Bugünün tarihine bakarken

Hatice ERGÜN Haberleri —

  • Belki bu çözüme ulaşmanın yolu bugüne tarih olarak bakma biçimlerimizde gizlidir. Belki tek başına kendini dayatan bakmalardan ziyade birlikte, kendini diğerleriyle arayarak ulaşılmaya çalışılan bakmalarda…

Bir yerde bitirmek, bir yerde başlatmak gerekir. Yoksa hepsi bir kısır döngü; Nietzche’nin sonsuz döngüsüne bizi kıstırıverecek, erilliğe mahkûm edecek, çıkış olmamasının dayattığı nafilelikle direnişi, mücadeleyi, inadı anlamsız kılacak.

Ümitsizliği, olan biteni anbean takibi, insanların gittikçe battığını düşündüğümüz hırs, acımasızlık, haksızlık girdabına bakıp söylenmeyi, muhalif olmanın tekdüzeliğine çaresizce sarılmayı bir yerde bitirmek gerekir. Bir yerde bitirmek gerekir ki, hiç düşünmediğimiz, hayal etmediğimiz, imkân dahilinde tutmadığımızı görebilelim. Kendimize uydurmadığımız, yakıştırmadığımız, kendimizi yeterli görmediğimiz eylem biçimlerine yaklaşabilelim.

Başlatmak gerekir: Tarihe bugünle birlikte bakarken bugünü tarihe yazmanın aceleye getirilmeyecek bir meşgale olduğunu tekrar tekrar hatırlayarak, bugünü yakalamanın yolunun anlatıdan değil, hatıradan geçtiğini tekrar bilerek başlatmak gerekir. Bugün dünyanın dört bir yanında tanık olduğumuz yangınlara- hem metaforik hem fiziksel yangınlara - bakarken, nedenlerinin, nasıllarının farkındayken belki de yapabileceğimiz en isabetli şey bir kez daha yaşamamak için ne yapmalıyız, ne yapabiliriz sorularını sormak. Bunca basit.

Lanetlemenin, kızmanın, yangına körükle gitmenin ziyadesiyle revaçta olduğu şu dönemlerde belki bunca basit olmaktadır, çözüm. İnsanların binlerce yıl daha yaşaması için önerilen değil, birlikte yaşayabilmemiz için çaresizce aradığımız formül olarak çözüm.

Belki bu çözüme ulaşmanın yolu bugüne tarih olarak bakma biçimlerimizde gizlidir. Belki tek başına kendini dayatan bakmalardan ziyade birlikte, kendini diğerleriyle arayarak ulaşılmaya çalışılan bakmalarda…

Bu açıdan Stefan Zweig’ın Dünün Dünyası: "Bir Avrupalının Anıları" adlı kitabı önemli örnekler arasında. Çaresizliği, tükenmişliği Avrupa üst sınıfının- hem parasal hem sembolik anlamda- bir üyesinin gözünden, tecrübesinden, dilinden izlediğimiz oylumlu bir siyasal-kültürel tarih anlatısı; pek tabii, erkek yazdığı için çekinmeden otobiyografik bir metin. Zweig’ın bu metni 1941’de yazmasıyla 1942’de intiharı arasındaki ilişki bizlerin bilme tarzıyla bağlantılı kalsın. Ama, metinde, Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı ve özellikle Nazizm öncesi kültür-sanat dinamiklerine dönük özlemin öne çıktığını söylemeden geçmeyeyim. Zweig’ın dünya savaşları ve Nazi rejimi öncesi Avrupa’ya dair anlatısı güzel günlere olan inancın taze tutulduğu, insanların iyiliğe dönük yapıp etmelerinin baştan kabul edildiği, toplumsal istikrarın ve liberal eşitlik anlayışının öncellendiği bir bağlamı konu ediyor. Haliyle, bir üst sınıf anlatısı. Gelecek güzel günlere, insan toplumlarının daha ileriye doğru hamleler yaptıklarına dair inancın geçerli olduğu dönemlerle ilgili bir anlatı. Sonrasında, her şeyi tersine döndüren otoriter ve ardından faşist ve totaliter rejimler Avrupa’yı sardığında tecrübe edilen görüş, duygu, inanç kaybını da anlamamızı sağlıyor.

Erkeğin, beyazın, varsılın, üst sınıfın, avantajlı konumda olanların konfor alanları belirli bir toplumsal-siyasal izleğin evrilişini anlamak açısından işlevseldir. Zweig, on dokuzuncu yüzyılda, anne-babasının, Viyana ortamındaki ayrıcalıklı yaşamlarını anlatırken sıklıkla konfor terimine başvuruyor. Bunu lüks tüketimi, yüksek yaşam standartlarını, gösterişi anlatmak için değil, yakın ve orta vadeli gelecekten kaygı duymamakla, yaşamın insan ömrü kadarlık zaman zarfında radikal değişikliklere uğramayacağı bilgisine sahip olmaklıkla tanımlıyor:" … babam veya dedem ne gördü ki? Her biri tekdüze bir hayat sürdü. Baştan sona yükselişi, düşüşü, sarsıntısı ve tehlikesi olmayan bir hayat sürdü…" (s.15).

Zweig’ın babasının tecrübe etmediğini varsaydığı radikal dönüşümler yönetimlerde, rejimlerde, devlet yapılarındakiler. Beyaz bir erkeğin fikrinden de bu beklenir: Radikal değişimler ancak ve ancak yapısal olabilir. Aslolan parçaların dinamiğinden ziyade yekûnun gidişatıdır. O nedenledir belki, erkek tarih hep tek bir erkek ve topyekûn bir rejim üzerinden kurar kendini.

Gelecek yazıda, Zweig’la yanyana konu edineceğim tikelin, kısmî olanın parçaların birbiriyle ilişkisi üzerinden kurulan tarihi bunun tam aksidir; radikal olanı gündeliğin içinde görmemizi, yapısal dönüşümü sıradanlık üzerinden anlamamızı sağlar. Ancak bu şekilde bugünün birbirine zıtlarla işleyen sosyo-politik dinamiklerinde aklımızı koruyabiliriz. Erkeklerin gündeliği anlatmaya çalışırken bile kurumlardan, kahraman(lık)lardan vazgeçememeleri; kadınların, heteronormatif olmayan öznelerin kendi gündeliklerinden kurdukları tarihin yaşamsal değeri umudu tazelememizi sağlayacaktır. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.