Baharı kışa dönen ülke; Suriye...

Haberleri —

Ocak 2011’de etkili Amerikan gazetesi Wall Street Journal, Beşar Esad’ın komşu ülkelerden farklı olarak kendini “sarsılmaz” hissettiğini, aynı yılın Mart ayının sonunda ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton, ABD’deki iki parti için de Beşar Esad’ın bir “reformcu” olduğunu belirtmişti…

Bu açıklama ve manşetin üzerinden birkaç ay geçmeden; iflas halinde bir ekonomi, demografik patlama, kötü ve otoriter yönetim gibi sorunların hepsini bağrında taşıyan, yoksul ve sünni Deraa’da birkaç gencin duvarlara hükümet karşıtı slogan yazmaları, 13 yaşında bir çocuğun katledilmesiyle başlayan olayların ardından Suriye de “Arap Baharı”nın rüzgarına kapılmıştı.
Deraa’da başlayan ve yavaş yavaş ülke geneline yayılmaya başlayan olaylar; 1982’de H. Esad’ın kardeşi Rıfat’ın özel güçlerle Hama’da 20 bin kişinin ölümü pahasına bastırdığı ayaklanmayı hafızalarda canlandırmaya başlamıştı. Bugün Rıfat yoksa da, Beşar’ın kardeşi Mahir var! Modern tanklarla donanmış, silahlı kuvvetlerin üçte birini temsil eden Başkanlık Muhafız gücü ve 4. Tümen’in komutanı Mahir’in elinde, Muhaberat’la işbirliği içinde muhalefeti bastırmak için her türlü imkan bulunuyor.
Deraa’da başlayan gösterilerin hedeflerinden bir tanesi de holdingler ağıyla ülke ekonomisinin yüzde 60’ını denetleyen başkanın yeğeni Rami Mahluf’tu.
Suriye 1832-40 yılları arasında Mısırlı İbrahim Paşa’nın işgali hariç tutulursa, 1517’den itibaren dört asır Osmanlı’nın bir parçasıydı. Osmanlı ordusunun 1917’de uğradığı yenilgilerden sonra ortaya çıkan boşlukta İngilizlerin desteklediği Hüseyin’in oğlu Emir Faysal, 1 Ekim 1918’de ordusuyla Şam’a girdi. Oysa 1916’da müttefikler arasında yapılan Sykes-Picot antlaşması, bölgeyi İngiliz ve Fransızlar arasında pay etmişti ve Şam da Fransızların payıydı… Faysal orduları direndiyse de yenildiler. Fransızlar ve İngilizler tarihi Suriye (Büyük Suriye) topraklarından birçok ülke çıkardılar; Filistin (bugünkü Filistin/İsrail toprakları ve çatışmaları) Lübnan, Ürdün ve Suriye!

‘Büyük Suriye’ iddiası ve halkların inkarı

Suriye ortaya çıkınca; onun ardından Irak diye bir ülke daha çıkardılar. Ve Kürdistan’ı da Batı ve Güney olarak ayırdılar bu güçler…
Ortaya çıkan bu parçalamalar ve devamındaki Avrupa merkezli siyasi yaklaşımlar bölgedeki birçok siyasi dinamiği ve gelişmeyi de etkilemeye başlamıştı. Osmanlıların son döneminde, Şam ve Halep’teki Sünni tüccar seçkinlerle kıyıdaki yoksul Alevi köyleri, toplumsal dokunun temel unsurlarıydı…
Osmanlı döneminde kurtuluş hareketleri en son Suriye’de gelişmişti. Bu dönemde bölgede birçok akım arka arkaya ortaya çıkmaya başlamıştı. Arapçanın birleştirdiği bütün Arapların bir millet olduğu yönündeki düşünce, daha sonra en gelişkin ifadesini “el-ümmetü’l-arabiyye min el-muhitü’l-atlasi ile’l halicü’l-arabi” (Atlas okyanusundan Basra körfezine bir Arap ulusu) ifadesiyle panarapçılık, kavmiyeti değil İslami dayanışmayı öne çıkaran akım; Suriye’nin eski çağlardan beri ayrı bir tarihi olduğunu belirten ‘Büyük Suriyecilik…’
Fransız manda yönetiminden başlayarak günümüze değin etkisini sürdüren coğrafi, mezhepsel ve etnik ayrılıklar sürekli körüklendi. Şam ve Halep ayrı bir devlet olarak kurgulandı, Alevilerin yoğun olduğu Lazkiye’de bir Alevi devleti, Şam’ın güneyinde Dürzilerin çoğunlukta olduğu bölgede de Cebel Dürzi devleti kurulmuştu… 1924’te Şam ve Halep devletleri birleştirilmişti. Böylece bu dönemde Alevilerin ve Dürzilerin dışlanmasıyla, Kürtlerin zaten varlık olarak kabul görmediği bu dönemde; Suriye siyasal hayatının belirleyicisi Sünniler olmuştu.
Osmanlı döneminde nüfuz sahibi siyasal unsurlar, özellikle 1925/1927 yıllarında Dürzi reisi Sultan Atraş’ın başlattığı ve sonuçta 6 bin kişinin öldüğü, Şam’ın harabeye döndüğü isyandan sonra gücü yeniden ele geçirmişlerdi. Ancak Fransız imparatorluğu çöküş dönemindeydi ve bu yeni sömürgeyi idare edecek kapasiteye sahip değildi. 2. Dünya Savaşı biter bitmez de Suriye bağımsızlığını ilan etmişti! Burada bir parantez açarak Sultan Atraş’ın kimliğine ve yürüttüğü mücadeleye mercek tutmak gerekmektedir. Atraş ünlü bir Dürzi ailesinin çocuğu olarak Süveyde’de 1885 yılında doğmuştu. Atraş’ın babası da Osmanlılara karşı ayaklanarak idam edilmişti. Atraş da Osmanlılara karşı ayaklanan Emir Faysal ile ittifak kurmuştu. 1918’de Şam’a giren ilk güçler ona bağlıydı. Atraş bu dönemin ardından Fransızlara karşı da ayaklanmıştı. 1925’te başlattığı isyanı Fransız mandası 1927’de bastırabilmişti. Onun çok sonrasında H. Esad rejimi onu Suriye’nin bağımsızlık kahramanı olarak kabul etmişti.

