Bê xweda dibe, Bê xwedi nabe!

Haberleri —

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra yazmak oldukça zor. Üstelik yazmama nedeni ölümün soğuk ve çaresizliği ile yüzleşmenin yarattığı bir depri ruh hali olunca yazılacak olanlar da kaçınılmaz olarak bu ruh halini yansıtacaktır. Hangi tarafa dönersem ölüm, bir değil, on değil yüzlerce ölüm, çaresizlik, çözümsüzlük, kaos. Öyle ki artık ölülerimizin isimlerle ve birey olarak değil, sayılarla belirtir olduk. En kötüsü de üzüntümüzü ayrıştırmak zorunda kalmak. İnsanın kendisi ile çeliştiği, en insani olmayan anlar. Çok karışık duygulanım durumunun hakim olduğu anlar değil, artık günler ve haftalardır ayni durum. Sağlıklı bir insanın dayanabileciği bir durum değil.
İnsanın kendisi ile çeliştiği, karmaşık duygularına hakim olamadığı anlar, yaşamı sadece zorlaştırmıyor aynı zamanda korkunçlaştırıyor. Hani derler ya “sağduyunu koru.” İşte onu yitirdiğiniz anlar. Bir çoğumuzun yabancı olmadığı bir durum. Ölümün nasıl bir çağrışım yaptırdığı, ölüm acısının bile nasıl bir seleksiyona uğradığını, son dört haftada yaşadığım, duygularımı ve düşüncelerimi, işte bu sağduyumu korumaya çalıştığım, koruyamadığım zamanlar duygu ve düşüncelerimi dondurduğum anlar, insanın kendisi olmaktan çıktığı, kendine yabancılaştığı anlar.
Üzüntü, kızgınlık, öfke ve çaresizliğin içiçe geçtiği anlar. Şok durumu. Bilincin düştüğü ya da daraldığı anlar, hepsi teorik olarak bilinen ancak yaşandığı zaman ne olduğu anlaşılan bir durum.
Van’daki 7.3 deprem haberi ve görüntüleri, 35 Kürt gencinin Kazan vadisinde “elma kokulu” gazlar ve Napalm ile öldürülmüş vücutlarının görüntüleri, medyada yayınlanmaya başladığında, ben zaten kendi içimde bir deprem yaşıyordum. Ağabeyimi kaybetmiştim. Üzgün müydüm, kızgın mıydım belli değildi. Kürdistan’daki sömürge ilişkisinin aile içine nasıl yansıdığını, biyolojik kardeşler arasındaki ilişkilere bile yansıyacak kadar aile içine nasıl girdiğinin hesaplaşmasını yaşarken, buna müsade eden büyüklerimizi suçlarken, kontrolsüz akan göz yaşlarımın, kimin için olduğu belli değildi. Ağabeyim için miydi… Kızımla yaşıt parçalanmış, yanmış ve zehirlenmiş gerilla bedenlerine mi ağlıyordum… Van’da deprem değil, devletin altında kalmış Vanlılara mı ağlıyordum..?
Her insanın, vedalaşma anı geldiğinde yaşaması gereken, acı, hüzün, keder saflığını yitirmişti. Gerilla bedenlerinin görüntüsü, Gerilla Suna’nın gülüşü, Van’da devlet altında kalan Yunus’un gözleri her damla yaşa hakim olandı. İnsanın yakınının yasını tutamaması bu. Karmaşık duygular bu. Duyguların çeliştiği an bu. Suçluluk duygusu, kızgınlık, öfke bu...
Adresi belli ancak bazende belli olmayan bir öfke bu…
Üstelik acılar bitmiyor, devam ediyor. Van’da donan çocuklar… Tayyip bey buyurmuşlar, “Ağustos’a kadar beklesinler diye”, “eksi on derecede beklesinler”. Tayyip’te ısı kavramı da yok.… Tayyip’in Autistik olduğunun bir kanıtı da bu (Autistikler de genllikle ısı –sıcaklık kavramı yoktur). Ağustos’a kadar donmamak için, ısınırken yanan çocuklar… Bizim çocuklarımız…Ağustos’a kadar ya donacaklar ya yanacaklar…
Tayyip ve Fethullah’ın gökte ararken yerde bulduğu fırsat. Van’ı insansızlaştırmak. Kuzey ve doğu Kürdistan arasındaki bağlantı yeri olan Van’ı haritadan silmek. Onların kaçakçılığın merkezi dedikleri yer. Bizim ise doğu Kürdistanlı kardeşlerimiz ile kacak(!) buluştuğumuz yer. Suriye’den sonra sıranın İran’da olacağı kesin. Şimdiden İran sınırını insansızlaştırarak güvenceye almak… Hem İran’a karşı hem de Kürtler’e karşı… Hem de ucuza… Her biri 50 bin Dolarlık bombalarla değil… Vanlıları dona ve ateşe atarak yok etmek… Hiç bir önlem almayarak, bile bile doğanın acımasız kollarına atarak yok etmek… Süreklileşen deprem ile ilgili T.C devletinin muğlak söylemleri bile halkın Van’ı terketmesine yeterli…
Devlet bir kez daha Kürtler’e sahip çıkmayacağını açıkca belirtti. Aslında Devlet bunu hep yaptı ancak bazı Kürtler bunu anlamamakta ısrarlı… Hem de din adına, İslamiyet adına anlamak istemiyorlar…
Oysa yazımın başlığı olan “Bê xweda dibe. Bê xwedi nabe!” Kürt halk sözü her şeyi anlatıyor… Sahiplik Tanrının insan ruhunda ve düşüncesinde soyutluktan somuta dönüşmüş biçimidir.
İdeolojik referansları din ve İslam dini olan bugünkü TC yöneticileri bu sözü her zaman görecekleri bir yere asmaları onların ve TC’nin hayırına olur…
“Tanrısız olunur, ama sahipsiz olunmaz” anlamına gelen Kürt halk sözü, Yazar Şeyhmus Diken’in bir yazısından alınmıştır. Ermeni katliamı döneminde Kürdistan’ı terkeden Ermeniler için Kürtlerin kullandığı bir söz.
Ermenilerin gideceği ya da gidebileceği yerler vardı. Kürtlerin gideceği yer yoktur. Kürtler vatanlarında ve bir sahipleri(!) var. Onları yok eden, kimyasal silah kullanan, Napalm ile yakan, doğal affet ile ölümüne göz yuman, kitlesel katliamlar yapan ve açıkca da zamana yayılmış jenosid uygulayan ve de Kürtler ile dalga geçen, aşağılayan, aynı zamanda acımasız bir düşman…Onlar Kürtsüz bir Kürdistan sahibi olmak istiyorlar…
Ankara Kürtlere nasıl sahip çıkacağını yeterince gösterdi…
Sıra bizde… sahibimizin adresini değiştirecek miyiz?..

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.