Cenazeyle savaşan devlet

MERAL ÇİÇEK
13 Mart 1990’da Mardin’in Savur ilçesindeki bir çatışmada yaşamını yitiren 13 ARGK gerillasından biri, Nusaybinli Kamuran Dündar idi. Şehadeti büyük etki yarattı ve gençlik hareketi, anısına layık bir biçimde toprağa verilmesi gerektiğini düşünüp kitlesel katılım çağrısı yaptı. O gün, yani 15 Mart’ta Nusaybin’de tek bir esnaf kepenk açmadı. Ve Mardin Devlet Hastanesi’nden alınarak Nusaybin’e getirilen cenaze, 10 binin üzerinde Kürdistanlı tarafından toprağa verildi.
Bakur’un yakın tarihteki ilk kitlesel cenaze töreniydi bu.
Mezarlıktan dönen kitle, aynı çatışmada yaşamını yitiren Ömer Kavak’ın ailesine toplu taziye ziyareti yapmaya karar verdi. Şehir merkezinden geçerek ailesinin bulunduğu köye gitmek istediler. Onların korkusuzluğu karşısında, parmakları tetikte sömürgeci devlet güçlerinin korkusu giderek büyüdü. Kitleyi kurşun yağmuruna tuttular, panzerleri üzerlerine sürdüler. Halk ise kaçılıp dağılmadı, taş ve sopalarla karşılık verdi.
Biri çocuk iki Kürt katledildi, onlarca kişi yaralandı, 700’den fazla kişi gözaltına alındı.
O gün berxwedan serhildan’ı doğurdu.
Ve doğan serhildan öyle hızlı büyüdü ki devlet, yayılmasını önlemek için telefon hatlarını bile kesti. Ama serhildan bir kere doğmuştu. Tel örgüleri, mayın ve suni sınırların ardındaki Qamişlo’dan yankılandı önce. Ardından Cizre’ye ulaştı. Botan’ın kalbine yani. Tarih 20 Mart’tı. Serhildan, Newroz’a aktı. Newroz, yeniden direniş ve diriliş ruhuyla buluştu. Yeni günü karşılamak için sokaklara dökülen binlere özel timler ateşle karşılık verdi.
Dört kişi katledildi, 100 kişi yaralandı, yaklaşık 350 kişi gözaltına alındı.
Katledilen dört kişinin naaşı, katiller tarafından kaçırıldı. Cenazeler ailelerine verilmeden devlet tarafından gizlice gömüldü, alelacele.
‘En iyi Kürt ölü Kürttür’ü kendine düstur kılan işgalcinin cenaze korkusu işte o gün kendini dışa vurdu.
Paradoksal. O katlediyordu. Ama ölümden sessizlik, suskunluk, teslimiyet değil isyan, başkaldırı, direniş, yani yaşam doğuyordu.
Öldüremiyordu yani.
Ölmüyorlardı.
O yüzden ölülere savaş açtı.
Ölüleri öldürmeye çalıştı.
Nasıl mı?
Cenazeye işkence ederek. Baş ve kulak keserek. Tecavüz ederek. Çıplak soyarak. Göğüs keserek. Boynundan araca bağlayarak.
Omuzlarda taşınan tabuta tazyikli su sıkarak.
Mezar taşı kırarak. Dozerlerle mezarların üstünden geçerek. Mezarlıkları havadan bombalayarak.
Mezardan cenaze kaçırarak.
Cenazeyi kargoyla göndermek. Cenazeden geriye kalan kemikleri bir torbaya doldurmak. Torbayı bir kargo kolinin içinde teslim etmek. Anneye. Adli emanette.
Cenaze. Kargo kutusunun içinde. Adli emanette.
Öldürdüğünü öldürmek. Bir daha öldürmek. Bir daha öldürmek. Ölünceye kadar öldürmek. Yok etmek.
İşgalcinin isteği bu.
Daha çok acı vermek. Defalarca öldürmek. Evlat acısını katlamak, katbekat büyütmek, çoğaltmak kalpteki sızıyı.
Agit İpek, ya da kendi taktığı adıyla Kemal Berxwedan öldü mü şimdi?
O şehit düştü. Biraz sonra kendini daha fazla tutamayıp ağız dolusu gülecekmiş gibi gülümseyen yüzü yüzbinlerin, milyonların yüreğine nakşoldu.
Tıpkı, kucağındaki kutuyu evlat diye eliyle okşayan Halise Ana’nın boşlukta gördüğü oğlunun gülen yüzüne bakan gözlerindeki acı gibi. O acının yarattığı öfke gibi.
O öfkeyi kalbimizde taşıyoruz. Zihnimizde büyütüyoruz. Büyütüyoruz ki patlasın bir volkan gibi, yutsun bize acı yaşatan düzeni, lavlarının altına gömsün.
Agit ölmedi. Öldüremediler.
Agit şehit düştü. Asla anlamayacaklar bunun anlamını.
