Bir dönemin şahidiydi


Yaşamını yitirdiği sırada 93 yaşında olan Hatica Ana, bir evladı ve iki torununu özgürlük mücadelesinde yitirmiş, çocuğu için cezaevi önünde kavgalar vermiş, polisin işkencesiyle karşılaşmış, bütün aile fertleriyle birlikte Özgürlük Mücadelesi'nde yer almış ve en sonunda ilerlemiş yaşına rağmen sürgüne çıkmak zorunda kalmıştı.
Hatice Ana, önemli bir tanık, önemli bir hafızaydı. Tanık olduğu yiğitlikleri de, ihaneti de, zulmü de, güzellikleri de… Yani, kavgaya ilişkin ne varsa bir çırpıda hafızasına kazımıştı.
Hatice Ana, Kayseri'ye bağlı bir köyde dünyaya gelmiş. Dedeleri Dêrsim'den gelip, Kayseri Sarız'a yerleşmiş.
"Biz dilimizi unutmadık. Adetlerimizi de unutmadık. Aynı Dêrsim gibi..." diyerek, devrimcileşmede kök hücrenin önemine vurgu yapıyor adeta.
Hatice Ana 'Ateşten Tarih' belgeselinde, "Babamın kardeşi seferberlikte şehit olmuş. Onda bir oğlu kalmış. O da getirdi büyüttü, beni ona verdi. Ben de sevmiyordum. Zorla beni döve döve verdiler. Başımıza ne geldiyse sana söylüyoruz. Düğün yapmaya dedelerimiz geldiler. Sivas’ta dedelerimiz var. Oturdular, sazı çaldılar. Beni aldı, gelin yaptılar. Bağırdım çağırdım, çaresi yok; sürüne sürüne gittik. Çocuklarımız oldu. Evin derdine düştük. Babam kendi evinde beni gelin yaptı. Adam pek bir şey bilmiyordu. Babası seferberlikte ölmüş. Annesi hamileymiş. Dağ adamıydı. Bir şey öğrenmemiş" diyor.
Hatice Ana'nın Roj TV için hazırlanan PKK'nin ortaya çıkışını ve mücadelesinin anlatıldığı 'Ateşten Tarih' belgeselindeki konuşmasını özetleyerek sunuyoruz:
Rıza'yla baş edemiyorduk
"Sonra çocuklarımız oldu. Öksüz büyüyenler aksi oluyor. 9 çocuğumuz oldu. Birini Kayseri’ye götürdüm. Orada öldü. Sonra Nurhayat oldu. Bir öğretmen vardı; Nurhayat’ın ismini o koydu. En küçüğü Nurhayat’tır. Ondan önce Haydar vardı. Rıza, Xazal’ın, Bezar’ın küçüğü. En büyüğü Sait’ti. Sait’i reddettik. Karısının üstüne evlendi.
Rıza cin gibiydi. Baş edemiyorduk. Ankara’daydı. Yaramazlık yapıyordu. Sonra parti çıktı, herkes bağlandı. Tuzluçayır’a gittik. Önce kirada oturduk. Sonra tepede bir ev satın aldık. O zaman bir iki ev vardı. Ev küçüktü. Sonra parti olunca arkadaşlar çalıştı, evi büyüttüler. Sonra Kürtler çok geldi. Ankara’ya zengin olmak için geldik. Çocuklarımız okusun, memur olsun. Biz de rahat edeceğiz. Sait ve Xazal okuyordu. Parti geldikten sonra herkes bıraktı. Tuzluçayırlı arkadaşlar çoktu. Başkan gelince, herkes Kürt partisinin kurulacağını duydu. Herkes sevine sevine geldi. Baskı olunca kimisi çekildi. Ama içinde daha varlar. Kazım var, Kazım’ın kardeşi Cemal var; çok var.
Tepedeki evde 3 oda, bir salon vardı. Arkadaşlar o salonu büyüttü. 3 kişi sürekli bizde kalıyordu. Bizim evi yaptılar. Oğlanın evini yaptılar. Oğlan bizden ayrıdır. Sonra Başkan geldi..."