Arap milliyetçiliği ve darbeler dönemi

Suriye’nin toplumsal formasyonu, büyük miktarda Fransız yönetimi döneminde Dürzi ve Alevilerin siyasal hayatın kıyısına itilmesiyle şekillenmişti. Ama 1946’da elde edilen bağımsızlıktan sonra bu durum değişmişti! 1920’te kurulan askeri akademiye Sünni-kentli aile çocukları iltifat etmemiş, bu akademide siyasal yaşamın merkezinde bulunmayan kesimlerin çocukları okumaya başlamıştı. Bağımsızlık ilan edildikten bir süre sonra ordu da çoğunluğu oluşturan dini azınlık mensupları askeri gücü siyasete soktuklarında, dengeler köklü bir biçimde değişmeye başlamıştı.
Suriye bağımsızlığını elde eder etmez, askeri darbelerin de çağı başlamıştı. 1948’te Arap-İsrail savaşından sonra, 1949’da Albay Hüsnü Zaim ilk darbeyi yapmıştı. Fakat Zaim başka bir albay tarafından öldürülmüştü. O albayı deviren de Edip Şişaklı oldu. Bu yıllar, Baas partisinin de kuruluş yıllarıydı. İçinde İslamcılık dışında o sırada etkili olan neredeyse tüm eğilimleri taşıyan bu parti, gittikçe etkisini arttırmaya başlamıştı. Sonradan bu eğilimler birbiriyle çatışacak, buna partinin askeri ve sivil kanatları arasındaki çekişme de eklenecekti.
Mısır Başkanı Nasır’ın savunduğu Arap milliyetçiliğinin cazibesi bu dönemlerde; kendi çatışmalarıyla yorulan Suriye’ye son derece cazip görünmeye başlamıştı. 1 Şubat 1958’de Suriye ve Mısır, Nasır’ın başkanlığında Birleşik Arap Cumhuriyetini kurmuştu. İlk başta Arap dünyasında büyük heyecan yaratan bu deneyim üç bile süremedi. Suriye yöneticileri kendilerini bir kenara itilmiş hissetmeye başlamışlardı o dönemlerde. 28 Eylül 1961’de general Haydar Kuzbari darbe yaparak Suriye Arap Cumhuriyetini kurmuştu. Hepsi de kendisine sosyalist diyen, sivil ve askerlerin oluşturduğu, yasama ve yürütmeyi üstlenin Ulusal Devrimci Komuta Konseyi ise 1963 darbesiyle kurulmuştu. 23 Şubat 1964’te yine Baas kökenli bir grup asker, Emin Hafız’ı devirmişti. Bundan sonra parti içi temizlik başlamıştı. Baas’ın sivil kurucuları Mişel Eflak, Selahaddin Bitar ve Ekrem Hurani kovulmuştu. Fakat ülke tarihindeki darbelerin sonu gelmemişti. 13 Kasım 1970’te Savunma Bakanı Hafız Esad darbe yapmıştı. Bütün Arapları kapsayan Arap milliyetçiliği dönemi artık geride kalmıştı.

