Bir kısa film denemesi Simitçi çocuk

Haberleri —

Film şöyle başlıyor: 12 yaşlarında bir çocuk bayıraşağı yuvarlanan simitlerin peşinden koşturuyor. Ağlamaklı çocuğun elinde simit tepsisi, önünde hızla yuvarlanan simitler, bu da yetmiyormuş gibi arkasından da onu kovalayan bir köpek var.  Can havliyle koşturan çocuğun imdadına kimse yetişmiyor. Etrafındaki apartmanlardan ‘simitçi, simitçi dur evladım; bir simit ver de öyle git’ sesleri yükseliyordu. Herkes kendi derdinde yani...

Çocuk nefes nefese koşarak canını kurtarmaya çalışırken, sadece simitte odaklanmış bir kaç kişi köpekten farklı bir tavır içinde değildi. Bir kaç saniyelik koşturmadan sonra büyük bir uğultuyla köpek bağlı olduğu ipin gerilmesiyle boğulurcasına bir ses çıkarıyor. Simitçi arkasına bakayım derken bir anda yüzü koyun seriliyor yere. Tepsisinde kalan son bir kaç simit de gözlerinin etrafında birbirine geçen halkalar gibi yerde yuvarlanıyor. Köpekten kurtulma sevinci, gözyaşları arasında düşmenin acısına karışıyor. Can derdine düşmüşken hayata tutunmak için üç beş simidi kurtarma çabası on yaşlarında bir çocuğa çok fazlaydı. Bir eliyle gözyaşlarını silerken diğeriyle yuvarlanan simitlerini bir bir toplayarak tepsisine diziyor. Çocuk, koca bir adam edasıyla elinde simidi, gözyaşlarını silerken arkasındaki boğazındaki iple boğuşan köpeğe bir bakış fırlatıyor ‘Bak, dimdik ayaktayım’ dercesine…
Bu bakıştan sonra film (flashback), uzaktan kıvrımlı yollardan yavaşça ilerleyen bir yük kamyonuna geçiyor. Küçük çocuğun ailesiyle başladığı sürgün yoluna yani. Onun çocukluğunun öldürüldüğü, onun metropollere savrulmasına kaynaklık eden yolculuk hikayesi yani.
Kamyonun arkasında çadırdan hazırlanmış yerde kalabalık bir aile, her biri farklı bir dalgınlık halinde, sarsılan kamyonun fiziki halini bedenleriyle cevap verirken ruhlarında da fırtınalar kopuyordu adeta. Doğduğu, büyüdüğü, ait olduğu topraklardan kopmak böyle bir şey olmalıydı. İlk defa tadını aldıkları bu yolculukta küçük çocuk hariç kimsenin yüzü gülmüyordu. Anne ve baba çocukların her halini gözlüyordu. Göz göze geldiklerinde derin derin dalyorlardı.
Küçük çocuk, kamyonun arkasında şehre gitmenin sevincini yaşıyor. Kamyonun arkasından koşturan arkadaşlarına nispet edercesine gülücükler fırlatıyordu. Kamyon uzaklaştı. Çocuk, çayırlardan, arkadaşlarından, toprak evlerinden yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Ne garipti, gökyüzünden bulutlar kopuyordu adeta; çocuğun içinden kopan sevince eşlik edercesine bir kopuştu bu. Ceylanların çığlıkları, kuzuların melemesi, zozanların deliren çiçek kokuları yoktu artık. Çocuk bir anda küçük başını minik ellerinin arasına aldı, gitmenin acısı ruhunda fırtınalar koparmıştı bile.
İçinde biriktirdiği, ertelediği herşey zeytin siyahı gözlerinden usulca dökülüverdi. Küçük yanaklardaki kurumuş çamuru ıslatan gözyaşları çok masumdu. Sessizliğe bürünmüştü bir anda. Bu kopuş ağır gelmişti onun körpecik yüreğine. Dokuz yaşlarındaydı, yaşadığı bu anlamsız gelgitlerle şimdiden yorulmuştu bile. Uzaklaşıyordu arkadaşlarından. Kamyonun arkasına takılarak düşe kalka koşan, sevinç çığlıkları atan arkadaşlarının sesini bile duymayacak kadar uzaklaşmıştı. Uzaklaşmak bu olmalıydı; duymamak kör olmakmış, sağır olmakmış meğer. Film, küçük çocuğun köpekten simitlerini ve canını kurtarmış gururlu yüz ifadesiyle evinin yolunu tutuğu sahneyle bitiyor...

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.