Babai isyanı bir gelenek yarattı

Haberleri —

Selçuklu hükümdarı 1. Alâeddin Keykûbat’ın iktidarından önce ortak mülkiyet olan topraklar, 1230’dan sonra yerini peyder pey özel mülkiyete bırakır. Özel mükiyet, toplumda rahatsızlığı arttırır ve ilişkileri bozmaya başlar. Bu bozulmadan kaynaklı köylerde özel mülkiyete sahip toprak ağalığı oluşmaya başlar. Toprak ağaları köylüleri ırgat olarak kullandığı gibi, köylülerle devlet arasında da aracı bir sınıf gibi işlemeye başlar. Bu da doğal olarak Türkmenler ve diğer halkların günlük yaşantısını etkilediği gibi, ekonomik anlamda sıkıntılar yaşamalarına neden olur. Yaşanan bu sorunlar Sultan 1. Alaeddin’in ölümüyle beraber daha da katmerleşir.  

1. Alaeddin 1237 yılında ölünce yerine oğlu Kılıç Arslan’ın hükümdar olması beklenirken, başta Sadeddin Köpek olmak üzere bazı komutanların baskısı üzerine aynı yıl 2. Giyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına çıkar.
2. Gıyâseddin zamanında, Türkmenler üzerindeki baskılar daha da fazlalaşır. Bütün zamanını av partileri, içki meclisleri ve eğlenceye veren Sultan, devlet işlerinden elini çekerek, yönetimi veziri Sadeddin Köpek’e bırakır. Devleti istedikleri gibi yöneten vezir ve çevresi, yüksek mevkilere rüşvet karşılığında istediklerini yerleştirirler. Devlet içinde yaşanan bu başıboşluktan yararlanan vergi memurları, yüksek vergi adı altında toprak sahiplerini haraca bağlar. Devletin boşalan hazinesi bu şekilde doldurulmaya çalışılır. Toprak ağaları sultana verdikleri bu vergilerin acısını, durumları gittikçe kötüleşen köylülerin topraklarına el koyarak ziyadesiyle çıkarırlar. Bununla da yetinmeyen toprak ağaları ve beyler, devletin kendilerini aşağılaması gibi onlar da köylüleri aşağılarlar.
Sınıflaşma gittikçe derinleşmektedir. Köylülerin, uygulanan bu zorbalık karşısında devlete yaptıkları şikayetler sonuçsuz kaldığı gibi, devlet memurları ağa ve beylerin yanında yer alıp, Türkmenleri dışlar. Toprakları ellerinden alınmasından dolayı, hayvanlarını otlatacak mera ve kışı geçirecek yer bulmada oldukça zorlanırlar. Geçimlerini sürdüremez duruma gelen Türkmenler, kimi zaman yolları üzerinde bulunan köy, kasaba ve şehirleri yağmalar, bu da şehirli Türkler ile Türkmenler arasında, sosyal anlamda bir ayrışmayı beraberinde getirir. Şehirli Türkler, Türkmenler için “zorba Türkler, pis Türkler ve isyancı, dinsiz Türkler” gibi hakaretler ederken, Türkmenler de onlar için, “Etrak-ı Bê İdrak” (Akılsız Türkler) ya da “Havaric” (Dışarılıklı) gibi hakaretler ederek, aralarında yaşanan kin ve nefreti gösterirler.