Herşey Hafız Esad’ın kontrollünde

Hafız Esad, kurumsal bir çerçeve oluşturmuştu. Baas’ın başına geçerek, işbirliği yapabileceği başka kesimleri de sisteme dahil etmişti. Öncüllerinin radikal tutumlarını terk etmişti. 1973’te yapılan Anayasa ile bütün kurumlar başkana göre ayarlanmıştı; O’na hakem ve kurtarıcı işlevi yüklenmişti. Başkan genel oyla yedi yılda, 250 kişilik meclis ise dört yılda bir seçilir olmuştu. Baas mecliste müttefiki İlerici Doğu Cephe ile birlikte üçte iki çoğunluğa sahip bulunuyordu. Yoksul Alevi çocuğuyken yükselen Hafız Esad yeni Suriye’nin bir timsali olmuştu. “Bilge devlet adamı” imajını geliştirmişti. Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurarken, ABD’ye de güvence veriyordu. Filistin’i kurtarmak için kurulan halk milislerini tasfiye ediyor, BM güvenlik konseyinin kararına katılarak İsrail devletinin varlığını kabul ediyordu. Golan tepelerinin 1967 yılında İsrail tarafından alınmasına rağmen, temelde bu tutumunu da değiştirmemişti. ABD yönetimindeki Çöl Fırtınası savaşına katılmıştı. İsrail Başbakanı İzak Rabin ile barış için bir ilke anlaşması yapmışlardı. Buna göre iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi karşılığında Rabin, Golan tepelerinin geri verileceğine söz vermişti. Ancak Rabin’in ölümü (!) bu anlaşmayı geçersiz kılmıştı. H.Esad ülkeyi, siyaseten deneyimsiz ikinci oğluna bırakarak ölmüştü.
Hafız Esad’la birlikte Suriye’de herhangi bir çehre değişikliği ortaya çıkmamıştı. Ordu, hükümet, Baas partisi ve tüm kurumlar yine Esad ailesinin elindeydi. Sözüm ona ülke de ne bir reform ortaya çıkmıştı, ne de demokrasi kriterlerinde gerekli düzenlemeler ortaya çıkmıştı. Geçmişten gelenek ortada olduğu gibi kalmış ve 2010 yılının sonlarında başlayan müdahale bir şekilde Suriye’ye sıçramıştı. Burada yaklaşık üç yıldır süren çatışmalar aslında “Arap baharı” olarak adlandırılan özünde ise batı müdahalesi olan süreci ortaya çıkarmıştır…

Üçüncü dünya savaşı demek hiç abartı değil

Ayaklanmanın başladığı andan günümüze değin yaşananların hepsinde iki nokta ön plana çıkıyor; biri insanlığın yerlerde süründüğü gerçeği. İkincisi ise çağın bir savaşı Suriye topraklarında çok şiddetli ve kanlı bir şekilde sürüyor. Geçmişteki birinci ve ikinci dünya savaşlarından çok az farklılıkları olan bu gerçeği; genel anlamıyla bir üçüncü dünya savaşı olarak adlandırmak hiç de abartı olmaz. Nasıl ki; dünya savaşlarında ihtilaf ve ittifak güçleri vardıysa günümüzde benzeri bloklarla oluşan fakat daha çok samanaltı bir pozisyona sahip çeşitli klikler var. Ekonomik ve hegemonik anlamda kutupların var olduğunu ve dolaylı/direkt bir şekilde bu savaşa müdahale ettiğini kimse inkar edemez. Bunun yanında bölgesel bir gerçeklik olarak mezhepsel anlamda da tarafların olduğunu ve bunların da diğer uluslararası güçler gibi bu savaşa endirekt- ya da direkt olarak müdahale de bulunduklarını çok iyi görebilmekteyiz…
Ortaya çıkan mevcut bu tablo da; Suriye’de bölge ülkelerinin ve uluslararası siyasi güçlerin çıkarları doğrultusunda günde onlarca insanın yaşamını yitirdiği bir savaşı izlemeye devam ediyoruz. Çeşitli müdahaleler ve hamlelerle süregiden bu savaşın bedelini elbette cefalı halk ödüyor. Onun dışında siyasi manipülasyonlar ve çeşitli baronların ittifakı akan kanın daha da çoğalmasını sağlıyor. Denildiği gibi Ortadoğu’da gerçek anlamda bir baharın olmadığını ve yaşanılanın tam anlamıyla bir karakış olduğunu bugün itibariyle daha iyi görmekteyiz. Ondan dolayı da Suriye somutunda yaşanan, genelde ise bölgeye dayatılan kelimenin tam anlamıyla bir karakıştır, bahar değildir… Hele hele demokrasi ya da muhalif bir ayaklanma olarak bu süreci göremeyiz… Tipik bir blok savaşı ve çok uluslu-çoklu güçlere sahip olduğundan dolayı gizli bir üçüncü dünya savaşıdır…


CEVAHİR ÖMÜRCAN

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.