Çetin Altan'dan Erdoğan rejimine…

Haberleri —

Çetin Altan, zekası ve en önemlisi insanlık bahçesindeki değer biçilemeyen yeriyle, Türk rejimine beş numara büyük gelen bir kalem adamıydı. Bu niteliğiyle o, rahatsızlık veren bir aykırı ışıktı. Onu yok edip, huzur bulmak için, ellerinden geleni yaptılar:

Öldürmeye kalkıştılar. Hapse attılar. İşsiz bıraktılar. Ama baş edemediler.

Kapatıldığı askeri cezaevinden çıkarken, düzenin efendisi militarizme dilini şaklatır gibi “bir generalle düello yapmak isterdim" diye yazıyordu. O düello diyor ancak, kıyısında yaşadığı bu toplum, Osmanlı tortusu, döküntüsüydü. Osmanlı, tarihin evrim macerası feodal düzeni ve aristokrasiyle burjuvazinin buluşma noktasında zuhur eden, kişisel onur davasına ölümüne dövüş olan düelloyu es geçmişti. Kimse, düellonun varlığından haberdar da değildi. Yalan, talan ve pusuculuk üzere, yiğitlik destanları yazılıyordu.

Ekonomik düzen ise Çetin Altan’ın deyimiyle, yandaşların, devlet olanaklarıyla zengileştirilmesi üzereydi: Çapul kapitalizm…

 Çapul kapitalizm, dış soygun ve talana çıkamayan Osmanlı evlatlarının güce, güçlüye pay verme karşılığında, devlet kasalarını soyma düzeniydi. Günümüzde bu döngüye müteahhitler şenliği ya da “aynalı havuz sefası" deniyor.

Aynalı havuz sisteminde, odalara istiflenmiş dolar bayaları, polis baskınında "sıfırla" sinyali, dolar hazineleri gezmelere çıkarılıyordu.

Çetin Altan bu sistemi, “işini bilen biliyor şekerim" diye tarif ediyordu.

Arap tarzı mugalata ile her türlü madik atma ve münazara ile çürütmecilik, “işini bilen biliyor şekerim" kuralının amentüsü, mucidi de AKP idi. Tedavüldeki ironiyle AKPizm…

AKPizmi örnekle açıklayalım:

Reis, meydanda toplanmış kalabalığa, memleket meselelerinin dünü ve geleceği hakkında, çok değerli görüşlerini açıklama niyetiyle, danışmanlarının bulup toparlayarak önüne koyduğu beşinci sınıf kalitedeki manzumeleri, o ayağının altında ateş topu varmış ve canı yanıyormuşçasına ıkınarak, bazan sesine melankoli katarak, an olur dehşetin çağısıyla haykırarak okuyordu. Meydan sessiz, kıpırtısızdı. Uzaklarda, kuzey Avrupa’da, köle işçi olarak ihraç edilmiş bir ihtiyar, kahvehane televizyonunun karşısında içini çekerek ağlıyordu.

Ne dediğini, niçin hislendiğini sordum. Cevap, hangi açıdan bakarsanız bakın ürperticiydi: 

“Ne dediğini anlayamadım, ama çok güzel konuşuyor!.."

Reis, diyar diyar dolaşıp, içinde din, cami, namaz geçen manzumeler söyleyerek insan avlıyordu. Kürtleri kandırma yolu da buydu.

“Kürt kardeşlerim" dedikten sonra, Kürtler üstüne ölüm seferi emri veriliyor, katillerin nişangahına oturtulan çocuklar için, mezar kazılıyordu. IŞİD’çileri öfkeli Müslüman olarak mazur gösteriyordu. Dünyanın gözü içine bak baka, IŞİD’in Kürt katliamları yaftası, Kürtlerin boyuna asılıyordu.

Sistem, ta başından beri dünyayı geri zekalı yerine koyan bir alavere, dalavere kumkuması, entrikalar yuvasıydı. Ve Çetin Altan’ı düşündüm. O, çıkışından itibaren, ilk gazete haberini yazdığı günden bu insanlık arayışıyla bu sisteme düşman ve düşmanıyla savaş halindeydi. 