Sen kaşık çıkar yeter
"Başkan geldi. Ali Haydar Kaytan ile karar vermişler. Sonra 'Oraya gideceksin' demişler. Bize geldi. Gece gündüz doluydu. Doktorlar geliyordu. Başkan gelip konuşuyordu. Çocuklar, arkadaşlar hep salonda oluyordu. Seminer veriyordu. Bir yanlış olursa Başkan düzeltiyordu. Oturuyordu onları dinliyordu. Biz de ancak yemekle, çayla uğraşıyorduk. Tuzluçayır’a kızlar geliyordu. Rıza bırakmıyordu kızlar yemek yapsın. 'Bana yardım etsinler', 'Yok.' Sonra Muzaffer onlara kızdılar. Başkan dedi ki 'Ana tek başına gidiyor bu kadar yemek yapıyor, ekmek getiriyor; siz niye yardım etmiyorsunuz?' Baktım arkadaşlar geldi. Muzaffer; 'Ana ben bir şey bilmiyorum. Ben ne yapayım' dedi. Mutfağa geldiler. 'Sen kaşık maşık çıkar, yeter' dedim."
Seni kovmam
"O'nun (Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ı kastediyor) yanında bazıları yemek yemiyordu. Yemeğini yedi. Çayını içti. Dedim 'Sen git yat.' 'Niye, sen beni kovuyorsun' dedi. 'Ben seni kovmam. Arkadaşlar hep ayakta durmuş, açtır. Bunlar da yesin' dedim. 'Peki' dedi. 'Sen öyle söylemişsin, ben gidiyorum' dedi. Gitti yatağa girdi. Rıza 'Ana iki döşek koy' dedi. Dedim 'İki de koyarım üç de. Döşek çoktur.' Davarımız var, koyunumuz var. Bunlar oturdu, konuştu, şakalaştılar, yemeğini yiyorlardı. Toplantı zaten benim yanımda oluyordu. Toplantı bizim evde oluyordu."
Kapı deliğinden gözetleme
Kemal Pir de, Mazlum Doğan da eve geldi. Önce bize göstermiyorlardı; odaya koyuyorlardı, gizliyorlardı. Ben de onun için delikten baktım. Kadınlara güvenmiyorlardı. 'Gidip bir yerde söyler' diye düşünüyorlardı herhalde. Başka ne düşünsünler? Ben de dedim 'Bunlar kimdir, bir göreyim.' Ama Rıza bırakmadı. Bu sefer Başkan'ın yanına gittim, geldim. Dedi 'Sen ne konuştun?' Ben de 'Ne bileyim ne konuştum? Sen bu kadar deliği bana fazla gördün' dedim. (Gülerek) Delikte görünce yakalandım. 'Ana burada ne arıyorsun' dedi. 'Ben hizmet yapıyorum. Her şeyi yapıyorum. Niye bırakmıyor ki ben bakayım?' dedim."
Şirket'in evi
Bir gün evinin kapısının çalındığını belirten Hatice Ana şunları söylüyor:
"Şirket evde mi?" dedi. Rıza’ya 'Şirket' diyorlardı. 'Burası Şirket’in evi. Tanıyoruz. Teyze aç' dedi. Koştum odaya. Rıza dedim. Senin ismini söylüyorlar. Hepsi birden kalktılar. Kapıyı açtılar. Birbirlerine sarıldılar. Bir çanta getirmiş, dolu silah. Seviniyor, gülüyorlardı. Sonra silahları topladılar."