Aşağılanma ve dışlanmaya tepki

Bununla beraber Selçuklu devleti, devlet işlerinde Farsları (İranlı) tercih eder ve Şehirli Türklerin düşüncelerini paylaşır. Devlet bürokrasisinin üst kademelerine getirilen İranlılar, Türkmenleri hor görerek, onlara karşı oldukça kötü davranırlar. Devlet nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Türkmenler, kendilerini dışlanmış hissederler. Kendi komünal ve özgür yaşam kültürünün anlam dünyası içinde yeri olmayan Selçuklu devletinin zorbalığa, sömürüye ve talana dayalı yaşam kültürü ile idare tarzı, Türkmenlerde ciddi rahatsızlıklara yol açar. Bir taraftan şehirli Türklerin kendilerine karşı aşağılayıcı yaklaşımları, diğer taraftan devletin kötü yönetimi ve yöneticilerin egemen yaklaşımları Türkmenleri isyana sürükler.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan buna ilişkin, “Zor yaşam koşulları, baskı ve sömürü Türkmenleri sürekli isyana sevk etmiştir. Sultan Sancar’ı kafese koyup yanlarında taşımaları, Alevileşerek iktidar Sünniliğinden kopmaları, çok sayıda tarikat kurarak sivil toplumu (Ahmed Yesevi’den Mevlana’ya, Baba İshak’tan Şeyh Bedreddin’e, Pir Sultan Abdal’dan Şah İsmail’e, Celali ayaklanmalarından esnaf ayaklanmalarına) geliştirmeleri ve bu uğurda ayaklanmaları bu konuda önemli örnekler olarak gösterilebilir. Kendi direniş kültürlerini Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu söylemlerinde destansı tarzda sergilemişlerdir. İktidarın Farsça ile Arapça karışımı ucube diline karşı Türkçenin arılığını da yine Türkmenler korumuştur. Ortadoğu halklarıyla dostça yaşamışlar, gönüllü iç içe yaşamaktan çekinmemişlerdir” der.(7)

Propaganda ve örgütlenme dönemi

İşte tam da bu sosyal, siyasal ve ekonomik toplumsal sorunlara çözüm olmak için, Babailer (Baba İlyas ve Baba İshak) başta Kürdistan’ın Kuzeyi olmak üzere, Anadolu içlerine kadar kendilerini örgütlemeye başlarlar. Zaten bu isyanla ilgili yapılan araştırmalar da, isyanın anlık bir patlama olmadığını, daha öncesinden geniş bir örgütlenme ve propaganda çalışması yapıldığını ortaya koymaktadır.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre Babailer propaganda ve örgütlenme çalışmalarını iki bölgede ve daha çok da Alevi inançlı göçebe ve yerleşik köylüler arasında yürütmüşlerdir. Bunlardan birincisi; Baba İlyas’ın kendi zaviyesinin olduğu Amasya, Tokat, Çorum, Sivas ve Yozgat bölgesidir.
İkincisi ise Baba İshak’ın bölgesi olan Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Maraş, Elbistan, Malatya, Kefersud ve Rojava (Kuzey Suriye) bölgeleridir.
Propaganda çok bilinçli bir şekilde yürütülür. En çok üzerinde durulan noktalar şunlardır; Sultanın zevk ve eğlence düşkünü bir sefih ve zalim olması ile devlet yetkililerinin ahaliye zulüm etmesidir. Buna karşı Baba İlyas’ın Allah tarafından görevlendirildiği ve zalimlerle yapılacak bu mücadelede zaferin kendisine nasip olacağı telkin edilir. Babaileri temsil eden simge Baba İshak’ın başına taktığı kızıl börküdür. Bunun halka güven verdiğine inanılmaktadır. Bu propaganda sadece Aleviler arasında değil, aynı zamanda Sünni ve gayri Müslim kitleler arasında da sürdürülmüştür.
1. Alevi inançlı kitlelere yönelik; Baba İlyas’ın kurtarıcılığı altında ayağa kalkarak, kötüler ve zalimleri yok edip, yeni, eşit ve özgür bir düzenin sağlanacağı,
2. Sünni kesime dönük; Sultanın Sünni bir Müslüman olmasına rağmen, Hz. Muhammed’in şeriat koşullarını yerine getirmediği, içki ve yoz yaşamdan başka bir iş yapmadığı, bundan dolayı da dinden çıktığı,
3. Gayri Müslimlere yönelik ise; Toprak ağaları ve beylerin ellerinden alınacak toprak, hayvan ve elde edilecek diğer ganimetlerin başkaldırıya katılan kim olursa olsun ayrım yapılmaksızın eşit bir şekilde dağıtılacağı, propagandası yoğun bir şekilde işlenerek, isyana herkesi katma amaçlanır.  

Hacı Bektaş’ın Rum diyarında...