Bir ara, düzelme konusunda Özal’da bir ışık görmüştü. Ben de hayatımda, ona yönelik ilk yazımı yazmış, onu kırmıştım.

Ama ben haklı çıktım. Sistem temelinden bozuktu. Yıkıp, kalıcı sağlam temel üstüde yeniden inşa etmek gerekiyordu. AKP’lilerin elindeki hali ortada…

Cumhriyet gazetesinde yayımlanan son yazısında, AKP’nin yalnız TC değil, bölgenin kapısına dayadığı felakete bakarak, “Torunlarım için hayal ettiğim ülke bu değil" diye yazıyor, 88 yıllık ömrü boyunca verdiği mücadele için de söyle diyordu:

“İnsanlar acı çekerken, ezilirken, yoksul kalırken, ben daha keyifli bir hayat yaşasaydım, hiç sesimi çıkarmasaydım, bu yaşa geldiğimde, asıl o zaman 'değdi mi' diye sormak gerekirdi. ’Değdi mi, insanların acısına arkanı döndüğüne’ diye sormak gerekirdi. Yaptıklarım, yazdıklarım bir işe yaradı mı bilemem ama, bir daha yaşasam, gene aynı şekilde yaşardım."

Böyle diyordu, kuşağımızın namuslu rol modeli usta…

Kişisel hayatımdaki yeri, lise yıllarımda başladı. Unutmadığım ilk yazısı, Necip Fazıl’la giriştiği kavganın bir entantanesiydi. Yüksek öğrenimle gazeteciliğe başladıktan altı ay sonra, İlhami Soysal’dan Akşam gazetesinde çalışma teklifi aldığımda, onun da orada olmasının etkisiyle hiç düşünmeden ve tek koşul öne sürmeden “evet" demiştim.

Türk halkı, sol kavramıyla yeni tanışıyordu, o sıralar. Çetin Altan, “Sosyalist yalan sözylemez" diyen bir ses çağlayanıydı. Yazıları, her sabah ders niyetine okunuyordu.

1965’de Milletvekili seçilmişti. Rejimin alışkın olmadığı kavramlarla konuşuyor, sorunları dillendiriyor, iktidarı çıldırtıyordu, adeta. Meclis Başkan vekili Ahmet Bilgin, konuşmalarından birinde ikide bir sözünü kesince, dayanamayıp geriye bakmış, salonun tepkiyle ayaklanmasını tetikleyen “sayın başkan, sözümü kesiyorsun ama aramızdaki fark marangoz hatasından ibarettir" sözünü söylemişti.

Yalnız iktidar değil, kendine solcu diyen bugünkü faşistler, yüz yılın durağında unutulmuş Kemalistler de ona düşmandı. Bunlar, solu sefalette buluşmayı solculuk olarak görüyor, Çetin Altan’ın altındaki arabayı, içtiği içkinin markasını dillerine doluyorlardı.

Bir gece yarısı, salonda AP’lilerin saldırısına uğradı. Çetin Altan, Kürtlerin damadı, o gece, en önde hamle edip, tabanca kabzasıyla başına vuran, bir gözünü yarı kör eden kişi, bugünkü AKP kapısında sesler çırakıp sağa sola hamle eden Kürtlerin bir benzeri Demirel (AP) Kürdü, Hamido lakaplı Malatya Milletvekili Hamit Fendoğlu’ydu.

Hamido’yu en son, 1978’de kulandılar. Irkçıları, Kürtler ve solculara karşı kışkırtmak için, paket bombayla havaya uçurdular. Bundan sonra köylülerinin katıldığı kıyım ve kırım başladı. Yandaşları da, şehre inip, kardeşlerinin kapısına dayandılar.

Zalime muhalefet, insan olmaktır. Çetin Altan hayat boyu insan oldu.

Sen de Kürt, muhalefetin bir erdemi de oydur. 1 Kasım ise senin için fırsat…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.