Aydınlanmaya doğru - Mizgîn AGIRÎ

Haberleri —

Bazı anlar vardır ki hiç bitsin istenilmez, ya da sanki yıllardır ben hep bu an’ı beklemişim meğerse denir... Hayal, düşünce ve duyguların ortaklaştığı anlardır böylesi anlar. Bilinenin bilinmezle örüldüğü, heyecan verici bir yolculuğa çıkıldığı an’lar...

Bu önce küçük bir gölde, sonra büyük bir okyanusta kulaç atmaya benzer. Burada mesele yalnızca bir kara parçasına ulaşmak değildir. Okyanusta bir damla olmanın anlamına ulaşmaktır. Yani her okyanusun  böylesine damlalardan oluştuğunu bilmenin derinliğine kavuşmaktır bu yolculuğun anlamı... Bu bazen özgürlük adına bedel ödemeye giderken, bazen bir yoldaş ya da bir dost sohbetinde veya bir başarı duygusunda hissedilir...

Kitaplar dünyası da bu duyguyu yaşatır insana. Bu öylesine bir dünya ki, ilk hücreyi duyumsadığın an’a kadar gidebileceğini hissedersin... Özünde yatan ise duygular, kurgular ve düşünce dünyasında bir gezintidir aslında...

Harfler, kelimeler uçuşur gözlerinin önünden. Bazen yakalarken bazılarını, bazen de uçup giderler elinden...Tüm canlılar varlık olarak hep anlaşılmak, kendini anlaşılır kılmak, göstermek istememişler midir?.. Tıpkı bir Çin atasözünde olduğu gibi “Kuşlar bile dostları duyabilsin diye öterler..!” denir ya böyle birşey...

Bu anlaşılma arayışı, varlığını daha anlamlı kılma, kendisiyle barışık olma dürtüsünden gelir... Bir diğer değişle “xwebûn” yani “kendisi olabilme” anlamına da gelir... Bir söz, bir davranış, bir şarkı, bir sanat, bir eylem xwebûn olmaya yardımcı olabilir...

Kitaplar da bu arayışın yol arkadaşıdır. Bir kılavuz, rehber misali...

Bir kitap cennetine gittik

Rojava’nın Qamişlo şehrinde 20-25 Temmuz 2019 tarihleri arasında Rojava 3.Herekol Kitap Fuarı, Sergisi (3.Herekol Pêşengeha Pirtukan a Rojava) gerçekleşti... Birçok insan ziyaret etti fuarı. Hep gülen, gülümseyen kadınlı erkekli, aydın, yazar, öğrenci gruplarının yoğun ziyaretleri vardı...

Herkes birbirini tanır gibiydi. Dostça, yoldaşça bir selam vermek için bakıyordu gözler. Herkesi birleştiren ortak konu kitaplardı tabi ki!...

Bu kitap cennetinde, hele bu kadar Kürtçe kitap görmek çok bambaşka bir duyguydu... Soykırım kıskacındaki Kürtlerin dili Kürtçenin düşünce ve yazım dili olması kendi başına bir devrim niteliğindedir... Çünkü T.C’de Şark Islahat Planı 1925’te yürürlüğe girmesiyle kültürel soykırım resmileştirildi. Kürtçe konuşana para cezası veriliyordu. Musa Anter’in “Birîna Reş” kitabında vurgulanan da budur aslında... Birîna Reş yani derin (siyah) yara yıllarca yasaklarla derinleşti, kanadı, kangrenleşti...

‘90’lı yıllarda bir Kürtçe kitap kolayca bulunamazdı, bulunduğunda da doğru cezaevine... Aslında bu Kürtçe karşıtlığı İslamiyetin yayılış dönemlerine kadar gider. 1990 yılında azınlık dillerin geleceğine dair bir panel vardı. Kürt bilgesi Musa Anter konuşmacılardan biriydi...

“İslâm orduları Amed’e girdiklerinde askerler 3 gün boyunca Kürtlerin kütüphanesindeki kitapları yakarak su ısıtıp banyolarını yaptılar!…” derken aslında bu kültürel soykırıma dikkat çekmişti... İslam orduları Araplaştırma politikalarını müslüman olmayan tüm halklara yönelik yürütüyordu... Son yüzyılda İran, Irak ve Suriye ulus devletleri de 1921 Kahire Konferansı kararlarınca Kürt kimliğini tanımadılar.

Dil, bir toplumun ortak hafızası, zihniyeti, tarihi, sosyolojisi hakkında çok güçlü veriler sunar... Yani bir dilin yaşatılması bir canlının nefes alması gibidir.  Konuşmanın yazıya dökülmesi ise tarihsel topluma kalan bir mirastır. Hele bu dil Kürtçe gibi kadim Aryen dil grubunda, fakat inkar edilen, yok sayılan bir dilse! Bu anlamda kitaplar belgedir, dökümandır, mirastır...

Fuarda Kürtçe’nin yanı sıra Arapça, İngilizce, Türkçe, Fransızca ve farklı dillerden kitaplar da vardı... Kürt Halkı için yıllarca zindanlarda kalan İsmail Beşikçi Hoca’nın kitaplarını görmek ise apayrı bir duyguydu. Üstelik de kitaplarını Kürtçe’ye çevrilmiş haliyle görmenin şaşkınlığı ve sevinci içiçe geçti...

