Ateş Tanrısı Hephaistos

Yüksel Yokolma
Hephaistos, diğer ismiyle Vulcanus, tanrılar tanrısı Zeus ile onun karısı olan Hera’nın oğluydu. O, ateşin ve demirciliğin tanrısı olarak kabul edilirdi. Ama tanrıların toplantılarına çok ender katılırdı. Çünkü tanrılar dağı Olympos için ta çocukluğundan süregelen bir hoşnutsuzluğu vardı. O zamanlar annesi Hera’ya çok bağlıydı. Zeus’un, annesini her yüzüstü bıraktığı zamanlarda sevgi gösterip kendisini sık sık teselli ederdi. Bir keresinde Zeus, kıskançlığı yüzünden Hera’yı altın zincirle bağlayıp gökyüzüne asarak cezalandırmaya kalkıştı. Hera orada öylece asılıyken durumu farkeden Hephaistos, zinciri olanca gücüyle yüklenip çekerek annesini kurtarmaya çalıştı. Tam bu esnada Zeus çıkageldi. Oğlunun kendi işine burnunu sokmasına çok sinirlenen Zeus, onu tutup olanca gücüyle gökyüzünden aşağıya fırlattı.
Gökle yeryüzü arasındaki tahmin edilemez mesafe o kadar büyüktü ki Limni adasında yere düşmesi için, bir gün ve gece boyu zaman geçmesi gerekti. Sıradan bir ölümlü için bu ölümcül bir düşüştü ama Hephaistos bu felaketten sağ kurtulmayı başardı. Yine de vücudunda bu olayın izi kaldı. Çünkü bacaklarından biri bu düşüş esnasında yaralandı ve bundan sonra hep topallayarak, vücudunun şekli bozulmuş halde yaşamaya devam etti.
Her ne kadar Hephaistos, annesinden dolayı bu zararı görmüş olsa da Hera, onun bu badireyi nasıl atlattığını hiç merak etmedi. Çok sevdiği annesinin bu ilgisizliği ve duyarsızlığı Hephaistos’u çok kırdı. Bundan dolayı Olympos’a bir daha geri dönmemeye karar verdi. Etna Yanardağı’nda inzivaya çekildi. Volkanın iç kısmını büyük bir demirci atölyesine dönüştürerek, birlikte çalıştığı Uranus ve Gaea’nın çocuklarından, dünyanın derinliklerinde bulunan metallerden kullanışlı şeyler yapmayı öğrendi.
Ürettiği bu çok kullanışlı şeyler arasında, altından yapılmış iki kadın köle de vardı. Bunlar hareket edebiliyor ve topallayarak yürüyen Hephaistos’a her adım atışında koltuk değneği olarak destek oluyorlardı.
Hephaistos bir süre sonra gizemli yaylarla dolu bir altın taht yaptı. Bu taht kullanılmadığı zamanlarda sıradan bir tahta benziyordu. Ama öyle tasarlanmıştı ki yabancı birisi üzerine oturur oturmaz o yaylar açılacak ve taht kendini kilitleyecekti. Artık o anda üzerine oturmaya çalışan kişinin, içine düştüğü bu hapishaneden kurtulma şansı olmayacaktı.
Taht hazır olduğunda Hephaistos onu annesine gönderdi. Hera bu ince işlenmiş sanat eserine hayran kaldı ve oğlunun gönderdiği bu güzel hediyeye çok sevindi. Gururlu bir edayla tam tahtın üzerine oturmuştu ki birdenbire harekete geçen yaylar onu, şahane bir eser olarak gördüğü bu şeyin içine hapsetti. Çok korkmuştu. Kendisi ve diğer tanrılar ne yaptıysa da, içine düştüğü bu tuzaktan kurtulmayı bir türlü başaramadı.
