AZİZ OÐUR: Doğru söylüyorsun Seyda!.. Bu halk gemileri yakmış


Yaşamın herhangi bir kavşağında yollarımızın kesiştiği insanlar vardır; ömür boyu üzerimizde iz bırakacak. Mele Abdulvahap Barış da yolunun kesiştiği her insan üzerinde iz bırakan bir Kürt bilgesiydi. Gerek Kürdistan’da imamlık yaptığı dönemde, gerek sürgünde yaşadığı yıllarda dik durmayı başarmış; ilimini, bilgisini ezilen halkının hizmetine koymuş bir Kürt mele olarak yaşadı. Ölümüne doğruyu savunan, bedeli ne olursa olsun inancına bağlı kalan ve eğilmeden, sağa sola bükülmeden, egemene, iktidara ve onların tetikçilerine aldırmadan yurtseverliğinin gereklerini tavizsiz bir şekilde yerine getiren, kişiliğinden ötürü düşmanının da dostu gibi saygıyla andığı bir Kürt kişiliği olmayı başardı.
Ezilen halkın, sömürülenlerin aydını, alimi nasıl olmalı sorusunun yanıtı oldu yaşam pratiğiyle Mele Abdulvahap. İktidarın, sömürgecilerin sunduğu rantı elinin tersiyle itebilecek bir basiret, din istismarcısı kontra örgütlenmelerine karşı direnerek ölümü göze alacak kadar da cesaret sahibiydi. Şüphesiz basiret ve cesaretini de çok bilmesinden, çok okumasından ve ermişliğinden alırdı.
Ben de yolu defalarca Mele Abdulvahap ile kesişen şanslı insanlardan biriyim. O kadar doluydu ki kendisiye paylaşılan zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı insan.
İlk görüşte bilgeliğini ele veren nur yüzü, ak sakalları ve kalın gözlük camları olurdu. Güleç yüzü, yumuşak mizacı, mütevaziliği ve hoş sohbetiyle cezbederdi karşısındakini.
Okuduğu ilim ve irfanı günümüze uyarlamış, dogmatizmin duvarlarını parçalamış, modern ilimleri incelemiş, içselleştirmişti. İslam felsefesi ve tarihi ile çağdaş ilimlerin harmanlanmasından oluşturduğu sentezle çok sade, anlaşılır bir şekilde aktarırdı düşüncelerini. Çok büyük bir hatipti. Cemaate, topluluğa seslendiğinde yaptığı konuşmanın içeriği, kullandığı argümanlar, referans aldığı tarihsel ve bilimsel veriler kadar ses tonu, hitabeti ile dinleyicilerini büyülerdi adeta.
2005 yılında Frankfurt Havaalanı’ndan Kürdistan dağlarına yolculuk edecektim. Havaalanında karşılaştık ve aynı uçakla Hewlêr’e uçacağımızı öğrendik. Heyecandan, sevinçten içi içine sığmıyordu. Medya Savunma Alanları’nda özgürlük savaşçılarıyla buluşması, onlarla aynı mekanda yaşaması ve özgür dağların havasını soluması, katıldığı sohbetlerde ve yaşamın her anında duyduğu mutluluk yüzüne yansıyordu.
Gerilla terzihanesinde onun için dikilen elbiseyi giydiğinde Apê Abdulvahap gitmiş, filinta gibi bir gerilla gelmişti sanki. Çocukluğundan beri aşina olduğu dağlarla buluşmuş ve hemen uyum sağlamıştı. Spor ayakkabısı, gerilla elbisesi ve elinde bastonuyla özgür dağlara kendini vurmuş bir derviş, bir ermiş ve tüm ömrünü orda geçirmiş bir dağlı gibi görünüyordu.
Kongrenin yapıldığı çadıra yakın bir yer ayrılmıştı onlar için. Fırsat buldukça ziyaretlerine gider, sohbet ederdik. “Yorulmayalım, zorlanmayalım diye arkadaşlar en yakın yeri bize tesis etmiş. Emekliler mangasıdır bizimki“ diye takılıyordu manga arkadaşlarına.
Örgüte dayatılan tasfiyecilik etkisiz hale getirilmiş özgür irade galip gelmişti. O zorlu badirelerin atlatıldığını ve özgürlük mücadelesinin her zamankinden daha güçlü olduğunu gördüğünde rahatlamıştı.
