Çaresizlik ve utancın resmi!

Almanya Gündemi
Geçen hafta peşpeşe Akdeniz sularına (Libya ve İtalya arasında, Lampedusa adası yakınlarında) gömülen 2 tekne haberi geldi. Yetkililerin bildirdiğine göre, birinde 400, diğer teknede ise 700'ün üzerinde kişi Akdeniz sularında kaybolarak yaşamını yitirdi, ki bu rakamlar insan kaçakçılarının sürekli kullandığı bu güzargahta meydana gelen rutin tekne facialarının en yükseği idi. Ardından yine 300 kişiyi taşıdığı söylenen bir tekne daha battı. Ölüm yolunda sadece geçen hafta kurtarılan mülteci sayısının ise 10 bin civarında olduğu belirtiliyor. Sayının yüksek olması dolayısıyla dikkatler bir kez daha, mülteci politikalarında bir türlü istikrar yakalayamayan Avrupa'ya çevrildi, ki bu ülkelerin en başında Avrupa Birliği'nin en güçlü ülkesi olan ve en fazla mülteci kabul eden ülke sıfatıyla Almanya geliyor.
Bir insana kucağında bebesi ile sonunda ölümün olacağı bir yola düşme cesaretini ancak 'çaresizlik' duygusu verebilir. Dış politikada daha fazla söz sahibi olmak için savaş bölgelerine daha çok müdahale etmeyi (daha doğrusu nemalanmayı) baş politikalarından biri haline getiren ülkeler, konu mülteciler olunca birden sıkıntıya düşüyor. (Ortadoğu pratikleri dışında, Spiegel dergisi, geçen günlerde Amerikan Ordusu'nun, Afrika ve Asya'daki tüm İHA saldırılarını Almanya'nın Ramstein Hava Üssü'nden kontrol ettiğinine belgelerle yer vermişti). İtalya kıyılarında yaşan mülteci faciaları da bu politikalardan bağımsız değil.
Şimdi 2014 yılı itibarı ile Avrupa'ya akın eden mülteci sayısına bir göz atalım; 2014 yılında Avrupa'ya başvuru yapan mülteci sayısı 627 bin civarında, Almanya'ya ise 203 bin başvuru yapılmış. Avrupa ülkelerinden İsveç 81 bin mülteci rakamı ile ikinci sırada yer alırken, 64 bin 600 rakamı ile İtalya üçüncü sırada ve bu rakamlar sadece resmi belgelere yansıyan rakamlar.
Mültecilerin Avrupa'ya giriş yapmak amacıyla kullandıkları en revaçta yollardan biri de Libya üzeri deniz yolu ile İtalya. Fakat kapasitesinden fazla insan bindirilen tekneler sık sık alabora oluyor ve binlerce insan yaşamını yitiriyor. Bu ölüm yoluna olan ilgiyi azaltmıyor, bilakis sayı katlanarak artıyor, çünkü insanlara bunu yaptıran tek şey 'çaresizlik'.
Ölüm yolunda arama-kurtarma çalışmaları da bir o kadar dramatik. Çünkü İtalya yüksek bütçesi nedeniyle Mare Nostrum adındaki arama-kurtarma operasyonlarına son verdi ve daha az bütçeli Avrupa Birliği sınır koruma örgütü Frontex devreye girdi. Frontex'in yaptığı ise arama kurtarma çalışmalarından ziyade sınır güvenliği. Çünkü Avrupa arama-kurtarma çalışmalarına daha fazla ödenek ayırmak istemiyor. Hatta daha fazla giriş yapılmaması için olası giriş yollarında daha fazla önlem alınması ise planlar dahilinde.
Mültecilere yönelik izlenen bu politikalar ise tek kelime ile çileden çıkarıcı. Burada bir not düşmek istiyorum. Bu politikalar karşısında devleti eleştirip karşı duranlar da var. Bunlardan bir tanesi de kendi imkanları ile bir bot satın alarak, Akdeniz kıyılarında mülteci kurtarmayı hedefleyen Harald Höppner. Höppner, Pazar akşamı ünlü moderatör Günter Jauch'un programında yaptığı aksiyonla da dikkatleri üzerine çekti. Başlattıkları kampanya için bilgi vermeye gelen Höppner, Jauch'un kontrolü dışında bir anda sahneye fırlayarak, stüdyodakileri ölen yüzlerce mülteci için saygı duruşunda durmaya yöneltti.
Höppner ve gönüllü ekibi 'Sea Watch' adını verdikleri tekne ile Akdeniz kıyılarında göz göre göre yaşamını yitiren mültecilere yardım etmeyi planlıyor. Ütopik gibi görünen projeye ilgi oldukça yoğun. Bu tarz projelerin aslına bakarsanız misyonu da yardımların artması için bir kamuoyu oluşturmak.
Bu noktadan sonra Avrupa ülkelerinin mülteciler konusunda kesin çözümlere ulaşacak projeler düşünmeleri gerekiyor. Bu ülkelerin başında ise Almanya geliyor. Bunların dışında asıl mesele ise, artık ne kadar mülteci alınacağından ziyade, bu insanların gelme nedenlerini ortadan kaldırmak. Bunun içinde Avrupa'nın artık savaşa müdahale politikalarına bir kez daha gözatması gerekiyor.