Propaganda çalışmalarına Hacı Bektaşı Veli’de katılır. Kayseri ve Eskişehir çevresinde özellikle de Rumlar içinde çalışma yaptığı kimi kaynaklarda dile gelir. Burada Rumların gözcüsü olan Karaca Ahmet himayesi altında 57 bin insanı temsilen erenler toplantı yapmaktadır. Hacı Bektaşı Veli bu toplantıya katılarak, Rum diyarındaki erenleri kendi saflarına katmak için onları ikna etmeye çalışır. Bundan sonrasını Dr. İsmail Kaygusuz şöyle dile getirir: “Hacı Bektaş’ın Rum’daki erenleri ziyarete gelişinin ana amacı, Karaca Ahmed Sultan’ın 57 bin müridiyle, yani kendisine candan bağlı 57 bin kişilik gücüyle, Baba Resul’un Suriye ve Anadolu’da her kavimden ve her dinden edinmiş olduğu 72 bin müridi, yani bu denli insan gücünü birleştirmenin yollarını aramaktı.”(8) Yine aynı kaynak tarafından Hacı Bektaş’ın Rum diyarına Baba İlyas tarafından elçi olarak gönderildiği yazmaktadır.
Osmanlı tarih yazıcılarının Karaca Ahmed’in Babai olduğunda hemfikir olmalarından dolayı, Karaca Ahmed’in 57 bin Rum ereni ile birlikte bu mücadeleye katıldığını anlıyoruz. Karaca Ahmed’in kişilik olarak bilgili, görgülü, inançlı ve ikna kabiliyeti olan bir kişilik olmasından dolayı, 57 bin Rumlu erenler topluluğunu kendisine bağladığını ve peşinden sürükleyebildiğini anlayabiliyoruz. Bununla beraber Karaca Ahmed’in Horosan şahlarından birinin oğlu olması, Anadolu’nun (Rumun) batısının kendisinden sorulması ve aynı zamanda bir hekim olması da bunda etkilidir. Hatta kimi araştırmacılar tarafından (Dr. İsmail Kaygusuz) rakip bir önder tehlikesinin olmasından dolayı, Hacı Bektaş’ın devreye sokulduğu dile getirilir. Fakat bu bir yorumun ötesine gitmemektedir.
Yaygınlaşan ve büyüyen bu propaganda ve örgütlenme çalışmalarıyla beraber, hareketin adı neredeyse her tarafta duyulur, anılır ve konuşulur olmuştur. Sevenleri her gün biraz daha artan Babailer, başkaldırının geleceği günü büyük bir heyecanla bekler.

İsyanın başlaması ve ilerleyişi

Babailerin amaçlarına gönül veren yoldaşları başkaldırının geleceği günü beklerken, Selçuklu Sultanı 2. Giyaseddin yaşanan gelişmelerden haberdar olur. Elvan Çelebi’ye göre, isyan hazırlıkları Çat Köyü’nde kadılık yapan ve Baba İlyas’ı sevmeyen Köre Kadı tarafından ihbar edilmiştir. Rivayete göre Köre Kadı, Baba İlyas’ın atını ister. Fakat Baba İlyas atı vermeyince, o da yaşananları gidip Sultana ihbar eder.
İsyanı başlamadan bitirmek isteyen Sultan, Baba İlyas’ın dergahının bulunduğu Amasya’ya beylerini ve bir süvari birliğini gönderir. Herhangi bir kaynakta isyanın başlayacağı tarihe ilişkin bir bilgi olmasa da, hazırlık aşaması ve propaganda safhasının bitmediği de yapılan araştırmaların ortak noktasıdır. Sultanın kendi üzerine gönderdiği birlik ve beyleri haber alan Baba İlyas, önce bir grup yoldaşı ile birlikte Haraşna (Amasya) Kalesine sığınır ve savunma hazırlıkları yapmaya başlar. Daha sonra da Kürdistan’ın kuzeyinde bulunan Baba İshak’a haberci yollayarak, durumdan haberdar olmasını sağlar.  
Bunun haberini alan Baba İshak, 1 Ağustos 1240 tarihinde, Sultanın bir vergi memurunun kendisine yaptığı haksızlığı bahane ederek Türkmen, Kürt, Ermeni, Rum ve diğer yöre halklarından oluşan ordusuyla ilk önce Kefersûd’u (Atatürk Barajı ile birlikte Fırat nehri altında kalan eski Samsat dolaylarıdır) ele geçirir. Baba İshak’ın ordusu içinde kadın – erkek, yaşlı – genç eli silah tutan herkes yer alır. Kefersud’dan sonra sırasıyla Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Besni, Gerger ve Kahta’yı ele geçirerek, Malatya’ya doğru ilerler. Selçuklu askerleri ve bir kısım Hıristiyan halktan topladığı kuvvetlerle, Baba İshak’a karşı koymak isteyen Malatya valisi Muzaffereddin Alişir yaptığı her iki savaşı da kaybeder. Elbistan dolaylarında gerçekleştirilen savaş sonrasında Baba İshak, yeni katılımlarla beraber ordusunu daha da büyüterek yoluna devam eder. Babai ordusunu tanımlayan özellikler, savaşa katılanların siyah elbiseli (libaslı), kızıl başlıklı (börklü) ve ayakları çarıklı olmalarıdır.
Amasya’ya doğru engellenemez bir biçimde ilerleyen Baba İshak, Sivas’ı alır. Sivas İğdişbaşısı (Selçuklular’da, farklı ırklardan olan kişilere “iğdiş” derlerdi. Anne veya babası Türk olmayan Müslümanlar da bu şekilde adlandırılırdı. İğdişler kentin ileri gelenleri içinde yer alınca, özel müfrezeler oluşturmuşlardı. Bu müfrezelerin başlarına, genellikle de yerli halktan Müslüman olmuş birinin oğlu getirilirdi. Bu kimselere “iğdiş başı” ya da “mer-i eğadişe” denirdi.) Hüremşah ve diğer birçok bey öldürülür. Baba İshak’ın bu başarısı karşısında tıpkı Malatya ve çevresinde olduğu gibi, Sivas çevresinde yaşayan Karaman ve Canik ile Sinop dolaylarında yaşayan Çepni Türkmenleri de isyana katılırlar. Tokat’ı da alan Babailer Amasya bölgesine girerler.