İşkenceci ile diyalog
"Bir gittim ki Rıza yok. İşkenceci Cem kapıyı açmış. 'Benim oğlum nerede' dedim. 'Öldürdük. Başın sağ olsun' dedi. 'Senin başın sağ olsun. Ben bugün için doğurdum. Daha 5 tane torunum var. Senin için büyüteceğim' dedim. 'Allah Allah' dedi. Bir de 'Ben doğum yapacağım' dedim. 'Sen yaşlısın. Nasıl yapacaksın?' dedi. 'Herkes ilaç yiyor. Ben de yerim, doğum yaparım' dedim. Rıza’yı Adana'ya götürmüşler. Peşinden gide gide biz Rıza’yı kurtardık. Sinop’a gittik. Beni görüştürmediler. Savcıya gittim. 'Görüşmek yok. Dün niye gelmedin' dedi. 'Bilmiyordum' dedim. Arkada bir adam vardı 'yazıktır' dedi. Gardiyanlar gidip Rıza’yı çağırdı. O beni gördüğünde ağladım. 'Ağlarsan yanıma gelme' dedi. 'Sen buraya nerden geldin? Sen burayı nerden buluyorsun' dedi. (Hatice Ana kalbini göstererek) 'Burası durmuyor. Senin ki yok ki sen bilesin' dedim."
Kemal Pir'in ailesiyle karşılaşma
"Kemal Pir’e bir kat elbise kestik götürdük. Bir de Rıza’ya götürdük. Kemal Pir’e vermediler. Dışarı çıktım ki 3-4 yabancı gelmiş. 'Nerelisin" dedim. "Biz Kemal Pir’in anasıyız, babasıyız, bacısıyız' dediler. 'Ya siz şimdiye kadar neredeydiniz? Siz demediniz mi bu adamımız kayboldu? Kemal Pir gibi bir adamé' dedim. Ben ağladım, onlar da ağladılar. Sonra gittik, onlar gidip görüştü."
Öcalan'la görüşme
"En son Suriye’ye gittim. Roma’ya gittik. Arkadaşlar, 'Başkan seni istiyor' dediler. Başkan, 'Kendisi gelmişse yanıma gelsin' demiş. Gittik. Kani Yılmaz'ın yanına gittim. Beni görünce geldi, bana sarıldı. 'Beraber Başkan'ın yanına gideceğiz' dedim. 'Tamam' dedi. 'Şafak yanına gitmiş. Demiş ki ana yanıma gelsin' dedim. Beni bir binaya koydular. Tek başınayım. Gelmedi. Bekliyorum, yok. Saat 12 oldu, gece... Baktım, birkaç kız geldi. Yatağı serdiler. Kani Yılmaz da akşam gelmiş, yatakları almış gitmiş. Bir kadının altındaki yatağı götürmüş. Ben 'Senin burnundan getiririm' dedim. Sonra milletin yanına gittim. Sonra Med TV’ye geldik. O da oradaydı. Herkesten hatır istedim ondan istemedim. Haydar anladı. 'Ana yapma' dedi. "O yapmış, sen yapma şu milletin içinde. Herkesten hatır istedin ondan istemedin" dedi. Haydar’ın hatırı için durdum."
Öcalan'a misafir oluyor
Hatice Ana, Lübnan'da Öcalan'ın yanında bir hafta kaldığını belirtiyor. Öcalan'la yaptığı bir diyalog ise onu çok etkilemiş…
"Bana 'Kimsem yok' deyince 'Sen niye böyle söylüyorsun? O kadar çocuk sana verdik. O kadar halk gelmiş' dedim. O ise bana 'Öyle değil. Birisi yanımda olsa da derdimi konuşsam. Bana 'sen yanlış konuştun, sen iyi konuştun" dese. Ben ağladım. 'Ağlama" dedi. "Ağlama. Çaresi yok. Elinden geldiği kadar uğraş' dedi. Bir dakika onun yanından gitmiyordum. Misafir odasında kalıyordum. Doğan Kılıçkaya, Kazım gelip yanımda kalıyordu."
Öcalan'ın misafiri olduğu günlerde 20 gencin savaş sahasına gitmesi üzerine de bir gözlemi var Hatice Ana'nın…
20 genci savaşa gönderiyor. Savaşa gidiyorlar. Neşeliler. Ben duvara yaslanmışım ağlıyorum. 'Haydi. Yemeğinizi yiyin. Depoya gidin. Kendinize yakışanı giyin' dedi. Ben ağlıyorum. Yemeğini yedirdiler, elbise giydirdiler. Peşinden baktım. Beraber gitti. Herkesi öptü, onlar gitti. Döndüğünde ağlıyordu. 'Gittim, yolcu ettim. Bunlar ne olacak' dedi. O da ağladı, ben de ağladım. Başkan tekti. Hatır kırmazdı."
