berxwedan’ın kasetlerini dağıtıyorduk. Kitleler üzerinde müthiş etki bırakıyordu. Gecelerde Hunerkom’un sanatçısı bir sazla sahneye çıkardı ama kitleyi coşturuyordu. Kitle bu tür şeylere açtı. Ülke özlemi çok büyüktü. Kitlelerin ülke özlemi, PKK hareketinin kitleyi uyandırma dönemiyle yan yana gelince o dönemdeki eylemlerin ruhu şimdiki eylemlerle kıyaslanmayacak derecede müthişti. Açıkçası 1980’ler Saarland’daki Kürt kitlesi için uyanış dönemiydi, diyebiliriz. 

Olanaklar kısıtlıydı. Bazı aileler okuma yazma bilmiyordu ama ısrarla Serxwebûn gazetesini alırlardı. Vermediğimiz zaman hemen soruyorlardı. Okuyamıyoruz ama üzerindeki şehit fotoğrafları ile ülke özlemini gideriyoruz, diyorlardı. Apê Xelef ile her hafta sonu kitleye çıkardık. Lebach iltica kampına gider, kitlemizi toplar, süreç üzerine konuşmalar yapardık. Bizde gelenek haline gelmişti, her Cumartesi Apê Xelef’i alır ev ziyaretlerine giderdik. 1991 yılında Xalê Ekrem Almanya’ya gelmişti. Apê Xelef ile Apê Ekrem’in evine gitmiştik. Cezaevinde bulunan Apê Ekrem’in oğlu Hamza Yavuz bir kaset göndermişti. Hep birlikte dinledik. Hamza babasına, “Baba ben köye bir telgraf çektim, kimse yok diye geri geldi. Sonradan öğrendim ki siz Almanya’ya gitmişsiniz. Ne düşmanın zulmü ne de Diyarbakır Cezaevi işkenceleri bu kadar zoruma gitti! Ben bunu duyunca ciğerimde bir parçanın koptuğunu hissettim. Çok acı çektim, size yakışmadı. Siz düşmanın oyununa geldiniz” deyince, hepimiz hüngür hüngür ağlamıştık.

Yine o dönemler halkımız arasında sorunlar çıkınca Alman makamlarına başvurmuyorlardı. Dil sorunu vardı. Onun için tüm sorunları bize getiriyorlardı. Biz de Xalê Ekrem, Zero ve Apê Xelef’ten oluşan bir komite oluşturmuştuk. Barış ve Uzlaşma Komitesi çok işlevseldi. Halk çok da güveniyordu. Komitenin verdiği karara herkes saygı gösteriyordu. Bu komite yıllarca çalışmalarına devam etti. Bazen çok acil müdahale edilmesi gerekiyordu, gece yataktan kalkıp meseleleri çözmek için yollara düşüyorlardı. Kışın ortasında, gece bir olayı çözmek için bir yere gittik. Olayı çözemedik. Arabamız da yoktu. Çözemediğimiz olayın sahibi bizi eve bırakmak istedi, reddettik ve o kışın yolara düştük, yayan kilometrelerce yürüdük. 

Apê Xelef, Êzîdî idi; Xalê Ekrem Sünni, hacca gitmiş ve ben Alevi. Aramızda hiçbir fark göremiyorduk. Tesadüfen hepimiz farklı inançlardan insanlardık ve onun için hareket herkesi kucaklayabiliyordu. Halkın bize müthiş bir saygısı vardı. Sünniler Apê Xelef’e, Êzîdîler Xalê Ekrem’e ve Êzîdîler bize dindaşlarına göstermedikleri saygıyı gösteriyorlardı. 


O dönem bir kadın olarak ne tür zorluklar yaşıyordunuz?

Zero: O dönemler kadınlar çalışmalarda yok denecek kadar azdı. Toplantılarda direkt göze çarpıyordum, hatta bazı toplantılarda beni görünce şaşıran erkekler dahi oluyordu. Ben bir kadın olarak hiç zorlanmadım. Çünkü kendimi hazırlıyordum. Başarılı oluyordum. Başarımı gören insanlar bana saygı gösteriyorlardı. Saarland’ın kitlesi genelde Botanlı ve halk bizi kabul ediyordu. 

