AZAD METE: Darağacından seslenen Julius Fuçik

“...insanın düşüncelerini hazır ol vaziyette
durmaya kim zorlayabilir ki?”
1943 yılının ilkbaharında, Prag’da eski Petchek bankası binasının duvarları sararmış, art arda sıralanmış altı uzun sırası ile bir sinema salonunu andıran odasında, bakışları hemen karşılarındaki duvara çivilenmiş, hazır ol vaziyette oturan ve sorgu sırasının kendisine gelmesini bekleyen insanlar arasından birinin hikayesi bu… Julius Fuçik’in…. Bir edebiyat eleştirmeni, bir gazeteci ve bir militan olan Fuçik’in…
Julius Fuçik 23 Şubat 1903’te Prag’da doğar. Prag Üniversitesinde, sanat, edebiyat ve müzik eğitimi görür. Henüz öğrencilik yıllarında bir yandan yazarlık yaparken diğer yandan siyasal çalışmalarda bulunur. Komünist Öğrenci Birliğinin öncüleri arasında da yer alan Fuçik, 1929’da Trovba (Yaratım) dergisinde hem baş editörlük hem yazarlık yapar. Ardından Çekoslovakya Komünist Partisinin yayın organı olan Rude Pravo‘da (Kızıl Haklar) editörlük ve yazarlık yapar. Kültürel ve siyasal konular üzerine yazdığı makaleler, edebiyat ve tiyatro üzerine inceleme ve eleştiri yazıları, Kmen, Prazen, Proletkult, Doba, Sosyalist Avangard ve daha birçok edebiyat ve siyaset dergi ve gazetesinde yayınlanır.
Fuçik, 2 kez gizli yollarla Sovyetler Birliği’ne gider; kısa süreli ilk ziyaretini 1930’da, 2 yıl kalacağı ikinci ziyaretini ise 1934’te yapar. Bu ziyaretlerine dair gözlemleri çeşitli yayın organlarında yayınlanır. Çekoslovakya’nın Nazi Almanya’sı tarafından işgal edildiği günlerde ise Çekoslovakya’dan ayrılmaz, çalışmalarını illegal yürütür. Bütün zamanını yazılarına ve yeraltına çekilen parti faaliyetlerini örgütlemeye verir. Bu dönemde kaleme aldığı “Bakan Goebbels’e açık mektup” ve “Biz hepimiz Hitler’e karşı savaş halindeyiz” adlı yazıları birçok çevrede ses getirir ve umut kaynağı olur.
Yeraltı hareketinin liderlerinden biri olarak 24 Nisan 1942’de yoldaşları ile bir buluşmadayken Gestapo tarafından yakalanır ve ömrünün son 18 ayını idamı bekleyerek cezaevinde geçirir.
“İnsanların gözlerini açmaları için kaç yüzyıl gerek?
İleriye giden yolda insanlık kaç bin hapishane
hücresi aşındırmış? Ve daha kaç bin tanesini
aşındırması gerek?”
Julius Fuçik, yakalandığında türlü işkencelerle karşılaşacağını bilir, bir süre sonra idam edileceğini de. Fakat karamsarlığa düşmeden, her türlü işkenceye karşın asla konuşmayacağından emin olarak direnir. Tutuklandığı 24 Nisan 1942’den idam edildiği 8 Eylül 1943 gününe kadar Nazi vahşetinin tüm işkence ve aşağılama yöntemlerine karşın direnir ve asla teslim olmaz.
Birçok yoldaşı Fuçik ile aynı cezaevindedir. Yine eşi de aynı cezaevinde bir kat altta ve birkaç numara ileride bir hücrede kalır. Eşi Augustina, uzun süre Fuçik’in öldürüldüğünü sanır. Bir kez intihar ettiğini, bir kez de idam edildiğini duysa da daha sonra henüz yaşadığını öğrenir ve bir kez de görüşürler. Polis şefi, ikisini bir hücrede bir araya getirerek Augustina’dan Fuçik’i ikna etmesini ister ve aksi halde her ikisinin de kurşuna dizileceğini söyler. Augustina ise, bunun bir tehdit olmadığını, hatta en büyük isteği olduğunu söyleyerek talebi reddeder. Fuçik, notlarında bu görüşme anına yer verir ve “veda etmemize bile izin vermediler” der.