Bankayı soydum
"Görüşe gittim. Gardiyanlar 'Yüzlük geliyor' dedi. Gidiyorum. Herkese para dağıtıyorum. (kızını göstererek) Bu bana para gönderiyor. Ben dağıtıyorum. Benim kocam bana bir şey vermiyor. 'Teyze sen bu parayı nereden getiriyorsun' dedi. 'Sen bilmiyor musun? Gazete okumadın mı?' dedim. 'Yok' dedi. 'Ben bankayı soydum' dedim. 'Hangi bankayı' dedi. 'Ne bileyim? Soydum. Gazeteler ilan etti' dedim. (gülüyor) 'Bu kadın bizimle dalga geçiyor' dedi. Beni bırakmıyorlardı. Zar zor giriyordum."
Hepsi benim çocuğum
"(Sesi titriyor) Çocuklara işkence yapıyorlar. Biz dışarıda iki kişi kaldık. Arkadaş camdan elini uzatmış. 'Analar babalar, bizi öldürdüler! Kadınları işkenceye götürdüler! Bize yardım!' dedi. Hepsi kaçtılar. Bir erkek bir de ben kaldım. 'Korkmayın, biz de bu tarafta mücadele vereceğiz. Korkmayın, direnin, direnin, direnin!" dedim. O zaman bazıları kendini yaktı.
İşkenceci geldi. Kapı demirdir. Ben kapıyı taşladım. 'Polisi çağırıyorum. Kimi istiyorsun, onu söyle. Hangisi senin oğlun?" dedi. "Hepsi benim oğlum!' dedim. 'Bununla baş edilmiyor. Ne istiyorsa ver gitsin' dedi.
O zaman çok insanlar öldü. İşkencede, kendini yaktılar. Ne diyeyim, sonu gelmiyordu.
Rıza’yı işkencede Antep’e aldılar. Antep’te 10 ay işkence yaptılar. 10 ben otelde kaldım. Nurhayat küçüktü. Yanımda kaldı. Otelci Kürt’tü. Bana haberler getiriyordu. Bir polisle anlaşma yaptık. Polis Kayserili. Ne yaptıklarını bana anlatacak. "Şimdi oturmuşlar üç kişiler. Yemek yiyorlar. Rıza, Kazım, bir de Doğan" diyordu. Ne olduysa gelip bana söylüyordu. 10 ay ben otelde kaldım. Benim karşımda karakol kuruldu. Otel sahibi geldi 'Senin karşında karakol kurulmuş. Kendine mukayyet ol. Kimse gelmesin' dedi. 'Kimse gelmez. Biz polisle dışarıda görüşüyoruz' dedim. Benim harçlığım bitti. Ona veriyorum, polise veriyorum. Geri Ankara’ya geldim. Bana para vermiyor. Bir komşuya gittim. Sivaslı. 'Bana biraz para ver' dedim. Kadının bileziğini aldı sattı parayı bana verdi. Hiç unutmuyorum o iyiliği.
Türk solu gazetede yazmış. 'Rıza Altun’u öldürmüşler.' Ben akşam gelmişim. Sabah gazete çıkmış. Ben çıktım gittim. Herkes bayılmış. 'Ölürse bir tane ölmüş. Niye hepiniz ölüyorsunuz' dedim. Kalktım gittim, Antep’e. Oğlan kağıdı yazdı. 'Götür komutana ver' dedi. Yol bilmiyorum. Biraz arabaya bindim. Orada indirdiler. Kız küçüktür, elinden tutmuşum. Gittik askeriyeyi bulduk. Akşam üstüdür. 'Oğlumu öldürmüşler. Ya ölüsünü ya dirisini istiyorum' dedim. Beni çağırdılar; 'Teyze senin oğlun sağdır. Senin oğlunu Diyarbakır’a götürecekler' dedi."