Yine Mexmûr’da bir süre kalmış ve başta eğitim olmak üzere oradaki yaşamı incelemişti. Avrupa’ya dönmeden önce Mexmûr’daki eğitim sistemi üzerine belgesel çekimi yapıyorduk. Mele Abdulvahap da okulda derslere giriyor, seminerler veriyor ve öğrencilerle sohbet ediyordu. ‘Kürdistan seyahatin nasıl geçti Seyda’ diye sorduğumda, “Gelip burada herşeyi birebir görmek, yaşamak ve kavramak çok önemliydi benim için. Çok mutluyum ve görüyorum ki Kürtler olarak hayal bile edemediğimiz birçok şeyi elde etmişiz“ dedi.
2006’da gerçekleşen KONGRA GEL Genel Kurulu’na da delege olarak katılmıştı. Büyüleyici ses tonu, güçlü hitabeti ve içinden geçilen dönemin sorunlarına getirdiği çözüm önerileriyle tartışmalara büyük katkı sundu ve ön açıcı oldu. AKP iktidarı ve onun yerel işbirlikçilerinin İslamı istismar ederek Kürt toplumuna karşı yürüttükleri özel savaşa karşı yapılması gerekenler konusunda detaylı görüşler sundu.
Kongrenin yapıldığı 2006 baharında Türk devleti yüzbinlerle ifade edilen bir gücü sınıra yığmıştı. Yapılan tartışmalarda saldırı planlarının boşa çıkarılması ve hazırlıklar da değerlendiriliyordu. Saldırı ihtimaline karşı tartışmaların hızlandırılması ve tasarıların oluşturulan komisyonlar üzerinden kararlaştırılması önerisi yapıldı. Mele Abdulvahap o gündem tartışılırken söz aldı ve şöyle konuştu: “İstanbul fethedileceği dönemde Hıristiyan din adamları ‘Melekler dişi mi, erkek mi’ tartışmasını yapıyordu. Bu tartışmayı sürdürürken baktılar ki İstanbul elden gitmiş. Biz de gereğinden fazla tartışmayı yapmayalım ve bir an önce herkes kendi görev alanına dönsün.
Türk devletinin sınıra yüzbinlerce asker yığdığı söyleniyor. Bu vesile ile size tarihi bir olay anlatayım. Ünlü Emevi komutanı Tarık bin Ziyad kumandasındaki 10 bin kişilik ordu, şimdiki adıyla Cebelitarık Boğazı’ndan (Tarık bin Ziyad’dan adını alan Tarık Dağı) gemilerle İspanya’ya geçmiş. O sırada İspanya kralının yüz bin kişilik devasa ordusuyla üzerlerine doğru geldiğine dair haberler yayılmış asker arasında. Tarık bin Ziyad, askerlerinin korku duymaya başladığını fark edince hepsini yüksekçe bir tepeye çıkarmış. Arkalarında kalan birkaç askere de geldikleri gemileri yakmalarını emretmiş. Tarık bin Ziyad, şaşkınlık içindeki askerleri ile birlikte gemilerin alev alev yanışını izlemiş. Sonra da gür sesiyle onlara hitap etmiş: 'Askerlerim! Artık bizim için geri dönmek imkânsızdır. Önünüz düşman, arkanız denizle çevrili bulunuyor. Direnmekten başka şansınız yok. Canınızı kılıçlarınızla kurtarmaktan başka bir şey yapamazsınız. Kısa bir süre derde ve güçlüğe katlanmayı göze alırsanız uzun süre rahat edersiniz.’ Tarık bin Ziyad’ın 10 bin kişilik ordusu, 100 bin kişilik İspanya ordusunu yendi ve Toledo’ya kadar ilerleyerek 4 yüz yıllık muhteşem Endülüs medeniyetinin temellerini attı. Bizim de etrafımız düşman ve hem teknik olarak hem de sayı olarak bizden çok fazlalar ancak bilmedikleri bir şey var; Kürt halkı olarak biz gemileri yakmışız ve direnmekten, kazanmaktan başka da seçeneğimiz yok.“
Frankfurt derneğinde seni Kürdistan’a uğurlamak için düzenlenen cenaze merasiminde o konuşmalarını adeta yeniden dinliyor gibiydim. Ve içimden doğru söylüyorsun Seyda..! Bu halk gemileri yakmış. Gözün arkada kalmasın, zaferden başka seçeneğimiz yok, dedim.
