Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Arzu DEMİR yazdı —

  • Ezilenler kendi korkularını, sınırlarını yıkıyor, savunma halinden çıkıyor. Sokağa çıkma cesareti giderek artıyor. Tüm bunlar sokağı kazanmanın, faşist şeflik rejimini geriletmenin ve de yıkmanın hayal değil gerçek olduğunu gösteriyor. 

Son 10 gündür yaşananlar, faşist Saray iktidarına karşı mücadelede umut verici. Önce gözaltında kaybedilmek istenen sosyalist işçi Gökhan Güneş, birleşik devrimci direnişin sokak gücüyle Saray faşizminin elinden çekilip alındı. Böylece ezilenler, Saray’ın dehlizlerinde bir çatlak yarattı.

Şimdi de Boğaziçi Üniversitesi'nde kayyum rektörü karşı başlayan direniş, geniş bir toplumsal kesimle buluşarak, üniversitenin sınırlarını aştı, kent meydanlarına, sokaklara yayıldı. İktidarın faşist zorbalık ile teslim almak istediği ezilenler, sokakların direniş ile ısınmasıyla nefes alıyor.

Günlerdir bir sürek avını andıran kitlesel gözaltılara, tutuklama tehditlerine, sokak ortasında işkencelere, eylem yasaklarına, ipe sapa gelmez yalanlara rağmen direnişin sokakta devam etmesi, Saray faşizminin gazabına uğramış herkesi umutlandırıyor.

Elbette direniş, herkesi bir güzel arındırıyor, sadeleştiriyor. Hiçbir şeyi sis perdesi altında bırakmıyor, her şeyi, herkesi yerli yerine oturtuyor. Safları netleştirip keskinleştiriyor, bir yanda Saray'a biat edenler, diğer yanda ise biat etmeyenler, yani başlarını önlerine eğmeyenler var.

Saflar keskinleşiyor. CHP’li kimi milletvekillerinin direnişe destek veren kişisel açıklamalarından bağımsız olarak, CHP “bir parti” olarak üstüne düşen görevi yerine getiriyor. “Yenikapı ruhu”nu kuşanıyor, devletin yardımına koşuyor. Önce CHP sözcüsü Faik Öztırak, AKP-MHP iktidarının "ikinci Kabataş yalanı" değirmenine su taşıdı. Neymiş, "mukaddes değerlere yönelik saldırı" varmış. "Görünen ve görünmeyen sorumlularının bir an önce ortaya çıkarılmasını bekliyoruz" diyerek Boğaziçi direnişçilerini resmen polise, yargıya hedef gösterdi. Bu açıklamanın yapıldığı 30 Ocak'ta 2 genç tutuklandı. Saray'ın savaş bakanı Süleyman Soylu, gözaltına alınan üniversite öğrencilerine yönelik, "4 LGBT sapkını gözaltına alındı!" diyerek nefret suçu işledi.

Öğrencilere yönelik polis şiddetinin tavan yaptığı, öğrencilerin işkence ile sokaklarda gözaltına alındığı, faşist esnafın polis ile iş birliği yaptığı 2 Şubat’ta ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arz-ı endam etti. Önce "Kaosa izin vermemeliyiz; Türkiye böyle bir sürecin içine sokulmamalı” dedi. Sonra da twitter hesabından paylaştığı videoda ise okul müdürü gibi direnişe katılan gençleri annelerine şikâyet etti. Anneleri, devleti kurtarmaya çağırdı. Kılıçdaroğlu’nun korktuğu “kaos”, AKP faşizmine karşı direnişten başka bir şey değil. Kılıçdaroğlu bir de 12 Eylül öncesi dönem hatırlatması yapıyor.

Direnenlerin, gençlerin, ezilenlerin hafızasında Gezi direnişi var, Taksim Komünü var. Taksim Gezi Parkı'nın yıkılmasına karşı başlayıp bir anda halkın onur ve özgürlük isyanına dönüşen 2013 Haziran ayaklanması var. Devletin inine hapsolduğu, direnişçilerin sokakları doldurduğu, direnmenin herkesi güzelleştirdiği, duvarların şiirlerle işlendiği, neşe ve kahkahanın eksik olmadığı, siper yoldaşlığının güçlendiği ve güçlendirdiği günler var. Unutulur mu o günler? Unutulmaz elbet!

Sadece ezilenler, direnenler değil, diktatör Erdoğan ve Saray da unutmuş değil. Erdoğan, halktan en ufak bir hak talebi gelse hatırlıyor o günleri. İşte bu nedenle tıpkı Gezi direnişi günlerindeki gibi polis şiddetinin yanı sıra her türlü yalana sarılıyorlar. Halkın, dini duygularını sömürüyorlar, en gerici duygularına hitap ettikleri halkı, direnişçi gençlere karşı kışkırtmaya çalışıyorlar. 100'ü aşkın öğrencinin gözaltına alındığı 1 Şubat günü, Saadet Partisi'ne yakın Anadolu Gençlik Derneği'ne Beyazıt Meydanı'nda eylem yaptırtarak, İslamcı faşistlerin, direnişin yayılma ihtimali gözetilerek, sokağa salınmak üzere hazır kıta bekletildikleri de gösteriliyor.

LGBTİ+'lere yönelik ise büyük bir nefret kampanyası örgütleniyor. Bunun başını da Süleyman Soylu çekiyor. En son 2 Şubat’ta “Bizim geçmişimizde LGBT gibi şeyler var mı? Var da biz mi bilmiyoruz? Bunlar Batı'da olan şeyler” dedi. Kendi kişisel tarihinde ne var ne yok beni ilgilendirmiyor. Ancak LGBTİ+ hareketinin “Alışın, eşcinseller her yerde” sloganını hatırlatalım. Bu söz hem politik bir varlık halini hem de ağır baskılar nedeniyle kimliklerini gizlemek zorunda kalan ancak hayatın her yerinde var olan LGBTİ+’ları anlatır. O nedenle, Süleyman Soylu’nun “Batı’tan ithal edildiği”ni sandığı eşcinseller, O’nun geçmişinde değil sadece, bugününde, yarınında, yanında, yöresinde olabilir. Bu süreçte asıl önemli olan, LGBTİ+ hareketinin, faşizme karşı mücadelenin önemli bir dinamik gücü olduğunu Gezi direnişinden sonra bir kez daha hatırlatmasıdır. Özgür toplum tahayyülünde bulunanlardan bugün faşizme karşı direnenlere, hiç kimsenin üzerinden atlayamayacakları, geleceğe hava edemeyecekleri bir gerçekliktir bu.

Günün sonunda, yani yazıyı kaleme aldığım 2 Şubat’ın bitişinde tablo şöyle: Ezilenler kendi korkularını, sınırlarını yıkıyor, savunma halinden çıkıyor. Sokağa çıkma cesareti giderek artıyor. Tüm bunlar sokağı kazanmanın, faşist şeflik rejimini geriletmenin ve de yıkmanın hayal değil gerçek olduğunu gösteriyor. Öyle ise; bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.