Kenan Evren'e mektup
"Diyarbakır’a gittim. Xazal para göndermiş. Parayı aldım, adamın borcunu verdim. Gittim. Herkes görüşe çıkıyor, Rıza yok. Ben bir hafta orada kaldım. En son Rıza’yı çıkardılar. Koltuğunun altına girmişler. Çeke çeke getiriyorlar. Her tarafı xişat (haşat) olmuş. Ben gizli bakıyorum. Geldi. 'Nasılsın' dedim. 'İyiyim ana iyiyim' dedi askerlerin yanında. Ben geri Ankara’ya döndüm. Üç tane dilekçe yazdık. Bir Kenan Evren’e, bir Turgut Özal, bir komutana. Kenan Evren bana cevap gönderdi. 'Senin oğlunun başına doktor gönderdik' dedi. Ben inanmadım. Kenan Evren doktor mu gönderecek? Bir dilekçeyle! Ben yine gittim Diyarbakır’a. Baktım bu sefer ayaktadır. Dedi 'Ana bak, elim açıldı. Sen ne yaptın?' 'Kenan Evren’e dilekçe yazdım' dedim. 'İyileştim. Bana doktor bakıyor' dedi. (Gülerek) Ben Rıza’ya 'Ben seni iki sefer yarattım' dedim."
Başkentimiz burası
Haydar’ın haberini aldık. Ben cezaevine gittim. 'Haydar kayıp' dediler. Diyarbakır’a gittim. Leyla Zana ile uğraştık. Bir şey elde etmedik. Valinin yanına gittik. 'Oğlumuz sizin elinizde. Ya ölüsünü ya dirisini bize verin' dedim. Kozakçıoğlu köpek 'Haberimiz yok. Haber alırsak size söyleriz' dedi. Gazeteciye 'Sen resmini çıkartmışsın. Kendisi nerede' dedim. 'Sana bilgi vermek zorunda değilim' dedi. Ona 'öyle bir verirsin ki' dedim. Neyse savcıya gittik. Savcı 'Oğlun elimizde değil. Sen niye Ankara’da başvurmadın, burada başvuruyorsun?' dedi. 'Başkentimiz burasıdır, Ankara değil' dedim. Adam kalktı sigarayı ağzına koydu döndü. 'Başkentimiz buradadır. Bunun için biz kendimizi veriyoruz. Ankara’da ne işimiz var' dedim."
Meclis'i işgal ettik
"3 ay cezaevinde kaldım. Ankara’da. Biz meclisi işgal ettik. 'Özal’ı görmeyene dek gitmiyoruz' dedik. Bu sefer savcıya bizi ihbar ettiler. Bizi aldılar. Karasu ile babası ve anası da var. Karasu’nun babasını sorguya çektiler. Sonra beni istediler. 'Siz meclisi basmışsınız' dedi. 'Biz basmadık. Soru sorduk, rica ettik. Ne basması?' dedim. 'Sizin önderiniz kimdir?' dedi. 'Önderimiz biz kendimiziz' dedim. 'Yani ben ihbarcı olacağım. Şimdi birisinin ismini vereceğim, ben kurtulacağım. Ben vermiyorum işte. Benim, diyorum' dedim. Zorladı zorladı kızdı. Bağırdı bana. 'Bunu götürün, cezaevine' dedi. Arkadaşlar duymuş, 'Ana geliyor' demişler. Kalkmışlar su koymuşlar, yemek yapmışlar. Camdan bakmışlar.
Bizi içeri aldılar. Kızlar çoktur. Keyfimiz keyiftir. Ben hanım gibi oturmuşum. Rıza’nın yanına gittim. 'Ana sen cezaevinde ne yaptın' dedi. 'Oturuyorduk. İki yaşlı kadındık. Biz yatıyorduk, kızlar bize yemek hazırlıyordu' dedim. 'Demek ki sen ağalık yapmışsın' dedi. 'Arkadaşlar bu Rıza ne iş yapıyor? Bulaşıkları yıkıyor mu?' dedim. 'Yok' dediler. 'Bundan sonra Rıza’ya yaptırmazsanız, siz bilirsiniz' dedim. Ondan sonra bulaşık yıkatmışlar, yemek yaptırmışlar. Benle Rıza’nın arası hep öyledir.”
HABER MERKEZİ
