Arrival: Alnımıza ne yazıldıysa o (mu?)


S. Asuman Demir
Sinemada tür olarak bilim-kurgu filmler düşünüldüğünde ortaya şöyle güçlü bir kategori çıkıyor: İçerisinde dünya dışı varlıkların olduğu yapımlar. Bu genellemeyi büyük oranda destekleyecek yeterince film mevcut. Ortalama seyirlerine baktığımızda ise dünyayı istilaya gelenden tutun da “Biz dostuz” diyene ya da bizim kalkıp galaksinin teee bilmem kaç ışık yılı ötesine varıp yetmemizi konu alana, listelerce film bulunuyor. Bu filmlerin ana ekseninde ise ya “kurtarılma” ya da “kaçma” var.
Denis Villeneuve de Arrival (Geliş) ile bu ana eksen üzerinde farklı bir manevra deniyor; fakat her ne kadar kendine özgü bakış açısı olsa da bazı klişelerin içinde boğulmaktan kendini kurtaramıyor.
Filmin hikâyesi
Arrival’ın konusundan biraz bahsedecek olursak...
Gizemli uzay gemileri dünyanın farklı 12 bölgesine iniş yapıyor. Fakat saldırıda bulunmadıkları gibi oraya geliş nedenleri de anlaşılmayan uzay gemileri için dünya çapında bir operasyon başlıyor. Elbette bizim izleyeceğimiz kısım ABD’de geçiyor! Uzaylılarla iletişim kurması için bir dilbilimci Dr. Louise Banks (Amy Adams) ve bir fizikçi Ian Donnelly (Jeremy Renner) hükümet tarafından göreve çağrılıyor. Böylelikle eş zamanlı yürütülen bu operasyonlarda uzaylıların barışçıl mı yoksa istilacı mı olduğu çözülmeye çalışılıyor.
Arrival, alışıldık bilim kurgu filmlerinden değil; daha ağır ilerliyor. Film, Louise’in -gelecek zamanda- kızıyla geçirdiği, onu kaybettiği kısa kesitlerle başlıyor. Film boyunca bu kesitler Louise’in şimdiki zamanının içine sızıveriyor.
Arrival’ın aksiyon kısmında, yani klişelerden kaçamadığı bölümlerde ise dünyaya bakışta Amerikan değerlerinin dışına çıkamayan bir düzlem var. Her ne kadar kahramanımız idealist, barışçıl ve dile, anlamaya önem veren bir kadın olsa da ABD dışında kalanlar, başta Çin ve Rusya olmak üzere barbar ve saldırgan; Venezuela’da ise halk yağmacı! ABD’ye gelince elbette “kötüler” var ama her daim doğruya şans veren Amerikan sağduyusu görevde! Günümüz dünyasına baktığımızda Çin ve Rusya’nın bu tanımlara sahip olmadığını söylemek zor; ama “ABD’li Recep İvedik” Trump’tan sonra Hollywood’un bu “sağduyu”yu nasıl işleyeceği de merak konusu doğrusu.
Ritm ve kurgu
Arrival’ın bilim-kurgu seyircisini vuran en önemli özelliği ritmi ve kurgusal yapısı. Bu anlatım, yönetmenin “Zaman farklı düzlemlerde ve doğrusal olmayan şekilde ilerler” tezine koşut bir minvalde devam ediyor. Sonuç olarak ortaya geleceğin geçmiş, geçmişin şimdiki zamanla iç içe geçtiği bir sarmal çıkıyor. Şekli belirlemek ya da bir biçime koymak bazen mümkün bazense değil.
Aslında bilim-kurgunun dünya dışı varlıklara değinmeksizin zaman kavramının karmaşık yapısını işleyişini, yakın zamanda Christopher Nolan’ın yönettiği Interstellar’da (Yıldızlararası) görmüştük. Nolan elbette daha “evren teorilerine” dayanan bir dertle çektiği Interstellar’da kara delikler, solucanlar ve zamanın kırılganlığını ele alıyordu. Arrival’a baktığımızda zaman kavramı konusunda Interstellar’la bir akrabalığını kurmak mümkün.
Öte yandan anlatımdaki ritm açısından ise Terrence Malick’in Tree of Life’ını anımsamamak neredeyse imkansız! Malick’in bir görsel patlama şölenine çevirdiği, acımasız babayı (Brad Pitt) “Sadece güçlüler ayata kalır” ile evrim teorisine; sevecen kalbi, uçuşan saçları ve etekleriyle anneyi de (Jessica Chastain) yaratılış teorisine benzettiği şu “eşit yaklaşımlı” filmi... Arrival’ın yakın akrabası diyebileceğimiz asıl film, tam da bu! Her ne kadar farklı bir pencerelerden bakıyor olsalar da aynı manzarayı izliyorlar.
‘Alnımıza ne yazıldıysa o’ mu?
“Bilim ilim bilmektir ama ilim de kendini bilmektir; alnımıza ne yazıldıysa yaşarız!” Arrival’ın aksiyonunu bir yana koyduğumuzda ortaya çıkan “anlamdırma çabası”, zamanla ilişkilendirilen seçimle birlikte bir fiyaskoya dönüşüyor. Tıpkı Malick’in sevecen anneyi parlatıp daha sonra “hangi tarafta olmak istersin?” demesi gibi... Elbette seçimlerimizi biz belirleriz ama “yaşayacaklarımı biliyorum ve seçiyorum” önermesinin altında cesaret değil, fazlasıyla romantik bir yaratılışçılık yatıyor. Zira bu kadar zahmete girip gelen dünya dışı varlıklarının yardım ettiği şey “alnımızda ne yazıldıysa o” iddiasını bize yinelemekse çok yazık çünkü anlatılmışı var...