Çünkü özgür Kürt tarihinde onurlu yerini aldı İsmail Hoca. Yıllarca zindanlarda direndi, Kürt halkının hakikatini savundu mahkemelerde... Tıpkı Kürt bilgesi Musa Anter gibi...

İki aydının kitapları yanyana...

Hem de özgür Rojava topraklarında... Çağdaş Kürt liderleri ve şair ve dengbêjlerin kitapları tarihte yolculuğa çıkardı bizi...

Seyda Cegerxwîn’in kitap seti rengarenkliğiyle içeriğini anlatıyordu detaylı... Şakiro’nun “Dengbêj” kitabı bir kez daha hafızasına hayran kalmamızı sağladı...

Tabi en son İzmir’deki yaşam savaşı da geldi aklımıza. Araştırma, roman, hikaye, şiir her türden kitap vardı. Çok demokratik bir sergiydi. Çocuk kitapları da çiçekler gibi serpilmişti standlara. Çocuklar da vardı ziyaretçiler arasında. Ezilmemeye çalışarak bakıyorlardı kitaplara...

İlginç bir anekdot daha belirtelim. Avrupa’dan bir ziyaretçi Süryani stadının önünde durup bir kitabı istedi. Satıcı kitabın tek bir nüshası olduğunu söyledi. Ziyaretçi bir arkadaşının Amerika’dan bunu istediğini söylese de faydası yoktu. Alamadı kitabı...

Amerika’dan buraya bir talep... Aslında herkes köklerini burada arıyor bir nevi değil mi?...

Kürt halkı, kırk yıldır Serok Öcalan öncülüğünde büyük bir rönesans, aydınlanma yaşıyor... Öncesinde soykırımların etkisiyle jandarmanın postalından, gölgesinden dahi korkarken, Özgürlük Hareketiyle beraber devrim sürecine girildi... Yaşanan acıların güce dönüşmesiyle büyük Kürt uyanışı gerçekleşti... Sonsuzluğa yolculanan her kadın erkek yiğit yoldaş özgür Kürt, özgür kadın, özgür insan kimliğinin kilometre taşları oldular... Belki bazı yoldaşların okuma yazması dahi yoktu. Nöbet listeleri yoluyla öğrendiler, defter niyetine ağaç yapraklarını kullandılar...

Fakat hakikat tarihini hafızalarına, yüreklerine kazıdılar... Kanlarıyla yazdılar Kürdün özgürlük tarihini... Anlam denizinde birer damla oldular... Günlük namına yazdıkları anekdotlar dünya klasiklerine eşdeğer bir niteliğe kavuştu...

Şehit Bêrîtan’ın, Şehit Şerwan Sason’un günlükleri, Şehit Nurhak’ın “Nurhak’tan Gabar”a kitabı, yoldaşların Karadeniz Günlükleri ve daha onlarca kitap birer gerilla klasiği oldular... Xelil Dağ (Uysal) ise dağlı insanların destanını yazdı... Keşke böylesi günleri görselerdi. Ne kadar da mutlu olurlardı kim bilir…

Kuşkusuz hepsinin temeli Serok Apo’nun yüzlerle ifade edilen çözümleme ve araştırma kitaplarına dayanmakta... Mevcut durumda da İmralı esaret koşullarında dahi hiç sönmeyen bir ışık huzmesi gibi aydınlatmaya devam ediyor... Kapitalist modernite cüceleştirir insana dair ne varsa... Serok Apo’nun demokratik modernite paradigması ise yüceltir insanlık namına tüm değerleri... Ve şu anda da Ortadoğu kökenli tüm insanlık kördüğümünün çözülmesi bu paradigmanın anlaşılmasına bağlıdır...

Kürtler aydınlanıyor. Ortadoğu halkları aydınlanıyor. Demokratik modernitenin inşasında politik ahlaki görevlerin yanı sıra entelektüel görevlere de çok önem vermek gerekiyor...

Serok Apo’nun da dediği gibi ‘okumak’ gerekiyor... Hantallaşan sömürge tipi insanı aşmanın bir yolu da okumaktan geçiyor... Tabi okumak yetmiyor. Teoriyle pratiği birleştirmek okumayı anlamı kılabilir...

Standların önünde merakla, bu kitap denizinde kulaç atmak ne kadar da büyük bir coşkuydu... Hele kuşbakışı yukardan bakmak daha da güzeldi... Tek sorun paha biçilmez olan bu kitapların fiyatlarıydı. Kimi yayınevleri cüzi kimisi de çok pahalıya veriyorlardı... Keşke kitapların fiyat etiketleri olmasaydı diyoruz kendi aramızda...

Kürtler hiç govendsız kalır mıydı? Fuara gittiğim her iki gün de halaya durdu ziyaretçiler... Ama bu seferki kitapların coşkusu, aydınlanmanın halayıydı tutulan...

Hiç bitmesini istemediğimiz Özgürlük halayı... Hep bu an’ı beklediğimiz anlardan biri... Nice kitaplı günlere...

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.