Başaktan tarlaya

  • Tohum hafızadır. Ve kohumlar dolu başaklara dönmeye başlamıştır. Halil Çavgun, Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Akif Yılmaz…

ERCAN JAN AKTAŞ

 

“Buğday nasıl filizini sürer de çıkarsa toprağın üstüne, biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
Pablo Neruda

1. Buğdayın filizini vermesi için öncelikle tohuma durması lazım. Tarlada salınan bütün buğday başakları, ne kadar dolgun ve güçlü olurlarsa olsunlar tohuma dönmezler; rüzgar savurur bir kısmını çorak, suyu olmayan topraklara; bir kısmı daha tarlada başak iken çürümeye başlar; bir kısmı da uygun zaman ve yerini bulmak için bir yolculuğa çıkar. Tek tek yola çıkan bu buğday taneleri, bir ambarda bir araya geldiklerinde gelecek güzel günlerin de müjdecisi olurlar. Bu ambarlar insanlığı büyük felaketlerden korumuş ve günümüze kadar getirmiştir. 

2. Seni en çok vurdukları yerin bir süre sonra yara olur; tedavi etme koşulların yoksa o yara, iyileşmediği için zamanla kabuk bağlar. Bu yarayı iyileştirmek istersin, ancak toplumsal bir yara ise o yaraya sebep olanlar senin onu iyileştirmenin önündeki en büyük engellerdir. Hiçbir zaman senin o yarayı iyileştirmeni istemezler. Bunun için her türlü baskı ve şiddet eylemlerine de başvururlar. Ancak bu baskı ve şiddet her zaman istedikleri sonucu da doğurmaz. Karşı tepkilerin çoğalması, benzer yaraya sahip olanların bir araya gelmesi ile bu kez hikaye çok başka bir yerden kurulmaya başlar. 

3. Kimlik/aidiyet kurmalar genelde insan yaşamının karşı karşıya olduğu bir şiddet/saldırı, topyekün yok etme eylemi karşısında yaşamın kendisini savunusu olarak da ele alınabilir. Fanon, siyah tenlileri beyaz efendileri karşısında “kendisi olmaya” çağırdığında, “Siyah derimizde açılan her yaraya kendi ellerimizle dokunmamız gerekli” diye seslenir. Fanon, beyazların tekelindeki bütün şiddet aygıtı ile siyahların teninde kazıdıkları kabuk bağlamış yaranın farkındadır. Der ki: “Seni en çok vurdukları yerden kendini kurman, ancak senin özgürleşmen ile mümkündür. Bu özgürleşme eylemi de elbette bireysel değil toplumsal olarak gelişir.” Seni en çok vurdukları yerden kendini yeniden kurman bir yandan senin özgürleşmenken, diğer yandan da sana yeni bir aidiyet/kimlik kazandırır. 

4. Yaraya dokunmak, parmakların ile yaranın üzerinde gezinmen, iyileşme ihtimaline yol aldığını gösterir. 
Yaraya dokunmak, seni/insanı acıtır; dokunurken kendisi ile yüzleşmek ise bir kurşun etkisi yapar. Yüzleşmek, aydınlanmaktır. “Eve sık gelmiyordu, bir gelişinde elinde çanta dolusu kitap vardı, ‘Bunları al, odunlukta sakla’ dedi.” Bütün kuraklık ve yoksunluklara/yoksulluklara rağmen yarana dokunman, sende bir uyanışa sebep olur; bu uyanışla çoğaldığını fark edersin. Toprağa düştüğünde artık yeni filizler verecek bir tohuma dönmüşsündür. “Saldırı gecesi evdeydik. Hiçbir şeyden haberimiz yoktu. O dönem mercimek ekmiştik. Gündüzleri tarlada çalıştığımız için erken yatardık.” Bu tohum, Halil Çavgun’dur.

5. Tohum hafızadır. Geçmişten geleceğe uzanan uzun bir yolculuğun adımlarıdır. Kaç yüzyıldır bir coğrafyayı, tarlada başakları ile salınan bereketli, sıcak, koruyan bir yuvaya dönmemesi için, tohum değil insan bedenleri ile dolduran ceberrut sisteme rağmen itiraz edenler hep oldu. Bu itiraz, inançlı ve sarsılmaz bir tohumdu. Bu tohum, Karadenizli Haki Karer’di. Ordu’dan Silvan’a, Batman’a, Ağrı’ya, Antep’e, kıtlığın, açlığın, yoksulluğun, inkar ve imhanın karşısında, özgürleşmenin yanında yer almak için gitmişti. Emekçidir, yoksulluğu ve yoksunluğu bilir. Toprağa çıplak elleri ile dokunduğunda boy verecek başaklardan birinin de kendisi olduğunu da bilir. 

6. Betonda yaşam yeşermez. Bir coğrafyayı ‘kader’iymiş gibi mahpus binalarına/betonlara gömersen orada hayat durur. Ancak hayat suyunu kurutmak hiç de kolay değildir. Hayat suyu, yerin binlerce derinliğindedir, bazen de bir tohumdur sadece. O tohumu bulman ve imha etmen gerekir, hayatı bir bütün kurutman için. Tohum toprağa/hayata karışmasın diye onu kendi yaşam alanlarından koparırsın, betonlardan kafeslere koyarsın... Ulaşamadığın şeyler hala vardır. Bir bedenin kendisi tohuma dönmüş ise yüreği ile her zaman, her koşulda hayata/toprağa uzanır. 5 Nolu’da “Benim yüreğim çarpışlarla, çığlıklarla, çağrılarla dolup taşıyor” diyen Mazlum Doğan’dır, o tohum! Bedenlerinde yükselen alevlere karşı “Ateşi gürleştirin, su döken ihanetçidir” diyen Dörtler’dir, o tohum.

7.Tohum toprağına ulaşmıştır. Toprağına ulaşan tohumlar çoğalır. Tarlada başlar salınmaya: “Ben aynı zamanda sadece bilen bir insan değilim. Bilen, araştıran bir insandan ziyade dünyayı değiştirmek için mücadeleye katılmanın da gerekliliğine inandım ve mücadeleye katılmak istedim” diyen Kemal Pir’dir, tohum. Tohumlar, dolu başaklara dönmeye başlamıştır.
Halil Çavgun, Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Akif Yılmaz…

8. 15 Ağustos!
“Olur mu canım, deli mi bunlar, gidip düz ovadaki Eruh’u bassınlar!”
“Şikeftin içinde yanan gür ateş, Gabar’ın sonbahar soğuğu ile derinliğinin ve ağırlığının ayrımında olmadan atılan tarihi adımın heyecanıyla titreyen içimizi ısıtıyordu.”
Başaklar tohuma, tohumlar ise en sert iklim koşullarında da olsa toprağa inmişlerdi. Filiz vermişti zaten beton zeminlerde. Şimdi ise Gabar’ın, Herekol’un, Çarçela’nın doruklarında boy vermiş bir tarlaya dönmüştü.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.