Baba İlyas’ın direnişi

Bunu habere alan 2. Giyaseddin başkent Konya’yı terk ederek Kubadabat’a çekilir (Konya’nın Beyşehir ilçesinde, bugünkü Göl Kaya köyünün sınırlarında bir yer). Fakat Hacı Mubarızüddin Armağanşah komutasında büyük bir orduyu da Amasya’ya gönderir. Armağanşah, Babai kuvvetleri Amasya’ya gelmeden önce, Baba İlyas’ı yakalamak niyetindedir. Çünkü yoldaşları Baba İlyas’ı Peygamber olarak görmekte ve üzerlerindeki ciddi bir etkisi olduğunu bilmektedir. Amasya kalesinde savunma durumunda olan Baba İlyas tuzağa düşürülerek savunma hattı kırılır ve kale kuşatma altına alınır. Bu kuşatmada çok kanlı çarpışmalar yaşanır. Selçuklu askerlerinin ve silahlarının kendilerine bir şey yapamayacaklarına inandırılmış Babailer, yakınlarının öldürüldüklerini gördükçe hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaşarlar. Armağanşah bundan da yararlanarak Baba İlyas’ı yakalatıp, kalenin surlarına astırır. Elvan Çelebinin mitolojik anlatımında ise yakalanıp hapse atıldığı kırk gün sonra ise Boz atının duvarı yararak onu kurtarıp, göğe uçurduğu anlatılır.
Baba İshak’ın komutasındaki Babai halk ordusu Amasya’ya ulaştığında, Baba İlyas’ın kalede sallanan bedeni ile karşılaşır. Öfkeden çılgına dönen halk ve Baba İshak, Armağanşah’ın ordusunu dağıtarak onu öldürürler. Ve Selçuklu devletinin başkenti Konya’ya yürürler.      
Bu yenilginin ardından Sultan 2. Giyaseddin, Erzurum’da bulunan sınır boyu kuvvetlerini Emir Necmeddin komutanlığında Babailerin üzerine sevk eder. Bir hafta içinde Sivas’a ulaşan bu ordu da Türk, Gürcü, Kürt ve Frank askerlerinden oluşturulmuştur. Sivas’tan Kırşehir’e geçen ordu, orada Babaileri beklemeye başlar.
Sayıları 60 bini bulan Emir Necmeddin komutasındaki Selçuklu ordusu ile sayısı 6 bini geçmeyen Babai kuvvetleri Malva ovasında karşı karşıya gelir. Selçuklu ordusunda sayıları binin üzerinde olan kiralık zırhlı Frank şövalyelerinin başında baş komutanları Frederic vardır. Simon de Saint Quentin’in verdiği bilgide, Babai halk güçleri Selçuklu devletine karşı yaklaşık iki ay içinde 12 savaş kazanmışlardır. Bundan dolayı Selçuklu askerleri, halk arasında yayılmış olan Baba İlyas’ın mucizelerinden ve Türkmenlerin savaşçılığından çekinmektedir. Babailerin kılıç kesmez, ok işlemez olduklarına inanmaya başlamışlardır. Bu yüzden saldırmaya bile cesaretleri kalmaz.