Fuçik, Nazi vahşetine karşın en büyük tutkusu olan yazmaya cezaevinde de devam eder. Cezaevinde tanıştığı A. Kolinski, Fuçik’in hücresine kalem ve kağıt getirir, daha sonra numaralandırılmış kağıtları tek tek dışarı çıkararak güvenebileceği kişilerce saklanmasını sağlar. Hitler Almanya’sının Mayıs 1945’teki yenilgisi sonrası serbest kalan Augustina Fuçik, eşi Julius Fuçik’in Pankarts Hapishanesi’nde notlar yazdığını öğrenir. Önce gardiyan Kolinski’ye, ardından da notlara ulaşır ve Julius Fuçik’in ölümünden iki yıl sonra Darağacından Notlar (reportaz psana na opratçe) adı ile kitaplaştırır. Augustina Fuçik’in deyimi ile “darağacından notlar”, Julius Fuçik’in hayatı boyunca sürdürdüğü çalışmaların son bölümüdür.
“ve tekrarlıyorum
biz mutluluk uğruna yaşadık.
Bu uğurda savaştık. Bu uğurda ölüyoruz.
Hüzün hiçbir zaman adımızla anılmasın”
Fuçik, bir yandan idamı beklerken, diğer yandan işkencenin kan içinde bıraktığı parmakları ile kalemini kavrar ve ağır işkence sebebi ile yazma yetisini kaybettiği anlar dışında, her fırsatta yazmaya devam eder. Fuçik, notlarında en acımasız koşullarda bile geleceğe olan inancını ve umudunu nasıl koruduğunu anlatır.
Fuçik, bir işkence merkezinde koridorda karşılaştığı yoldaşı ile sadece bakışlar ile nasıl konuştuklarını, her gün iki dilim ekmek veren Sporepa yoldaşın, 1 Mayıs’ı kutlamak için üç dilim verişini, ıslıklarla söyledikleri şarkıların duvarları nasıl aştığını, 1 Mayıs günü bahçedeki sabah jimnastiğinde gardiyanlara belli etmeden orak-çekiç şeklinde nasıl ekin biçme hareketleri yaptıklarını, haftanın bir günü dağıtılan bozuk sebzeden ve salça suyundan ibaret yemeğe tas kebap muamelesi yapışlarını, işkenceye götürülen hücre arkadaşının göze uyku girmeden sabaha kadar nasıl beklendiğini hep aynı umut, iyimserlik ve yer yer esprili bir dil ile anlatır.
Fuçik’in son çalışması olan Darağacından Notlar kitabının önsözünü yazan James Aldridge’nin de dediği gibi, özünde bu yazılar hiç de darağacından notlar değildir. Bir işkence merkezi olan, sinema salonu olarak anılan Petchek binasında başlayan Fuçik’in hikayesi, işkence bekleme salonlarından, sedye üzerinde aşılan cezaevi koridorlarından, hücrelerden geçerek yazılmışsa da, Fuçik asla karanlığa ve hüzne kapılmamış, acılarını anlatmak yerine, yaşama sevincini ve umudunu anlatmıştır.
Fuçik’in 9 Haziran 1943 tarihli notu şöyle biter:
“Benim oyunum da sona yaklaşıyor. O sonu yazmayacağım, çünkü nasıl olacağını bilmiyorum henüz. Bu, artık oyun değil hayatın ta kendisi. Gerçek hayatta seyirci yoktur: herkes katılır hayata.
Son sahnenin perdesi açıldı.
Dostlarım, hepinizi sevdim.
Nöbeti teslim ediyorum!”
8 Eylül 1943’te Plötzensee’de idam edilir.
