Bir çanaktan ulusal hafıza ve duygulanmaya

  • Kolektif hafıza aynı zamanda kolektif duygulanma ile göbekten bağlı. MED TV bu anlamda sadece sessiz(leştirilmiş) Kürt halkının kendi temsillerine karşı çıkarak tersine çevirmesine, dönüştürmesine ve Kürtlerin kendilerini fail özneler olarak temsil etme işine girişmelerine yaramadı; aynı zamanda temsil sınırlarının, duyulur ve görünür hatta kavranabilir olanın sınırlarının değiştirilmesi anlamına geldi.
Foto: Peter-Vincent Schuld, Med TV stüdyolarından, 1998

BERFİN ATLI

 

Bir halkın “görüntüsüyle” ilgili konuşabilmek için görüntülerin kendisiyle ilgili de itinalı sorular sormalıyız. Örneğin, bu halkın etnik-politik temsiliyetine dair egemen medya nasıl türdeşliklere, formlara ve düzeneklere başvuruyor? Halkın heterojenliği, kolektif beden dili, duygusu ve ana dili, gururu veya dargınlığı, kederi veya öfkesi, tarihi ve kültürel mirası nasıl ve ne biçimde yine halk ile iletişime sokuluyor? Halkın mücadele ettiği sosyal, ırksal, sınıfsal ve cinsiyet hiyerarşileri egemenin haber ağında ve anlatısında ne kadar yer kaplıyor? Yine söz konusu halk, ekran karşısında kimlerle özdeşim kuruyor veya kimlerden kopuş yaşıyor? Yani aslında ve Robert Stam’ın ifadesiyle; bu ekranda “Kimlerin bakması karşılıklıdır ve kimlerin bakması görmezden gelinir?” (Stam, 285.) 

Diyarbakır merkezli Rawest araştırma şirketinin DİTAM için yaptığı “Kürtlerin Türkiye Medya Algısı Araştırması”nın bazı bulguları, zannediyorum yukarıdaki sorulara açılmamıza yardımcı olabilir. Bu anlamda bu verilerin kimilerine burada yer vermekte fayda var. Örneğin; “Türkiye’de ana akım medya Kürt sorununu aşağıdaki terimlerden hangileriyle birlikte ele alıyor” sorusuna halkın yüzde 49.1’i terör derken, yüzde 48.3 bölücülük olarak cevaplamış. (1) Yine,“90’lardan 2000’lere medyanın Kürt sorununa yönelik tutumunda olumlu değişiklikler olmuştur” ifadesine katılanlar yüzde 16.16 iken, ortada olanlar yüzde 37.24, katılmıyorum diyenler ise yüzde 46.60’lar olarak ifade bulmuş. Sizce günümüz medyasının en önde gelen iki sorunu hangisidir, sorusuna gelen cevaplarda, yüzde 61.2 ile hükümet baskısı birinci sırayı alırken, yüzde 24,9 ile sansür ve otosansür ikinci sıraya yerleşmiş. “Türkiye’de medya tüm toplumsal kesimlere eşit mesafededir” diyenler yüzde 6.12, bu yoruma “Hiç katılmıyorum” diyenler ise yüzde 35,37 oranındaymış. “Size göre 1990’lı yıllarda Türkiye’de medya bağımsızlığının önündeki en önemli iki engel aşağıdakilerden hangisidir?” sorusuna verilen cevaplarda yüzde 54,3 ile “hükümet” birinci sıradayken, yüzde 47.9 ile “ordu” ikinci sıraya yerleşmiş. Sevilay Çelenk, bu oranların açığa çıkardığı temsil düzeneğinde işletilen ve ekrana yansıyan temsilini izlemek zorunda kalan veya Kürdün ölümünün veriliş biçimini izleyenlerin hissiyat dünyasını, “ikinci ölüm” olarak betimlemişti. (2) İkinci ölüm, hem temsilin şiddetine hem de Kürtler için medya ve gerçeklik arasındaki yarığa ve gediğe vurgu yapan bir kavram. Ancak söz konusu veriler bizlere ikinci ölümün ikircikli bir kavram olduğunu gösteriyor. Nitekim bu izleme deneyiminin elbette izleyicide ağır duygusal ve psikolojik tahribat yaratacağını tahmin ve kabul etmekle beraber, medyada yer alan egemen Kürt temsillerinin ve ölüm haberlerinin izleyicide başka türden bir politikleşmeyi tetiklediğini söylemek yanlış olmaz. Yukarıdaki veriler de bunu destekler gibi duruyor. Kürt izleyiciler ikinci ölümü deneyimlerken yalnızca duygusal tahribat yaşamıyor ve pasif izleyici kitleleri olarak kendilerine verileni almıyor; aynı zamanda egemen medyanın stratejilerinin ayırdına varıyor ve bu kodlara duyarlı hale gelerek yeni bir politik özneleşme formunu deneyimliyor. Şimdilik buna, Benjamin’in Nietzsche’den ödünç aldığı ve devrimci şiddet ile göbekten bağını kurarak değiştirip dönüştürdüğü bir kavrama başvurarak; “hınç” demek istedim. Söz konusu verilerden anlaşılan o ki; Kürtlerin egemen medyanın yer verdiği ölçüdeki ve biçimdeki kendi temsillerine dair farkındalığı ve Türkiye’deki çeşitli medya kuruluşlarının aldıkları politik pozisyonlarına dair siyasal kavrayışları oldukça güçlü, gerçekçi ve esasen hiç de yeni değil. Üstelik “teselli umudu kalmamışların kalan tek tesellisi” olan (Benjamin) hınçla da örülü. 