Sonunda Hermes, kendisini resmi bir şekilde Olympos’a gelmeye davet etmek üzere Hephaistos’a elçi olarak gönderildi. Ama ne var ki Hermes’in bin bir türlü dil dökmesi ve ikna gücü hiç bir işe yaramadı. Hephaistos, büyük dağı ziyaret etme konusunda bir türlü ikna olmadı. Tanrıların elçisi üstlendiği görevi başarıyla yerine getiremeden Olympos’a dönerek olanları anlatmak zorunda kaldı. Bunun üzerine tanrılar tekrar biraraya gelerek yeni bir karar aldı. Buna göre şarap tanrısı Dionysos, Hephaistos’u ikna etmek için daha etkili araçlara sahip olduğu ümit edilerek yeniden onun yanına gönderilecekti.
En güzel şarabından bir şişeyle silahlanmış olarak Hephaistos’a giden Dionysos, ona nefis içeceğinden bir yudum ısmarladı. Zaten doğuştan çok susuzluk çeken Hephaistos, üstüne üstlük bir de çalıştığı ortamdaki bunaltıcı sıcaktan dolayı daha fazla içmeye meyilliydi. Dionysos, tamamen sarhoş olup kendinden geçene kadar, ona yudum yudum içirdi. Artık Hephaistos’un kendisine karşı koyacak hali kalmamıştı. Dionysos, onu alıp tanrıların dağına götürdü.
Önce annesini içinde bulunduğu zor durumdan kurtaran Hephaistos, babasından da yaptığı kurnazlık için özür diledi. Ancak her ne kadar şimdi anne babasıyla barışmış olsa da yine de sonsuza kadar Olympos’ta kalmak niyetinde değildi. Tercihini demirci atölyesine geri dönerek kaldığı yerden işine devam etmek yönünde kullandı. Olympos’ta bulunan tanrıların her biri için altından harika bir saray, değerli mobilyalar ve türlü değerli metallerden eşyalar yaptı. Sonunda da bu yaptıklarını pahalı taşlarla bol bol süsleyerek iyice güzelleştirdi.
Yanında çalışan tepegözlerin yardımıyla, Zeus’un o ürküten ve karşısında hiç kimsenin duramadığı şimşeklerini yarattı. Ve Eros’un insanların kalbine ateşlediği sevginin oklarını da...
Çarpık yapısına, çirkinliğine ve bu karanlık demirci atölyesinde yaşama konusundaki ısrarına rağmen, kadın güzelliği karşısında kesinlikle duygusuz biri değildi, Hephaistos. Sık sık değişik tanrıçalara sevdalandı. Bu şekilde Pallas Athene’nin gönlünü elde etmeye çalıştı ve sonunda da onunla evlendi. Başlangıçta Pallas Athene hiç de mutsuz olmamasına rağmen, Hephaistos’un barınağının karanlık odaları kısa sürede onun için bütün çekiciliğini yitirdi. Bu yüzden Tanrıça Athene, zavallı eşini hiç acımadan terkedip gitti.
Bu olaydan bir süre sonra Hephaistos, Charites’lerden biriyle evlendi. Ama o da bulunduğu ortamdan kısa sürede sıkılarak oradan ayrıldı.
Hephaistos’un çocuklarının çoğu birer canavardı. Cacus, Periphetes, Cercyon ve diğerleri... Bunların her biri mitolojide önemli roller oynadı. Yine, Roma’nın altıncı kralı olan Servius Tullius’un da Hephaistos’un oğlu olduğu söylenir. Servius Tullius’un, köle Ocrisia’dan doğduğu sanılır.
Hephaistos’a bütün demirciler ve zanaatkarlar tapardı. Onların özel koruyucu tanrısıydı. Onun şerefine, Hephaistia ya da Vulcanalia adıyla, büyük şenlikler düzenlenirdi. Hephaistos hep kaslı ve tıknaz bir adam olarak tasvir edilirdi. Bir bacağı diğerinden kısaydı ve kıvırcık saçlarıyla örtülü kafasında işçi şapkası taşırdı. Üzerinde kısa bir işlik, elinde ise çeşitli demirci aletleri bulunurdu.
* “Griekse-Romeinse mythen” isimli kitaptan çevrildi.
Çeviri: Yüksel Yokolma