Bir kadın olarak çalışmalarda olduğum için Serxwebûn veya Berxwedan beni arıyordu, 8 Mart üzerine makale yazmamı istiyordu. 1987’de izine gitmiştik. İzindeyken Avrupa’daki mücadeleyi özlemiştik. Dönüşte Serxwebûn gazetesine izlenimlerimi yazmıştım ve Avrupa’daki eylemlere olan özlemimi dile getirmiştim


Özgürlük saflarında şehit düşen kardeşiniz Mikail Tosun’u biraz anlatır mısınız? 

Delil: 1953 doğumlu. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Elazığ’da okudu. Üniversiteyi Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi’nde bitirdi. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde doktorluk yaptı. 1986 yılında Almanya’ya geldi. 1991 yılında Ankara’ya ve Elazığ üzeri gerillaya katılıyor. Ondan sonra hiçbir haber alamadık. Sonradan ben önderlik sahasına gidince Cemil Bayık bana, Mikail’in Güney savaşı sırasında elde edilen ağır silahları Kuzey’e götürmek için geçince antitank mayınına basarak şehit düştüğünü söyledi. Cemil Bayık, ısrarla Mikail’in Kuzey’e gitmemesini söylemesine rağmen kendi istemiyle bir grupla Kuzey’e geçtiğini, Mikail’in erken ayrılığının parti adına büyük bir kayıp olduğunu söyledi.


Oğlunuz Barış Tosun’u (Haki Gare) anlatır mısınız?

Zero: 3 Ekim 1975 doğumluydu. Biz ailece siyasetin içindeydik. Çocuklar siyasetin içinden büyüdü. İlkokulu bitirir bitirmez Alman solcularla ilişkilendi. Çocuk yaşta solcularla dolaşmaya başladı. Albümlerine baktığımızda nerede bir resim çektirmişse mutlaka zafer işareti vardır. 

Diyarbakır zindan direnişlerini haberlerden izlerdik. Barış daha çocuk olmasına rağmen görüntüleri izlerken sinirleniyor, asabileşiyordu. Barış Almanya’da Kürt olarak doğdu, Kürt olarak yaşadı ve Kürtler için canını verdi. 

Otonomcu gençlerle Kürdistan’ı ezberletmişti. Gençler bize gelince Kürt gibi davranırlardı. Çocuklar üzerine baskı uygulamadık. Rahat büyüdüler. 1994’te Barış, “Moralim bozuk, bir eğitime gideceğim” dedi. 1 aylık eğitimden sonra eve geldi. Yattı, sabah kalktığında Barış’taki değişimin farkına vardık. Eski Barış gitmiş, yepyeni bir Barış gelmişti. Bir arayış içinde olduğunu anladık. Barış, “Ben arkadaşlara söz verdim, yeni bir eğitime daha gideceğim” dedi. Eğitime gitti, 3-4 ay haber alamadık. Doğum gününde aradı, “Rojbaş hevala Zero, nasılsınız, ne var ne yok” dedi. Tanıyamadım. “Sağol, iyiyim, siz nasılsınız” dedim. Kahkaha attı. “Tanıyamadın galiba” deyince Barış olduğunu anladım. Doğum gününü kutladım. “Ben bu sene doğdum. Eski doğumumu bırak, yeni doğdum” dedi. Bayağı moralliydi. Yine aylarca arayıp sormadı. Yine bir gün aradı, “Ben Belçika’dayım, gelin görüşelim” dedi. 15 Aralık 1995’te ailece kalktık, Brüksel’e gittik. Dernekte bir moral gecesi düzenlemişlerdi. Biz ülkeye gideceğini tahmin etmiştik. Moral gecesini görünce gideceğine inandık. Barış geceye geç geldi. Sonradan arkadaşların anlattıklarına göre Barış’ı ayırmışlar, “Annen baban geldi, seni götürecekler, sen geceye gelme” demişler. Barış da, “Siz annemi babamı bilmiyorsunuz, onlar mücadelenin içinde kesinlikle beni engellemezler” diyerek geceye geliyor. Hep birlikte halay çektik, eğlendik. Resim çektik. Sonunda Barış bize dönerek, “Ben kararımı verdim Kürdistan’a gideceğim” dedi. Ne söyleyeceğimizi bilemedik, ne evet ne de hayır anlamında bir şey söylemedik. Delil, “Oğlum bak, Kürdistan romanlarda, kitaplarda anlatıldığı gibi fantastik değil. Ölüm var, yaralanmak var, esir düşmek var, açlık var susuzluk var, bunları düşünerek kararını ver” dedi. Barış kararını vermişti. Bize düşen moralini bozmadan yolcu etmekti. 16 Ekim 1997’de Güney’e gerçekleşen kapsamlı bir operasyonda şehit düşüyor. 