Bu çerçevede 1995’te yayın hayatına başlayan MED TV’yi düşünmek daha anlamlı ve iyi geliyor naçizane. Bir de çift çanağı tabii… İlk Kürtçe gazete olan “Kürdistan” gazetesinin; sürgündeki Bedirhanilerin çocuklarından Mithat Mikdat tarafından Kahire’de çıkarıldığını ve henüz ilk sayısının ardından gazetenin Osmanlı topraklarına girmesine yasak konulduğunu biliyoruz. Üstelik 5. sayısı yayınlanmıştı ki Mithat Mikdat Bedirhan ve gazetenin dağıtımını üstlenen emekçiler, Taşkışla Hapishanesi’nde işkence gördüler. Yine de “Kürdistan” her şeye rağmen, 4 sene boyunca 31 sayı yayınlamaya devam etti ve gizlice dağıtıldı. Bunu çift çanağın dayandığı habercilik geleneğinin ve kültürünün ve hatta cesaretin başlangıcı olarak olarak görmek gerekir. Fakat hikaye çok da değişmedi. MED TV izleyicileri çift çanaklarından fişlenerek terörist ilan edildi, porno izlemekle suçlandı, polis baskınları ve toplumsal baskı ile haber almaya sadakatini bu günlere taşıdı. MED TV ise 1999 yılında kapatılırken; Medya TV, Roj TV, Nûçe TV ve Med Nûçe bu yayıncılık geleneğini sürdürmekten vazgeçmedi. Üstelik bu mesele söz konusu dönemde gerçekliğini metnin başında yer verdiğimiz veriler ve günümüzde artış gösteren sosyolojik araştırmalardan da almıyordu. Halkın kendi deneyimi ve kolektif tecrübeleri vardı yalnızca. Egemen medyanın kendilerine sundukları tüketimci, eril, faşizan fantazilere kitlelerin kendilerini kapatması ve yerine özgür, bağımsız, objektif bir hat kurarak yayın yapması pek kolay değil. Galeano’nun Latin Amerika’ya kitle iletişim araçları ile satılan illüzyonlara dikkat kesildiği pasajı anımsayalım:

“İktidar merkezleri bize makine ve patentlerin yanı sıra ideolojiler de ihraç ediyorlar. Eğer Latin Amerika'da yeryüzü nimetlerinin sefası azıcığa ayrılmışsa çoğunluğun fanteziler tüketmekle yetinmesi zorunlu. Yoksullara zenginlik illüzyonları satılıyor, ezilenlere özgürlük illüzyonları yenilenlere zafer düşleri ve güçsüzlere iktidar düşleri. Televizyonun, radyonun  ve sinemanın dünyanın eşitliksiz örgütlemesini haklı göstermek yayınladıkları simgeleri tüketmek için okuma bilmek gerekmiyor.”

