Bilimin cinsiyeti -2-

Forum Haberleri —

Bilim

Bilim

  • İnsanlığın uygarlaşmasının motor gücü olan bilimin objektif olması gerekmiyor muydu? Evreni ve doğanın sırlarını çözerken cinsiyet eşitsizliği çelişkisini görmemesi mümkün olabilir miydi? Bilim ve felsefe nasıl cins körü olabiliyordu? Üretilen bilgi nasıl iktidarın, otoritenin hizmetine sunuluyordu? Nasıl evrenin, doğanın ve onun bir parçası olan toplumun bütünlük ilkesini hiçe sayıyordu?

Elif AKGÜL ATEŞ

Bilim tarihi boyunca azımsanmayacak sayıda bilim adamı, cinsiyetlendirdikleri bilimi toplumun belleğine işlemek için seferber oldular. Tıpkı biyologlar gibi antropologlar da kendi cephelerinden doğru cinsiyetlendirilmiş bilimin inşasında seferber oldular.

Arkeolog Grahame Clark, kadınları aşağı varlıklar olarak değerlendirirken, maymunsu ataları gibi, onların da basitçe yiyecek toplayıcı olduğunu, göz kamaştırıcı erkek avcı figürünü, savaşçı erkeğin prototipini büyük ve üstün cins olarak görür.

Bu cinsiyetçi bakış günümüze kadar antropologların erkekleri avcı, kadınları toplayıcı olarak sınıflandırmasında görüyoruz. Oysa 2020’de Amerika kıtasında 107 mezarda avcı aletleriyle gömülen 26 mezarın 10’unun kadın olduğu keşfedildi. Kadın iskeletlerinin yanında av aletleri bulundu. Benzer şekilde Vikinglerin mezarlarında yanlarında savaş aletleri bulunan kadın iskeletlerini erkek savaşçılar olarak tanımladılar. Son teknolojik gelişmeler ışığında yapılan DNA testinde bunların kadın savaşçılar olduğu tespit edildi. Bu keşifler erkek antropologların tezlerini yalanlıyordu.

İşte böylece bilim adamlarının kollektif çalışmalarıyla cinsiyetlendirilen bilim, kadını toplumsal yaşamdan kopardı, böylece bilim alanından da dışladı.

Çağın filozofu olarak bilinen Friedrich Nietzsche'nin kadınlar hakkındaki görüşleri de Antik Çağ’daki felsefecilerden farklı değildir. Nietzsche, “Bilimlerden hoşlanan bir kadının cinsiyetinde genel olarak düzensiz bir şey vardır” ifadesiyle, kadının bilimle uğraşması halinde cinsel anlamda sağlıksız olduğunu ileri sürmektedir.

Tüm bunlar tarihsel olarak kadınların toplumsal alandan yalıtılması, kamusal alanın erkek güdümüne terk edilmesinde bilim adamlarının rolünün ne derece büyük olduğunu göstermektedir. Çağımızda hala kadınlar akademi alanında yer alsalar bile bilim alanında ayrımcılığa uğramaktadırlar. Hiyerarşinin alt kademelerinde sınıflandırılmaya mahkum edilmektedirler.

Bilimsel alanda dev keşiflerin yaşandığı 20. yy’da bile kadınların üniversitelerde eğitimlerine izin verilmemiş, laboratuvarlara alınmamış, eğitim süreçlerinden dışlanarak, tıp ve anatomi gibi alanlarda eğitim almaları engellerle karşılaşmışlardır.

Ataerkil cinsiyetçi ideolojinin arkasına saklanan bilim adamları, bilimin doğasına aykırı tutumlarını günümüzde hala sürdürmektedir. Bilimsel keşifleri erkeklere mal edilerek, Nobel verilmeyen sayısız bilim kadını vardır. Bilimin cinsiyetlendirilmesi ile kadın bu alandan dışlanmakla yetinilmemiş, ürettiği bilgi, yaptığı keşifler erkek bilim adamları tarafından gasp edilmiştir.

Nettie Stevens (1861-1912) cinsiyeti belirleyicilerin çevresel veya diğer etkenler değil, kromozomlar olduğunu keşfetti. Bu keşif çalışma arkadaşı E.B. Wilson’a atfedilirken, Stevens sadece “laboratuvar teknisyeni” olarak anılacaktı.