Barış iri ve uzun boyluydu. Tepeciymiş. Biksi kullanıyormuş. Helikopterle yapılan indirmede barış şehadete ulaşıyor. Mezarı şehit düştüğü yerde yapılmış.

1996 yılında önderlik sahasına gittiniz, neler yaşadınız?

Kardeşim ve oğlum gitmişti, haber alamıyordum. Bunu araştırmak ve gerekse çalışmaları yerinde görmek için önderlik sahasına gitmek gibi bir isteğim vardı. Bunu arkadaşlara bildirdim ve olumlu cevap alınca 1996 yazında önderlik sahasına gittim. Gece Şam’a indim, tesadüf üzeri Avrupa’da tanıştığım Ferhat adında bir arkadaş ile karşılaştım. Ferhat arkadaş o sıralar Başkan’ın arabasını kullanıyordu. Merkez okula gittik. Derslere giriyorduk, 3’üncü günü Başkan geldi, bize ders verdi. İlk defa Başkan’ı orada gördüm. Dersten sonra Avrupa’dan giden 4 kişi Başkan ile görüşmek için başka bir bölüme alındık. Başkan’la yemek yiyorduk, hem de kendimizi tanıtıyorduk. Sıra bana geldi, kendimi tanıttım. “Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi’nde okuyan Mikail’in abisiyim” dedim. Başkan beni gördüğüne çok sevindi. Mikail üzerine konuştuk. Sonra benim kaç senedir Almanya’da olduğumu sordu. “25 sene” dedim. Gülerek, “Niye bu kadar zayıfsın, sen hiç yemek yemedin mi?” dedi. Önündeki tabaktaki tavuktan bir but kopararak tabağıma koydu. 

Başkan bana dönerek, “Biz senin çok ekmeğini yedik. Mikail’e gönderdiğin paraları biz yiyorduk” dedi. Ben o an anladım ki, neden Mikail sürekli para istiyordu. Bu kadar parayı istemesinin nedenini o anda anladım. Sonra Başkan’ın isteği üzerine Avrupa’dan gelen grubun deneyim ve birikimlerinden faydalanılması için bizi ev ziyaretlerine götürmemizi istedi. Bunun üzerine Şam, Halep, Efrîn, Derik ve Hesekê kentlerine götürüldük. Gittiğimiz evlerde aileler toplanıyordu, sohbetler yapıyorduk. Avrupa’da tanıdığım birkaç arkadaş ile karşılaştık. Tekrar merkez okula döndük. Tabii bu dolaşmalarda Cemil Bayık, bizi hiç yalnız bırakmadı. Cemil Bayık, okulda kalmamasına rağmen son gece bizimle kaldı. Mikail’den dolayı bana çok değer verdi. Cuma arkadaş, “Ben okula gitmiyordum. Mikail benim yerime sınavlara giriyordu. Benim okulu bitirmemde yardımcı oluyordu” dedi. Dönüş sabahı Cemil Bayık beni havaalanına bıraktı, çocuklara iki çanta dolusu eşya gönderdi. “Mikail’den dolayı emeklerinin karşılığını böyle ödemek istiyorum” dedi.


Peki, son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Zero: Son olarak Kürt halkına şunu söylemek isteriz. Biz bu mücadelenin ilk filiz verdiği günden günümüze dek mücadeleyi tanımaya ve destek sunmaya çalıştık. Nereden nereye geldi. Bir grupken bugün milyonlara ulaştı. Elbette ki kolay olmadı. Bu ortaya çıkan durum ve değerler, verilen emeğin ürünüdür. Verilen emek ile Kürtler, siyaset sahnesine çıktı. Siyaset sahnesinde söz sahibi olmak, ilerici insanlıkta başı dik durmak için bu çalışmaları devam ettirmek gerekiyor. Onun için Kürt gençlerine daha büyük görev düşmektedir. Herkes bulunduğu her alanda çalışmalara katılmalı. Çalışmalara destek sunmalı. Kürt sorunu bu haldeyken evinde rahat oturmamalı. Dünyayı bize zindan eden düşmana, dünyayı zindan etmeli. Rahatından fedakarlık yapmalı. Hiç olmayacak kadar Kürt sonununun çözümü için fırsatlar ortaya çıkmış, bunu değerlendirmek gerekiyor. Rutin eylemlerden ziyade gençler diplomasiye yönelmeli, ekonomik anlamda kendini geliştirmeli, okumalı ve ülkesine faydalı olmalıdır.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.