Bu veriler Kürtlerin bu tür illüzyonlara olan aşırı duyarlılığı gibi, Kürt sorununun aynı zamanda bir medya sorunu olduğunu da açığa çıkarıyor. Fakat bunu MED TV üzerine kurgulanan ve heybetli bir ayrımcı retoriğin stratejileri ve kodlarını kullanarak yazılan bir tez çalışmasından (3) ve bu akademik çalışmanın Yeni Şafak gazetesi tarafından haberleştirilmesinden de  anlayabiliriz.(4) Fanoncu fakat tersine bir analizin, yani sömürgecinin anlam ve hissiyat dünyasına ilişkin bir analizin eksikliğini duyuyor insan bu tür haberleri ve çalışmaları okuyunca. Hakim grupların, kurdukları tahakküm ilişkilerinde görünür hale gelen ve genellikle tahakküme maruz bıraktıkları gruplara yönelik geliştirdikleri kaygı ve korkular psikanalitik bir bağlamda açıklanmaya muhtaç. MED TV korkusunun örneğin, iç seslerini duymak mümkün olsaydı, nasıl sesler olurdu bunlar? Ve nasıl gelirdi kulağımıza? Bu başka bir yazının konusu olsun. 

MED TV ve izleyici arasındaki karşılıklı ilişki

Duyguların politikliği ve hafıza/bellek/hatırlama ile ilişkisi Sara Ahmed gibi feminist kuramcılar tarafından pek çok kez dile getirildi, çalışıldı. Duygu literatürü bu anlamda özneleri kuran ve politikleştiren güçlü unsurlar olarak ele aldı hissettiğimiz her şeyi. Kolektif hafıza aynı zamanda kolektif duygulanma ile göbekten bağlı. MED TV bu anlamda sadece sessiz(leştirilmiş) Kürt halkının kendi temsillerine karşı çıkarak tersine çevirmesine, dönüştürmesine ve Kürtlerin kendilerini fail özneler olarak temsil etme işine girişmelerine yaramadı; aynı zamanda temsil sınırlarının, duyulur ve görünür hatta kavranabilir olanın sınırlarının değiştirilmesi anlamına geldi. Üstelik sadece Kürdistan’ın değil, Türkiye’nin de gerçeklerini sunma işine girişildi iştahla. İki dünya savaşına ve sonrasındaki toplumsal hareketlere bakıldığında medyanın yalnızca araçsal olarak iktidarlar tarafından kullanılması ve kitleler üzerinde belirleyici, yönlendirici etkisi fark edilir. Çünkü uzun bir zaman medya ve kitle ilişkisi bu minvalde çalışıldı. Tersi pek düşünülmedi bir zamana kadar. Oysa MED TV ve benzeri yayıncılık serüvenleri bunun ikili ve dinamik bir ilişki olduğunu, medya ve kitle arasında karşılıklı bir ilişki olduğunu öğretti. Yayın emekçileri de izleyiciler de ortak bir bedel ödeyerek doğru haber almaya-vermeye, hakikate sadakatlerini eksiltmedi. Bekir Avcı’nın MED TV ve çift çanak gerçekliğine dair zihin açıcı çalışması “Çanak Anten’den Wireless’a: Kürt illerinde değişen haber alma pratiği”; pek çok detay sunuyor bu konuda:

“Türkiye’de MED TV’nin yayıncılığıyla birlikte iki çanağı olanlara, yani çanağı TÜRKSAT’ta değil de Avrupa’dakilere yönlendirilmiş olan evlere baskınlar yapıldı, çanaklar toplatıldı. Neredeyse çanaklar evlerin avlusunda gizleniyordu. Çoğu insan çanağı alındıktan sonra cesaretle yeniden ikinci çanak alabiliyordu, bazıları ise toplu halde bir çanak alıp gizli bir avluda beraber izliyordu.” (5)

Nitekim aynı yazıdan, ana diline hemhal olmaya çalışan insanların geliştirdikleri direniş pratiklerini, sık sık kesintiye uğratılan antenleri ve yine de büyünün bir türlü bozulamadığını öğreniyoruz. Aynı büyü, Kürt analarının belleğinden de silinmiyor hiç.

