Asrîn’in sesi

  • Sözcüğün peşinden gitmiş ve geleneklerin, baskının, ona ait olmayan her şeyin karşısına durabilmişti. Yeni yüzyılın arifesinde yeni bir hayata başlamanın kararını vermişti. O yüzyılı kendi yüzyılı yapmaya karar verdiğinde bir adı olmuştu: Asrîn. 

DILZAR DÎLOK

 

Kürdistan’ın en güzel şehirlerinden birinde, ezan seslerinin çan seslerine karıştığı bir zamana doğmuştu. Dar sokaklarına yaban sesli makinaların giremediği şehrin tarihsel dokusuna iliştirilmiş bir nakış, bir ilmekti doğumu. Bu ilmeğin üzerine bir ilmek daha atmak, bir renk katmak zordu. 

Doğmadan önce varolmayan zorluklar, doğup da cinsiyeti anlaşıldığı andan itibaren alınyazısı olmuş, alnına bir kandan leke gibi yapıştırılmıştı. O, kız çocuğuydu. Onun tarihin dokusuna eklenen ilmeği, geleneğin pençesinde bir boyun bağı olmuş, boynuna dolanmıştı. Sıkıyordu. Nefesini zorluyordu. Yıllar geçiyor, o büyüyüp serpiliyor ve başını önüne eğmesi gereken bir zaman aralığına giriyordu. 

Çok geçmeden geleneğin pençeleri şahdamarına asılmaya başlamıştı. Ülke bilincinin, toprağa yabancılaşmanın ve özgürlüğün zor ve büyük bedelli olduğu bir zamandaydı. Hayat herkes için zordu belki o ülkede. Ancak kız çocukları için neredeyse imkansızdı. 

Bu imkansızlığın farkındaydı anne babası ancak onların çözümü daha büyük ve derin bir imkansızlığa atmaktı kızlarını. Yarayı unutmak için daha büyük yara açmaktı onlarınki. Acıyı unutturmak için daha büyük acı yaşatmak. 

Onu memleketin binlerce kilometre uzağına gönderdiler. Hiç tanımadığı, görmediği, sesini duymadığı bir akrabanın çocuğuyla evlendirmeye karar vermişlerdi. Ailesi yoksuldu. Geleneğin ve gerekliliklerin buluşması, Kürt kızlarının alnına kandan harfler çiziktiriyordu. 

Ve gitti. Bir çocuğun doğduğu anasıyla olan bağının, göbek bağının kesilmesiydi o zaman. Neşter atılmış, göbek bağı kesilmişti. Şahdamara asılmış olan pençe damardan bir parça koparıp almıştı. 

Sonra bir an geldi…

Gitti, gitti ve zaman ölçerde pek uzun olmayan ancak onun yürek zamanının ölçümünde benzersiz uzun zamanlar boyunca gitti. 

Çok uzaklardaydı artık. Çok uzaktaydı. Toprağın kokusunu unutturacak, bir yurdu ve toprağı olduğunu unutturacak kadar uzaktaydı. Dalından koparılan bir yaprağın fırtınaya tutulması, Onun yaşadıklarından çok daha masum ve özeldi. 

Uzağa düştükten sonra günler günlere eklendi. Gün geçtikçe şahdamarının yarası büyüdü, sesini yitirmeye başladı. Sözcüklerini, sözcüklerin anlamlarını, sesleri ve seslerin rengini birer birer kaybetti. Ne kadar uzaklaşsa o kadar kaybediyordu. 

Sağır ve dilsiz bir zamanın hiçbir anlamı olmayan bir sınavındaydı adeta. Sonra bir an geldi, tüm seslerini, sözlerini ve anlamlarını yitiriverdi. Sesleri unutuyordu yüreği. Seslerin rengini unutuyordu. Renkler de sesler gibi anlamını yitirmeye başlamıştı. 

Eski zamanlarda öğrendiği sesleri birbirine ekleyip sözcük yaratamıyordu. Duyduğu hiçbir sözcüğü hatırında ve dahası dilinin üzerinde tutamıyordu. Sözcükler ondan kaçıyorlardı. Yüreğiyle dili arasındaki uçurum, onu içine çekip duruyordu. O uçurumun yankısında her an kendi düşüşünün çığlığını dinliyordu. 

Çocuk yaştaydı. Her şeyi zorla yaşatıyorlardı ona. Zorla evlendirildiği gibi zorla hamile kalmış ve zorla, uğradığı şiddet yüzünden çocuğunu kaybetmiştir. 

O hiçbir şeysizdi. Ülkesizlikle başlayan yoksunluk herşeye bulaşıyor ve onu içine çekiyordu. 