Kuantum fiziğinin dehası olarak bilinen Max Planck, fizikçi Lise Meitner’in derslerine katılmasını engeller. Onu bodrum katındaki laboratuvarda çalışmaya mahkum eder. Plank cinsiyetçi düşüncesinin gerekçesini, “Doğanın, kadının mesleğini anne ve ev kadını olarak gösterdiğini ve doğal kanunların ihmal edilmesinin ciddi zararlara yol açacağı” şeklinde ifade edecekti. Mater’in yazdığı makaleler  Plank adına yayınlanacaktı. Mater daha sonra Kimyager Otto Hahn’la çalışır ve fizyon olayını keşfeder. Bu başarısına Hahn konarken, 1946 yılında Nobel Kimya Ödülü alır ve ödül töreninde Mater’den bahsetme gereği bile duymaz.

Rosalind Franklin 20. yy’ın en büyük bilimsel başarılarından biri olan DNA'nın ikili sarmal yapısını keşfetti. James Watson ve Francis Crick, Franklin’in X ışınlarıyla çektiği DNA fotoğrafına gizliden bakarak, DNA yapısını çözmeyi kendilerine mal ederler ve Nobel ödülü alırlar. Watson ve Crick’in etik ve dürüst olmayan davranışları, bilim dünyasında daha sonra açığa çıktı, bu cinsiyetçi bilim anlayışı geniş çevreler tarafından kınandı.

Yine bu tarihlerde Astrofizikçi Vera Rubin, 200 galaksi keşfetti. Rubin’e göre eğer yıldızlar galaksinin dışına çıkamıyorlarsa, yıldızların etrafında onları yerlerinde tutacak, ekstra çekim alanı yaratan madde olmalıydı. Bunun da karanlık madde olabileceğini, bu maddenin evrenin yüzde 95'ini oluşturduğunu, bildiğimiz atomlardan oluşan maddenin ise yalnızca evrenin yüzde 5'ini oluşturduğu tespitinde bulundu. Rubin'in bu keşifleri astrofizik ve parçacık fiziği alanlarında yeni arayışların doğuşunu getirdi ve evrene bakış açımızı temelinden değiştirdi.

Ancak Robine Nobel verilmedi, sadece 1993 yılında Ulusal Bilim Madalyası’na layık görüldü. Bu haksızlığı hazmedemeyen Robin, bilimde cinsiyetçiliğe karşı büyük bir mücadele verdi.  

Bakterilerdeki genetik ve gen düzenlemeleri çalışmalarının temelini atan Esther Lederberg, 1951 yılında bakterilere bulaşan lamda bakteriyofaj virüsünü keşfetti. Ancak fizyoloji ve tıp alanındaki Nobel Ödülü Georg Beadle ve Edward Tatum’a paylaştırıldı, Lederberg’in adı bile anılmadı.

Nitekim bilim tarihine damgasını vuran yüzlerce filozof, matematikçi, fizikçi, biyolog, kimyacı, astrofizikçi kadın, erkek bilim adamlarının gölgesinde adı anılmaz oldu ve keşifleri gasp edilmeye devam ediliyor.

Oysa insanlığın uygarlaşmasının motor gücü olan bilimin objektif olması gerekmiyor muydu? Evreni ve doğanın sırlarını çözerken cinsiyet eşitsizliği çelişkisini görmemesi mümkün olabilir miydi? Bilim ve felsefe nasıl cins körü olabiliyordu? Üretilen bilgi nasıl iktidarın, otoritenin hizmetine sunuluyordu? Nasıl evrenin, doğanın ve onun bir parçası olan toplumun bütünlük ilkesini hiçe sayıyordu?

Bugün kapitalizmi besleyen cinsiyetlendirilmiş bilim anlayışı, birçok feminist akım tarafından sorgulanmaktadır. Kürt kadınları Jineoloji ile kadını tarihten silen, kimliksizleştiren, köleleştiren erkek egemen ideolojiyi çok boyutlu sorgulamaktadır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’nın geliştirdiği Jineoloji (kadın bilimi), cinsiyetlendirilmiş bilim anlayışının sorgulanması, bilimin erkek merkezli özelliklerden kurtarılarak, insan merkezli olarak dönüştürülmesini öngörmektedir. Jineoloji, cinsiyetlendirilmiş bilim tarihini sorgulayarak, tarafsızlık, nesnellik, ussallık, evrensellik, etik değerlerini gerçek anlamda pratiğe yansıtılması bilimin erkeğin hegemonyasından kurtulmasını hedeflemektedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.