Son olarak, Kürt arşiv geleneğinden ve MED TV’nin buna katkısından, kurucu rolünden bahsetmek anlamlı olabilir. Zira MED TV’nin bir önemli başarısı da kişisel arşivleri biriken insanlara ulaşmak ve bu arşivleri TV arşivine eklemeye çalışarak ulusallaştırmak, toparlamak gayreti olmuştur:

“Kürt medyası üzerinden geliştirilen merkezi arşiv, 1995 yılında MED TV’nin kurulması ile farklı bir boyuta taşınmış oldu. Kurulan arşiv bölümü, Kürt arşivinde sistematik bir oluşumun bir parametresi haline geldi. O kadar ki, tek bir kaset ya da belgesi bulunmayan medya çalışmalarının bir merkezi halini aldı. Zaman içerisinde yayınlanan bilgi ve belgeler, bu arşiv departmanında kodlanarak düzenli bir şekilde katalog haline dönüştürüldü. Bu arşiv, binlerce video kasetten oluşmaktadır. Kasetler, dergiler, gazeteler, fotoğraflar, film ve benzer dökümanlar arşivlenmeye başlandı. Belgesel ve program yapan birçok gazeteci dışarıdan topladığı belge ve bilgileri de bu arşive taşıyarak çok geniş bir kataloğun oluşmasına katkı sundu.” (6)

1995 senesinde henüz doğmamış veya çocuk olanlar, MED TV’nin açılış anına belki tanıklık edemediler. Fakat bu bir kayıp duygusu oluşturmadı çünkü Roj, Stêrk gibi ardıllarını ve hatta sonrasında açılan başka Kürt medya kanallarını izleme şansını buldular. Başka kanalların sesinde dahi MED TV’nin sesini buldukları o ilk anda, zannediyorum çoğu benzer bir heyecanı tattı: Yalnız olmadıklarını görmenin hazzını. Dillerinden dil, tarihlerinden tarih, kanlarından kan, etlerinden et bulmuş başka insanların var olduğunu. Bir halk olduklarını. Kayıp olmadıklarını ve olmayacaklarını görmenin sevincini hissettiler iliklerine dek. 

Kutlu olsun!

 

Kaynaklar

 

Robert Stam, Sinema Teorisine Giriş (2021), Ayrıntı Yayınları: İstanbul.

Walter Benjamin, Pasajlar, (2021), Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.

Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri (2021), İletişim Yayınları: İstanbul.

Eduardo Galeano, “Biz Hayır Diyoruz” (2019), Metis Yayınları: İstanbul.

 

1- Araştırma bulguları ve daha fazlası için bkz: 

https://m.bianet.org/bianet/siyaset/251204-ikinci-olum-medyanin-kurtleri-temsili

2- İkinci ölüme dair bkz:

https://m.bianet.org/bianet/siyaset/251204-ikinci-olum-medyanin-kurtleri-temsili 

3-  Med Tv’nin sömürgecide yarattığı kaygı ve kargaşanın akademik bir veçhesi için bkz: 

“BÖLÜCÜ TELEVİZYON YAYINCILIĞI” VE ULUSLARARASI BAĞLANTILARI: MED-TV ÖRNEK OLAYI (1994-1999) https://www.21yyte.org/assets/uploads/files/329-371%20Sedat%20laciner.pdf

4- PKK’yı Med Tv Büyüttü! PKK'yı Med-TV büyüttü - Yeni Şafak 

5- Bkz: Çanak Anten'den Wireless'a: Kürt illerinde değişen haber alma pratiği - Gazete Karınca 

6- Bkz: MED TV'den günümüze arşiv - Yeni Özgür Politika 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.