Günün birinde hiç duymadığı bir sözcük duydu. Yüreğinde bir ılıklık duyumsadı. Donmuş birşeylerin eriyişini sezinledi. Ve o sözcük kaldı hatırında. Ama söyleyemiyordu. Ve o sözcüğün yüreğinde yurt tutuşunda anladı ki, her gün duyup dinlediği sözcükleri fırlatıp atması, yeni sözcükler duyması gerekiyordu. Sesleri ve sözcükleri arıyor, onları tutmak ve kavramak istiyordu. 

O artık Kürdistan dağlarında

Neydi yüreğine dokunan o ilk sözcük? Kim bilir? Özgürlük mü, mücadele, irade, kadın, ülke, toprak, memleket, reddetmek, başkaldırı, azadî, jin, jîyan… Her bir sözcük o ilk sözcük olabilir, ama kim bilir?

Bir şekilde onun yüreğine dokunan ilk sözcüğü duymuş ve o sözcüğün seslerini anlamanın, yüreğine o seslerden bir eser inşa etmenin kıvılcımlarını duyumsamıştı. 

O sözcüğün peşinden gitmiş ve geleneklerin, baskının, ona ait olmayan herşeyin karşısına durabilmişti. Yeni yüzyılın arifesinde yeni bir hayata başlamanın kararını vermişti. O yüzyılı kendi yüzyılı yapmaya karar verdiğinde bir adı olmuştu: Asrîn. 

Asrîn, Kürdistan özgürlük mücadelesine katılma kararı verdikten sonra ülkesinden çok uzaklarda da olsa çalışmalar yürütmüş, kadın özgürlük mücadelesiyle yakından tanışmış. Birçok yeni sözcük öğrenmiş ve yüreğindeki yabanlığı yavaş yavaş silmeye başlamış. 2007 yılında yönünü özgürlük dağlarına vermiş. 

Ve Asrîn artık Kürdistan dağlarındadır. Zagrosların çocuğu olan Xakurkê’de alır ilk özgür nefesini. Özgürlüğün ilk soluğunu Xakurkê’nin tanrıça güzelliğinden alır. Sadece kadınların bulunduğu bir dünyada yaşamak istediğini söyler hep. Geleneğin bitirdiği erkeklikle yaşamak onun için nasıl olursa olsun ölümlerden ölüm beğenmektir. Yeni savaşçı eğitiminden sonra Asrîn, sadece kadın gerillalardan oluşan özgün bölüğe gider. 

Xakurkê onun dilidir

Dağ rüzgarlarına verir alnını. Şah damarındaki yara kapanır, o pençenin kopardığı yeri tamir eder ve nefes almaya başlar. Dağ başlarında çocuk yaşta koparıldığı toprağından çıkıp gelen kadınların sesleriyle yüreğini tekrar tekrar yıkar, temizler, inşa eder. Asrîn her güne, her ana bir yeni doğuş, bir yeni ses, bir yeni sözcük ekler. Yüreğinden uçurum seslerini söküp atar, gürül gürül sesleri yüreğine konuk eder. 

Asrîn’in kendi yüreğinin bir sesi vardır artık. Asrîn dağlara geldiği andan itibaren ilk sesleri duymuş ve dillendirmiştir. İlk ve en güzel sözcüklerini işte bu kadınların yanında söyler. Kürdistan dağlarında bir 8 Mart günü, kadın yoldaşlarına bulduğu sözcükleri ve o sözcüklerin anılarını anlatır, kendini onların inşasına bir damla daha katar. 

Gördüğü baskı ve şiddet yüzünden evlendirildikten sonra dili tutulan ve kekeme olan Asrîn, yeni yüzyılın başlarında katıldığı Kürdistan özgürlük mücadelesi saflarında kendini yeniden inşa eder ve dili çözülür. Asrîn kendi ülkesinde kendini inşa etmiş, dili çözülmüş, kekeme zamanlar gitmiş, bülbül gibi şakımaya başlamıştır. 

Artık en güzel sözcükleri, en güzel anlamlarla yükleyerek dillendirmekte, kendisini ve özgürlük zamanlarını inşa etmenin onurunu yaşamaktadır. Xakurkê onun dilidir, sözlüğü, hayatı ve anlamıdır. Sözcüklerini yeniden bulduğu, ikinci bir ana rahmidir. Xakurkê’yi anası gibi sever. Koparıldığı ülkesini kendi yüreğinde kendi elleriyle yeniden inşa eder. Ve 2012 yılında Xakurkê’de yoldaşlarına veda ederek ülkesinin toprağına karışır.

Şimdi Asrîn’in sesi, Xakurkê dağlarında yankılanıyor. Erkek egemenlikli sistemin dilini bağladığı kadınların intikamını almaya yüreklenen ve yönünü dağlara veren genç kadınlar onun adını almış, onun intikamını kuşanmış yürüyorlar dağ başlarında.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.