Bunun farkına varan Emir Necmeddin ve yardımcıları Behramşah Candar ile Gürcü Zahiruddin Şir, zırhlı Frank şövalyelerini öne sürerler. Savaş başladığında ok ve kılıçlarının zırhlı şövalyelere bir şey yapmadığını gören Babai güçleri şaşkınlıkla geri çekilirler. Bunu gören Selçuklu askerleri arasındaki Babai söylencesi kırılır ve saldırıya geçerler. Gerçekleşen bu kanlı savaşta 4 binin üzerinde Babai öldürülür. Malva ovası kızıl başlı, siyah elbiseli ve çarıklı Babailerin kanıyla kızıla boyanır. Sağ kalanlar ise savaş ganimeti olarak esir alınıp, köle gibi kullanılır. Savaş sonrasında yürütülen soruşturmalarda yüzlerce Babaili zindanlara doldurulur. Kimilerinin ise derileri yüzülerek içlerine saman doldurulur. Yaşamını yitirenler arasında Baba İshak’ta bulunur. Yenilgiden sonra geriye kalan Babailer kaçarak, Anadolu’nun değişik bölgelerinde saklanırlar. Bir kısım Babai halifesi ise, Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) örgütünün yardımıyla, Suluca Karahöyük’te, Hacı Bektaş-ı Veli’nin etrafında toplanırlar.
“Ala gözlü al kınalı geyiklerim.
Koyaklardan kayalıklardan niye düze indiniz
Sizleri de mi Babai belleyip peşinize düştü Keyhusrev’in avcıları?
Tokat tekkesi ören olmuş baykuşlar öter.
Duman tütmez Babai ocaklarında.
Gayri keklik ötmez, ot bitmez tarlalarında.
Kurtlara, canavarlara yuva oldu hanları hankahları.
Ala gözlü, kınalı geyiklerim
Şu ören tekkede onlara yem olursunuz
Yerler sizi parçalarlar
Yarinizden, yareninizden ayırırlar
Varın gidin buralardan” -Dr. İsmail Kaygusuz-


İsyanın sonuçları

Babai isyanının sonuçlarını özetlemek gerekirse;
1- Baba İlyas ile Baba İshak’ın savunduğu düşünceler, Hacı Bektaşı Veli’nin de bir Babai olmasından dolayı Bektaşiliğin çıkışı ve gelişiminde esin kaynağı olur. Anadolu Aleviliğinin gelişip, büyümesinde öncü rol oynar.
2- Anadolu’da tasavvufun temelleri atılmış olur.
3- Selçuklu devleti açısından Malva zaferi sonun başlangıcı olur. Çünkü Babailer isyanı, devletin dış görünüşteki ihtişamına rağmen, özde ne kadar zayıf olduğunu; siyasi, idari, toplumsal ve ekonomik anlamdaki zaaflarının ne denli fazla olduğunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. O güne dek bu gerçeğin farkında olmayan Moğollar, gücünü yitirmiş Selçuklu devletine saldırarak, 1243 yılında kendilerine bağlar, 1308 yılında ise tümden ortadan kalkmasını sağlarlar.
4- Osmanlı Devletinin kuruluşunun koşulları oluşur.     

KAYNAKÇA

7- Abdullah Öcalan – Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü – S. 47
8- Dr. İsmail Kaygusuz - “Babailer ve Babai Ayaklanması”, Yol Dergisi Sayı:7



ŞERZAN RIHA

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.