Batıni Alevilikte derwêş geleneği

Haberleri —

Kürt klanların bağlı olduğu Dersim merkezli ocaklar bünyesinde 20.yüzyılın ortalarına kadar hatırı sayılır bir "derwêşler topluluğu”, bunların öncülüğünde gelişen bir "derwêş geleneği” bulunmaktaydı. Bundandır ki Dersim toprakları; hep "Herd ê Derwêşan” takdisiyle anılmıştır. Her aşiretin ve ocağın belli başlı ermiş şahsiyetleri, kendi mühitleri/bağlıları arasında en az ocak pirleri kadar saygı/hürmet görürlerdi. 

Rêya Heq itikatında ''derwêş'' sözcüğü; Farsça ve Kürtçe‘de bir tasavufi tanımdır. Yalın haliyle sözcüğün kökü olan "der", Kürtçe‘de "dışarı, dışarısı" anlamına gelirken son eki olan "-wêş", "wêşandin" "saklanmak/saklamak" sözcüğünün köküdür.  Böylece iki sözcüğün bileşimiyle oluşan bir kavram olarak derwêş‘in, morfolojik tanımlamaları arasında; "Fakir, zavallı. Dünyada el-etek çekmiş, kendisini sufi felsefeyle bütünleştirmiş, belli bir mekanı ve zamanı olmayan, sürekli dışarıda gezen insanlar/talipler topluluğuyla halleşen/dertleşen ve tarik-i yolda bazı görevleri olan kimselerdir" Diğer bir tanımıyla hırkasının içinde kendisini, kendi içinde de mülksüz bir dünyayı gizleyen yol erenidir. Derwêş diyar diyar gezen, insanlara bilgelik aşılayan bir kişilik olarak tellaki edilir. Pervane (kelebek) tek bir ışık etrafında çark döner ve buluşma anında kendini yakıp yok eder. Hakikat yolundaki dervişin yok oluşu da buna benzer. Yani buradaki ışık; ilahî bir aşktır. Pervane ise bu aşka kendini kaptırarak yanan kavrulan hak ehlidir. Zaten batıni Alevilikteki ateş-i Semah’ın felsefik boyutu da bu insan-i kozmik eksende ele alınır.

Yerel literatürde (Kurmancî/Kirmancî) bu kimseler için "Feqir, Diwane, Xerip, Bêkes, Gunê" vs. gibi sıfatlar da kullanılmaktadır. Yine Farsça ve Kürtçe’de "derviş-i sultan-ı dil-padişah gönüllü fakir!" benzeri felsefik tamlamalar yüklenmektedir. Yeri gelmişken "padişah" tanımı da yine Avesta’nın Zerdüşti bir kavramı olup, Kürtçe’dir. Bazı yazım çevirimlerinde "devriş/dewrêş" olarak da telaffuz edilen sözcüğün manası Kirmancî dilinde "kara ağız/kara ağızlı" ya da "kara köy" olup, süregin dilsel yapısına uygun düşmemektedir. Fakat burada, "derwêş" sözcüğünün Kürtçe ses dizininde bazen  (w) ile (r) harflerinin yer değişimi de sözkonusudur. Nitekim Kürt dillerindeki yerel literatürde, ''derwêş'' tellafuzundan çok, daha kolayca seslendirildiğinden ötürü "dewrêş" söylemi de tercih edilmektedir. 

Farsça ve Kürtçe’den Arapça'ya geçmiş, "derâviş" şeklinde çoğulu yapılmış, hattâ Arapça karşılığı "fakir" ve çoğulu olan "fukara" kullanılmıştır. İslami tarikatlarda da önemsenen derwêşlik payesinin kökeni, esas itibariyle Zerdüştlüktür. Lakin ilgili kaynaklarda Zerdüş’ün öğrencilerinin, fakir giyimli olmalarına rağmen çok bilgili oldukları vurgulanır. Bunlardan, Zerdüşt inancını yaşama geçirmek ve yaymak için bir dinsel birlik oluşturulmuştu. Bu yandaşlara; "yoksullar" manasına gelen "driğu" adı verilmekteydi. (Birdoğan, 1995: 83). Bunlar köy köy gezip, dinsel gatalar (kılam), ilahiler seslendirerek,  Zerdüştlüğü yaymakta ve bunun karşılığında ise çeşitli hediyeler almaktaydılar. Derwêşlik geleneği; Ebu’l Vefâ-i Kurdî’nin (925-1017), Bağdat Kalmina’daki okulunda mezun olan şeyhler tarafından, 10. ve 11.yüzyıllarda Kuzey Kürdistan’a taşınmıştı. Anadolu’ya ise  Ebu’l Vefâ-i Kurdî‘nin izcileri olan Babailer (1240) ve Hacı Bektaş Veli (1209-1271) ile beraber, Fars-Kürt kökenli (Zerdüşt/Mecusi), daha çok Kalenderiler ve Hayderiler tarafından taşındığı, kaynaklarda mevcuttur.

16. yüzyılda Kilis, Urfa, Adıyaman ve Çevresindeki Ekrad/Kürt aşiretlerine ait Osmanlı arşivlerinde "Cemaat-i Dervişan-ı Ser-Siyahan" adında bir cemaat kaydedilmiş ve bu bölüm hakkında Mustafa Öztürk, ayrıca şu açıklamayı yapmıştır: Dervişlerin vergiden muaf oldukları, Ekrad cemaatlerinin sadakalarıyla geçindikleri. Yine ''der'' kenarda şöyle belirtilmiştir; "Mezkürün dervişler kadimü’z-zamandan ila-yevmina haza adet ve rusüm viregelmemişler Ekrad taifesinin sadakalarıyla geçinürler imiş". Gerçekten Ekrad/Kürt cemaatleri arasında bugün bile derviş ve şeyhlik geleneği hala varlığını sürdürmektedir. Pek çok aile "ocak" olarak tabir edilen ailelere bağlanmayı bir üstünlük vasfı olarak görmektedir. Hala her cemaatin bakmakla kendilerini yükümlü gördükleri derviş, şeyh, abdal, ve fakir zümreleri vardır. Bu çok eskiden beri süregelen bir gelenektir. Hatta bir aşiretin fakiri veya dervişinin başka bir aşirete gitmesi ve onların bakması asıl aşiret mensupları için bir zül addedilir (Öztürk, 2004: 60). Hiç kuşku yok ki Öztürk burada; bir bakıma Batıni Alevi Ocakları ve ocakzadelerini, dolayısıyla Kürt seyyidlerini anlatmaktadır!


Bibliogafya

Birdoğan, Nejat, (1995) "Anadolu Alevilidinde Yol Ayrımı" Mozaik yayınları, İstanbul.

Öztürk, Mustafa, (2004) "16.Yüzyılda Kilis Urfa Adıyaman ve Çevresinde Cemaatler-Oymaklar" F.Ü.Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Tarih Şubesi Yay. Elazığ.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.